Yiğit Karan’ı korkutmak için “Ben zombiyim, ben zombiyim!” diye söylenirken beş yaşındaki, mavi mi mavi deniz gözleriyle biraz da korkarak Yiğit Karan lafını eder yine: “Baba lütfen yine insan ol!” diye… Yani zombilikten çık, yani eski haline geri dön, yani ben korkuyorum, yani insanlıktan ne zarar gördün ki zombi oluyorsun manasında bir cevap! Bu laf kaç filozofu kıskandırır, kaç âlimi deli eder, kaç akıllıyı hayran bırakır kendine?
Hep beraber seslenelim toplumun yüzüne karşı: “Lütfen insan olun biraz!” diye… Trafik magandalarına, kaldırımı yok yere işgal edenlere, yere tükürenlere, duvarlara sümkürenlere, buraya çiş edilmez denen yerlere çiş edenlere, sigara içilmez denen yerlerde ayak ayaküstüne atıp tüttürenlere, küfredenlere uluorta, kadınlara şiddet uygulayanlara, tacizcilere, kabalara, cahillere, makam delilerine, yalakalara, torpilcilere, adam kayırıcılara vesaire cümle kazmalara, yarmalara…
Arabanın arka kısmına yazılabilir mesela: “İnsan ol!” diye…
Duvarlara yazılabilir mesela: “İnsan ol!” diye…
Manşetlere dahi girebilir: “İnsan ol!”diye…
Kültürlü ve entelektüel bir vaiz minberde halka vazederken Shakespeare’den bahsetmiş. Onun bir sözünü vaazın bir yerinde sarf etmiş. Namaz sonrası yaşlı mı yaşlı; ak sakallı, nurani mi nurani bir dede yanındakini dürterek. “Şişşt baksana!” der “Vaiz bugün Hazreti Shakespeare’den bahsetti, ben bu peygamberi daha önce hiç duymamıştım.” der. Başkasına benzemez benin insanım, safiyeti ve doğallığı ile kendini belli eder. Bu letafet ve zarafet başka insanlarda yoktur sanırım. Google’ye de Hazreti Google diyorlar ya çok gülüyorum. Hazretten geçilmiyor memlekette, bu kadar hazretin olduğu bir toplum elbette ki tertemiz bir toplumdur değil mi? Hazreti Shakespeare’den Hazreti Google’ye… Bir başkadır benim memleketim.
Herkes duvarına yazsın bugün: “Hazreti Shakespeare ve Hazreti Google” diye… İnanın on binlerce kişi üşüşür başına… Beğenilir, paylaşılır. Hatta imkân bulunsa onlara bir yer tahsis edilir ve o yerin kapısına kıyısına köşesine çaputlar bağlanır.
Orijinaliz vesellem!
Yiğit Karan anaokulundan çıktığında gülüyordu habire…
“Ne oldu Yiğit’im.” dedim.
Baba öğretmen bizlere “Good - Bye Children!” dedi.
“Bizde çıldırdık.”
Gülmekten öleyazacaktım. Sakın sizler çıldırmayın aman ha! Bundan doğal ve bundan kaliteli espri zor bulunur kanımca. Zamane çocuklar bir harika oluyor!
Şimdiki çocuklar lise mezunu olarak doğuyor, emin olun.
Yaşlı dede torununu çocuk parkına götürürken, önlerinden çok güzel bir araba geçti. Dede: “Bak düt’ e, düüt geçiyor, düüüt…” diye çocuğa arabayı gösterdi.
Çocuk: “Dede, o senin düüt düt dediğin sekiz silindirli, otomatik vitesli, iki bin model Cherokee’dir.”
Şimdiki çocuklar nedir demiştim az önce; bir harikadır değil mi? Ya da harika ötesi…
Elazığ’da kar kıyamet, memleketin her yerinde kendini çok şiddetli bir şekilde hissettiren kış mevsimi ilimizde de tesirli oldu. Kar yağışı ve bunun üzerine ortaya çıkan don olayı kışı iliklerimize değin hissetmemize neden oldu.
Böylesine tesirli bir mevsimin ortasında içimizi ısıtan hikâyeciklerde esprilerde nüktelerde mevsime uygun olarak lügatimizdeki yerini aldı. Dağarcığımız böylece daha güzel daha renkli ve daha etkili bir hale geldi.
Sorarlar hemşerimize: “
“Gar,
Gış,
Gıyamet…”diye…
Biraz gülün istedim bu soğuk günlerde, içiniz biraz ısınsın. Buz tutan hisleriniz biraz çözülsün, iklime uygun giden sertliğiniz biraz yumuşasın, suratınızın-gülerek- değeri artsın diye…
Gar, gış, gıyamet işte…