Sürgün  ( 4 )

 

 

Ah yaralı manolya mahzun çoban yıldızı

Bin parçaya bölündü sensizliğinden şiryân

Hercai menekşenin bahtına küskün kızı

Tufana döndü şimdi kan kızıl çeşm-i giryân

Bu nasıl bir çiledir an be an artar hızı

Ah yaralı manolya mahzun çoban yıldızı

 

Gözüme demir atmış intizâr adlı gemi

Limanlarım yıkılmış kıyılarım tar-u mâr

Zaman azâd etmiyor içten tutuşan demi

Şimdi katran karası bi-vefadan bergüzâr

Boğuyor tamburumdan doğan ümit güftemi

Gözüme demir atmış intizâr adlı gemi

 

Küf rengine benzedi sinemdeki dermanım

Yeniden serenâda kalmadı cesaretim

Zamanının içinde Hint fakiri zamanım

Anladım bitmeyecek gölgene esaretim

Anlama bilme ne gâm canım yanıyor canım

Küf rengine benzedi sinemdeki dermanım

 

Şerm eder reng-i tebessüm gördükçe ahvâlimi

istihzâyla bakıyor yollar şakaklarıma

Süt beyaz bulutlarla bezedim saç telimi

Bir nihavend bir segâh düştü dudaklarıma

Baldıran zehiriyle parçalarken dilimi

Şerm eder reng-i tebessüm gördükçe ahvâlimi

 

Bil ki veda vaktine fazla zaman kalmadı

Fikrimin ince gülü ateşte üşüyorum

Bu sürgün şafakların hiç sabahı olmadı

Tut elimden ne olur zemine düşüyorum

Yol kırık han kapalı son yolcuyu almadı

Bil ki veda vaktine fazla zaman kalmadı

 

Kanat vefa köşkünün mavi rengini kanat

Bırak rengini bulsun cevrinle kalb-i sırça

Her tuval darbesiyle onu hicranla donat

Belki ikbâldir sana parçalanan her parça

Züleyha'yı kahreden sanat işte bu sanat

Kanat vefa köşkünün mavi rengini kanat

 

Ne senden ümit kaldı ne bende muhayyele

Anladım bu sürgünün vuslatı kara toprak

Samanyolu şahidim  yazdığım arz-u hâle

İçe doğru yalnızım kurudum yaprak yaprak

Kör baykuşlar gülüyor erken bükülen bele

Ne senden ümit kaldı ne bende muhayyele

 

Son çayımı içerken hıçkırıyor taş masa

Yas tutuyor mazinin fanustan serâbına

Hani ölümüneydi  sevdada kutlu yasa

Her isimde sen girdin bu sine harâbına

Ne yazmaya şiir yar ne bende mistik tasa

Son çayımı içerken hıçkırıyor taş masa

 

Taş masa ahh taş masa sırlarımın kefili

Her akşam gördüğünde nasıl gülerdi bize

Oysa şimdi yanında yalnızlığın sefili

Bil ki bu suskunluğu ağıttır ikimize

Yoksa yoksa ben miyim çilegâhın mahfili

Taş masa ahh taş masa sırlarımın kefili

 

Artık tam tam dansında senden kalan hatıra

Kaynar kazana düştü felek odun peşinde

Mızrakları batıyor yazdığım her satıra

Tufan tuğyâna döndü düşüncenin düş’ünde

Bundan sonra razıyım kırk satır kırk katıra

Artık tam tam dansında senden kalan hatıra

 

Arşınlamaktan bıktım kaldırım taşlarını

Bir ben varım sokakta birde çileden duvar

Mütebbessim  çehreyle yine çat kaşlarını

Beyaz atım yoruldu attan düştü şehsuvâr

Bırak göğe savurma o mavi kuşlarını

Arşınlamaktan bıktım kaldırım taşlarını

 

Ve hâlâ duymuyorsun bu mudur ahde vefa

Karınca kanadında razıyım gelse sesin

Arş’ı geç ferş’i atla sırat üstünde şifa

Ateş dondu su yandı söylesene nerdesin

Kaç mektuba vuruldum belki diye son defa

Ve hâlâ duymuyorsun bu mudur ahde vefa

 

Devr-i hazâna döndüm gittiğin günden beri

Bu kaçıncı sürgünüm söyle kaçıncı ağıt

Çivilenmiş gibiyim ne ileri ne geri

“Yeter diye isyanda yazdığım kalem kâğıt

Sayende yerle yeksân ihtilâçta söz eri

Devr-i hazâna döndüm gittiğin günden beri

 

Seni unutmak var ya bir onu yapamadım

Hava demir ses demir nefes keskin bir bıçak

Yıldızları kırptım da  derdini kırpamadım

Bir daha yanmaz belki ardın sıra boş ocak

Gölgemden bile koptum bir senden kopamadım

Seni unutmak var ya bir onu yapamadım

 

Varsın olmaya görsün omuz başımda nefes

Ruhumun ifadesi bad-el harâb el Basra

Ses telimi yakıyor senden azade menfes

Sürgünümü severim yeminim olsun asra

Taç Mahâl'i çatlatır sürgün şehrimde mahbes

Varsın olmaya görsün omuz başımda nefes

 

Ben kimsesiz dağların emzirdiği ağacım

Kaç kervan geldi geçti bilsen kara taşımdan

Oysa beni alacak bir kervana muhtacım

Mevsimler beste yapar hazânımda yaşımdan

Bu yüzden iflahsızdır  daha da artar acım

Ben kimsesiz dağların emzirdiği ağacım

 

Evet evet ben buyum sürgünüm renksiz güle

Bir adım Fizan benim diğer adımda Sina

Bin kez tövbemi bozdum içimdeki bu hâle

Bana revâdır kâhır sana revâdır senâ

Hani bir şarkı vardı "çile bülbülüm çile"

Evet evet ben buyum sürgünüm renksiz güle

 

Bülbül olsam ne fayda ne söylesem kâr değil

Nefesinden geriyim nefesimden ileri

Hakk’a tabi olmuşum ondan gelen ar değil

Buz dağlarına çarptı cevrinle bu Makberî

Çok söz yalan getirir yalan bana yâr değil

Bülbül olsam ne fayda ne söylesem kâr değil

 

 

 

Makberî – Ahmet Akkoyun……..16/08/2010………..22:50…….İst

 

_____________________________________________________________-

 

 

Şiryân =  Atar damar

Çeşm-i giryân = Ağlayan göz

Bergüzâr = Hediye ,hatıra

Şerm eder reng-i tebessüm = Tebessümün rengi utanır

Bad-el harâb el Basra = Basra harab olduktan sonra..Atasözü  (Irakta bir şehir)

Menfes = Nefes borusu

Mahbes = Hapishane

Şehsuvâr = Usta ata binen

Mahfil = Toplantı yeri, padişah ve müezzinlere camide ayrılan yer

Tuğyan = Taşma ,dolma

 

Yorum =  Lütfiye Bulhaz Sevinç

Montaj = Selami Sevinç

 

Her iki değerli kardeşimede teşekkürlerimle

Makberî

( Sürgün 4 başlıklı yazı Ahmet Akkoyun tarafından 20.08.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu