Zaman zaman içinde,
zaman saman içinde, saman duman içinde, yaman bir Keloğlan yaşarmış. Bu
Keloğlan çok çalışkanmış. Çok çalışır, çok kazanırım umuduyla köyünden
ayrılmış, şehre çalışmaya gitmiş. Günler, haftalar, aylar birbirini kovalamış,
fakat Keloğlan istediğini bir türlü elde edememiş. Şehirde iş varmış var
olmasına da bulduğu işler sürekli olmazmış. Beş gün çalışır, üç gün boş gezer,
bir hafta çalışır, on gün boş gezer iş ararmış. Çalıştığı günler biraz para
arttırırmış, boş gezdiği günlerde bu para ile geçinirmiş. Sonuçta sıfıra elde
var sıfır. Ne uzar ne kısalırmış. İstermiş ki, devamlı çalışacağı bir işi
olsun, para biriktirsin. Şöyle kocaman bahçeli bir evi olsun. Evin içine yeni
eşyalar alsın, giyinsin, kuşansın. Bayram günlerinde bile hep aynı elbiseyi
giymek zorunda kalmasın.
Ülkesinde hangi şehre gitse bu durumun
değişmeyeceğini düşünmüş. Çocukluğundan beri bolluk ve refah ülkesi diye adını
sıkça duyduğu Zenginler Ülkesi’ne gitmek üzere yollara düşmüş. Günlerce,
haftalarca yol yürümüş. Sonunda Zenginler Ülkesi’ne varmış. Uğradığı ilk köyün
girişinde evinin kapısı önüne kurduğu çardak altında oturan bir adama
rastlamış. Keloğlan adama uzun yoldan geldiğini, çalışmak istediğini, iş
aradığını söylemiş. Adam, Keloğlan’a dik dik bakmış ve sinirli bir şekilde
sormuş: “ İş bulup da ne yapacaksın? “
Keloğlan: “ Çalışıp para kazanırım “ demiş.
Adam otururken birden dizlerinin üzerinde
doğruluvermiş. Öncekinden daha da sinirli bir şekilde: “ Parayı ne yapacaksın?
“ diye sormuş. Adamın son sözüne Keloğlan çok bozulmuş. Şöyle bir yutkunmuş. O
anda aklına geleni söylese kavgaya neden olacağını düşünüp vazgeçmiş. Sakin bir
şekilde: “ Kazandığım para ile temiz elbiseler alırım. Bağ-bahçe alırım. Ev
alırım. Yeni eşyalar alırım. Mal sahibi olurum. Para ile başka ne yapılır ki? “
demiş.
Keloğlan’ın cevabına adam kahkahalarla gülmüş.
“ Sen çok yaşa emi Keloğlan “ demiş. “ Yıllar var ki, ne ağladım ne güldüm. Sen
beni güldürdün, ben de seni güldüreyim. Bak Keloğlan, bizim ülkeye Zenginler
Ülkesi derler. Bu ülkede para kullanılmaz. Zaten her ihtiyacın karşılanır.
Burada her şey pek boldur
Dere akar paldır küldür
Elma, armut daldan düşer
Çardak altında uyunur.
Giysilerim temiz urba
Dert ve keder yoktur burada
Ekmek, yemek bedavadır
İşte lokantamız şurada.
Karşıdaki evde oturan komşu şehre taşındı.
Orada sen otur istersen. Satın alma yok, kira yok. Her ay yeni elbise, ayakkabı
dağıtılıyor. Günde üç öğün köy lokantasında bedava yemek veriliyor. Bahçede
meyve ağaçları, ceviz ağaçları pek boldur. Ye, iç, yat, keyfine bak. “
Keloğlan o gün eve yerleşmiş. Durup dururken
ev-bark sahibi oluvermiş. Adamın çardağının karşısına kendi de bir çardak
kurmuş. Akşama kadar yan gelmiş yatmış. Akşam yemeğine komşusuyla beraber
gitmişler. Sofrada yok yokmuş. Etli yemekler, kavurmalar, tatlılar, pilavlar,
hoşaflar çeşit çeşitmiş. Keloğlan şimdiye kadar böyle bir sofra görmemiş.
Aksırıncaya, tıksırıncaya kadar yemiş, içmiş. Sofra başında baygınlıklar,
fenalıklar geçirmiş. Keloğlan’ı zorla sofradan uzaklaştırmışlar. Evine getirip
yatağına yatırmışlar. Keloğlan o gece sabaha kadar uyumuş. Sabah kahvaltısına
yine komşusuyla beraber gitmişler. Ballı-börekli, pastalı-çörekli kahvaltı
yapmışlar. Sonra evlerine gelip çardak altında oturmuşlar. Öğlen oldu haydi
yemeğe, akşam oldu haydi yemeğe, sonra yatıp uyumaya, bu böyle tekdüze şekilde
aylarca sürmüş. Keloğlan gün geçtikçe kilo almış, şişman bir oğlan olmuş.
Keloğlan adı unutulmuş. Köydekiler kendisini Şişmanoğlan diye çağırmaya
başlamışlar.
Bir gece evinde uyurken rüya içinde rüya
görmüş. Her çeşit yiyecek ve içeceğin bulunduğu büyük bir sofrada kendisini
yemek yerken görüyormuş. Yemiş içmiş, yemiş içmiş, içtikçe şişmiş, şiştikçe
şişmiş, sonunda boom diye patlamış ve yerlere yayılmış. Bu durumu acıma duygusu
ile seyreden Keloğlan’mış. Şişmanoğlan’a doğru çok sert bir hareketle hızla
dönmüş. Kaşlarını çatmış:
“ İşte gördün Şişmanoğlan. Rüya içinde
gördüğün rüya bitti. Şimdi ben senin asıl rüyanım. Böyle bol bol yiyip bel bel
bakınmaya, yan gelip yatmaya devam edersen sonunun ne olacağını anladın.
Eskiden sen de benim gibiydin, Keloğlan’dın. Kuvvetliydin, çeviktin,
çalışkandın. Ya şimdi şu haline bak. Parmağını bile kıpırdatmak sana zor
geliyor. Sorarım sana aylardır bu Zenginler Ülkesi’ndesin. Ne kazandın sanki?
Dur, hiç boşuna düşünüp de yorulma. Cevabını söyleyeyim: Hiçbir şey kazanmadın,
ayrıca sağlığını kaybettin. Bana bak Şişmanoğlan. Benim canımı sıkma. Ya eski
günlere geri dönersin, ya da her gece rüyalarına girer, bu sopayla seni döverim
“ demiş, sopayı kaldırmış ve Şişmanoğlan’a vurmaya başlamış. Şişmanoğlan
gördüğü korkulu rüyadan feryat ederek uyanmış. Ter içindeymiş, her tarafı
ağrıyormuş.
“ Akşam yemeğinde haddinden fazla pilav
yemiştim. Bu korkulu rüyayı görmemin sebebi bu herhalde “ demiş kendi kendine.
Rüyasında gördükleri hatırına gelmeye başlamış. Sonunda, rüyasındaki
Keloğlan’ın söylediklerinin mutlak doğru olduğuna karar vermiş. Açıklamasını
ise şöyle yapmış: İnsanın mutlaka çalışması lazım geldiği, çalışmadan yaşamanın
tembellik olduğu, tembelliğin insanı bunalımlara sevk edeceği, bunalımın ortaya
çıkış biçiminin insandan insana değişebileceğini, kendisinde bu durumun bol bol
yemek yeme şeklinde meydana geldiğini ve bunun sonucu olarak şişmanladığının
bilincine vardığını, bu zor durumdan kurtulmanın tek yolunun yeniden çalışmaya
başlamak olduğunu anlamış.
Bu durumu bir kağıda yazıp, bu kağıdı
defalarca okumalarını, yaptıkları yanlışı fark etmelerini rica etmiş. Kağıdı
yatağının üzerine bırakmış. Sabah güneş doğarken bir daha dönmemek üzere
Zenginler Ülkesi’ne veda edip memleketine, evvelce yaşadığı şehre doğru yollara
düşmüş. Eskiden olduğu gibi, çalışkan günlerin yakın olduğunu biliyor,
hayalinde tığ gibi Keloğlan’ı görür gibi oluyormuş.
BU MASALIN BULUNDUĞU KİTAPLAR:
Limon Kokulu Masallar - Yakamoz Çocuk - Yayın
Yılı: 2015 Sayfa: 144-157
Elma Kokulu Masallar - Yakamoz Çocuk - Yayın
Yılı: 2015
Masal Saati TİK TAK - Yakamoz Çocuk - Yayın
Yılı: 2014 Sayfa: 176-192
En Güzel Keloğlan Masalları - Yakamoz Çocuk -
Sayfa: 195-210
Masal Ülkesi - Revzen Kitap - Yayın Yılı: 2015
Sayfa: 7-22
Masal Dünyası - Çıra Çocuk - Yayın Yılı: 2011
Sayfa: 33-38
Keloğlan Masalları - Çocuk Gezegeni - Yayın
Yılı: 2012 Sayfa: 131-136
Keloğlan Masalları - Akvaryum Yayınevi - Yayın
Yılı: 2009 Sayfa: 54-58
Keloğlan Zenginler Ülkesinde - Fora Yayıncılık
- Yayın Yılı: 2011 Sayfa: 3-22
Bunlar benim bulup satın aldığım kitaplar. Kim
bilir daha kaç tane var? Yayınevleri internetten alıyorlar. İşin parasal yönü
yoktur. Benim amacım okuyucuya güzel eserler sunmaktır.
Hikayenin adını googleye yazıyorum ve genç
arkadaşların pek çok site ve foruma eserlerimi kopyaladığını görüyorum. Sizler
de şiir veya hikaye yazıyorsanız önce yakınlarınıza okuyun. Beğenirlerse doğru
yoldasınız demektir. Sonra internete verin. Okuyucu eğer şiiriniz, hikayeniz
güzelse güzel der. Bazı yerleri hatalıysa uyarırlar. Gerekli düzeltmeleri
yaparsınız. Çeşitli yazarların şiirleri okunacak. Hikayeler okunacak.
Yazarların hayat hikayeleri de önemli. Kim
nerede doğdu, hangi şartlarda büyüdü, nasıl yazar veya şair oldu. Bunların hep
bilinmesi gerekiyor. Direk hikaye yazacağım deyip işe girişmek yanlış. Genelde
hikaye ve masal yazarları şiirden işe başlarlar. Ben de şiirden işe başladım.
Lise 1'e giderken okuldaki şiir yarışmasında benim şiirim ilk 10 sıraya
girmeyince bu işte başarılı olmak istedim. Aslında birincilik bekliyordum.
Neden önce şiir derseniz: 800 - 1500 metre
koşularına girmeden, bu mesafelerde başarılı olmadan 5000 - 10.000 metre
koşularına girene rastlamadım. Maraton yarışı 42.195 metredir ve ben maraton yarışına
roman yazmak benzetmesi yapıyorum. 200 - 300 sayfa yazıyorlar. O çok zor iş.
Bir roman için aylarca uğraşan yazarlar var. Ben roman yazmaya yönelmeyeceğim.
Bana hikayeler yeter. Anlatılmak istenen kısa ve öz olarak okuyucunun ilgisine
sunulmalı.
Çeşitli yayınevleri haberim olmadan masal -
hikaye kitaplarına, yardımcı ders kitaplarına alıyorlar. Ben şimdi Bursa'dayım.
Çeşitli kırtasiyelerden şu son 4 yılda 124 tane kitapta eserlerimi buldum ve
satın aldım. Bazısında bir tane bazısında iki tane almışlar. Birinde yedi tane
var. Telif hakları diyorlar. Geçen yıl bir yayınevine telefon etmiştim. Hikaye
kitaplarınıza benim pek çok hikayemi koymuşsunuz dedim. Kitapların ve
hikayelerin adını söyledim. Araştırın dedim. Googleye Serdar Yıldırım
Hikayeleri yazın dedim. Yayınladığınız hikayelerin adını yazın dedim. Tamam,
dedi yayınevi sahibi, yarım saat sonra ben seni ararım.
Yarım saat sonra aradı. Dedikleriniz doğru
dedi. Benim dedim 10 bin lira borcum var, Bana bu parayı verirseniz ben size
hiç yayınlanmamış hikayelerden gönderirim. Yayınevi sahibi, Serdar ben senin
yazdığın hikayelerden gelen parayla Ankara'da 5 katlı apartman yaptırdım. Yeni
hikayelerini internetten bulup kullanırım. Sana para yok, dedi. Çok üzüldüm.
Demek dedim insanlar arasındaki benim değerim bu.
Çok istedim bunları yazmayı, aylardır
kafamdaydı. Bilgisayarın başında bunları
yazıverdim. Pek çok site ve forumda da okunmasını sağlayacağım. Okuyucu neyin,
nasıl ve şekilde olduğunu bilmeli. Kim, neyi, nasıl ve hangi şartlarda yazmış
ve yazıyor. Sevgiyle kalın.
Serdar Yıldırım