Yıllar önce ilk şiirimi bir edebiyat sitesine astığımda on yaş daha
gençtim. Tabi benim ile beraber ya da benden daha önce de bir edebiyat sitesine
girmiş yazı paylaşmış olanlarda on yaş gençti... Bir çokları ile sonradan
tanıştık. Kimi ile yüz yüze kimi ile de İnternet ortamında görüşüyoruz...
İlk şiir, ilk nesir, ilk göz ağrıları tabi ki... Biz bir havalarda bir
havalarda, zannedersiniz Nobel Edebiyat Ödülüne adayız. Hemen eşe, dosta,
akrabalara, yakınlara duyurmak da lazım. ''Hşşşt! Amcaoğlu, dayıoğlu, hala
kızı, baldız, bacanak, kayınçolar, sınıf arkadaşlarım, biraderler, bacılar, ben
de yazı yazıyorum okumak istersen filan fişmekan edebiyat sitesinde.'' Okudular
mı? Okumadılar tabi ki... Biz küstük mü kimselere, bizi okumadılar diye?
Küsülür mü, asla!
Benim daha kitabım da yok hem vallahi hem de billahi, kitapsızın birisiyim.
Şekil olarak canım, yoksa iman ettiğimiz bir kitabımız var tabi ki her Müslüman
gibi... Kim bilir eserlerimizi de bir gün kitap haline getirir, okurlar ile
buluştururuz...
Uzun yıllar edebiyat sitelerinde, lütfettiler site sahipleri, yöneticilik de
yaptık... Binlerce şiire ve nesre yorumlar yazdık. Kimseden bir şey beklemeden
yazdık yorumlarımızı. Aman ben ona yazdım, o da bana yazsın gibi bir hesap
içinde olmadık hiç bir zaman. Tek derdimiz edebiyattı, şiirdi, gülmece idi,
deneme idi, makale idi...
İlk zamanlar otobüs ile şehirler arası yollarda seyahat ederken bile, çevreme
dikkatlice bakardım cepten İnternet'e girenlere, acaba edebiyat sitelerinde
yazı okuyan veya paylaşan var mı diye... Hayır olsa ne olacak? Hemen yanına
gidip de ''Oooo dostum ben de o şimdi nette gezindiğin edebiyat sitesinde
yazıyordum da hhhm beni de okumşsundur belki...'' Adam ne desin ''Evet ara sıra
bakarım göz ucuyla, siz kimdiniz, hmmm yok yok sizi okumadım.'' İşte böyle
muhabbetler. ''Bak sen yerle bir oldum şimdi benim gibi büyük bir yazarı
okumamış arkadaş ne büyük bir eksiklik.'' Eksiklik tamam da, benim için mi, onu
için mi eksiklik orası belli değil...
İnsan egosu gereği beğenilmek ister. Kimden gelirse gelsin övgüler başımızın
tacı olur bir anda. ''Vayyy abicim nasıl yazıyorsun ya, keşke ben de senin gibi
yazabilsem.'' Havalar binbeşyüz ''Tabi ollum pöh pöh pöh! Ne emek verdim ben bu
edebiyata biliyor musun, saçlarım ağardı bu yolda'' Saçımızın beyazları, şiir,
öykü yazmadan önce de vardı... Külliyen palavra... Bir gurur, bir gurur biz de
alçak dağları ben yarattım yüksek dağlar babamdan dedemden miras kaldı.
Böyleyken böyle işte durumlar...
''Beni özleyin anacığım.'' derdi, merhum Levent Kırca'nın karısı Oya Başar
Olacak O Kadar da. Siz de ''Beni okuyun anacağım, okumakla da kalmayın, hatta
bir sonra ki yazımı da özlem ile hasret ile aşk ile bekleyin mi desem, ne desem
bilemedim ki?''
Anaaam! Sen de okuyor musun beni? ''Gel oğlum gel otur bakayım şöyle yamacıma
da sana bir güzel okuyayım, nazar varsa üzerinde çıksın, dur bakayım baş örtümü
de takayım, tesbihimi de alayım.'' Sen de onu mu dediydin ya anne? Neyse oku
bakalım oku da kısmetimiz açılır belki de kitap mitap çıkartırız, bitap
düşmezsek eğer ki...