Bir varmış bir yokmuş diye başladı Kaptan günün birinde kendi masalını anlatmaya. Bir varmış bin yokmuş, var olanın adı Su’ymuş dedi tekrarında. Onun dışındakiler yokmuş binlerce kez milyonlarca kez.
Bir olan oymuş yani Su, başkası yokmuş ki olmasının da imkânı da yokmuş.
Bir varmış bir yokmuş diye başladı Kaptan.
Bir olan Su’ymuş gerisi yalanmış, hayalmiş, var da yokmuş aslında.
Kaptan “Nasıl ifade etsem başka söz kalmadı güzelliğini anlatmaya!” dedi ve başladı masalını anlatmaya.
Sözler inci oldu tane tane, iri iri. Manalar kolye. Dizildiler ardı ardına gerdanına Su’yun.
Deryalarda yüzen allı pullu balıklar, derinlerde saklı olan inci mercanlar; semalarda asılı duran yıldızlar, dahası seyyareler, ötesi ebemkuşağı bu aşkı dillendirdiler durdular sonsuza değin.
Bu bir masaldı düşen Kaptan’ın ömrüne ve hep öyle kalacak olan.
Su ise bütün olan bitenlerden mütebessimdi, mesuttu, hoştu. Bir masalın iyilik dolu, güzellik timsali prensesiydi.
Kazanacaktı nihayetinde her masalın sonunda olduğu gibi, iyilik üstüne gelecekti kötülüğe, güzellik galebe gelecekti çirkinliğe.
Su Prenses ödül olarak Kaptan’ı alacaktı.
Kaptan Su’ya kanacaktı ömür boyu.
Su Prenses bahçeye çıktığı vakit goncalar mahcup olurdu ve bu mahcubiyet al bir renk olarak goncaların yanağına düşer ve rengini alıp gül olurdu.
Kuşlar aşk ile şakımaya başlar aşkın en güzel melodilerini bahçenin dört bir yanına duyurmaya başlardı.
Bahçede akıp giden dere bile Su’yun ayaklarına vasıl olmak için yönünü değiştirmeye çalışır ve ona doğru şırıl şırıl akmaya çalışırdı.
Rüzgâr sırf Su Prenses bahçeye çıkmış diye en tatlı esintileriyle gelip onun saçını yüzünü okşardı usulca.
Aşkın has bahçesinde en mahrem duygular ortaya çıkıyor ağaçlar baştan ayağa aşk kesiliyor, yerle gök arasında aşk hükmediyordu. Aşkın havasıydı soludukları, nefeslendikleri aşkın ta kendisiydi.
Buna sebep olan ise Su’yun ta kendisiydi.
Kaptan bahçıvandı.
Has bahçenin bahçıvanı.
Su’yun gizli hayranı, ağlayanı, kendini ona bağlayanı, meftunu…
Özenerek bezenerek süslerdi bahçesini.
Rengârenk çiçekler yetiştiriyordu.
Koku koku, renk renk boy boy…
Az gittik uz gittikle başlayan bütün yolculukların vardığı mekândı bu bahçe.
Su Prenses bahçeye çıktığında ayakları incinmesin diye bahçenin her karışını çimlerle donatmıştı. Ağaçlar dört mevsim meyveliydi, çiçekler canlıydı. Börtü böcek bu görsel şölenin artılarıydı. Su’yun kalbine işlemek istiyordu aşkını ve bahçesini ona göre işliyordu; nakış nakış aşk aşk…
En çok uç uç böcekleri vardı, uğur böcekleri…
Bahçıvan Kaptan alıp eline uğur böceğini seslenirdi her sabah:
—Uğurböceği uğurböceği, söyle bakalım benim yârim nerede? diye… Uğur böceği kanatlanır ve yârin olduğu yere doğru uçardı, Su’ya…
Bir papatyayı alırdı eline, nazik ve şefkatli bir biçimde, bütün yapraklarını seviyor diye sayardı koparmadan.
Bahçenin ortasındaki derecikte avuç avuç su alırdı eline ve içerdi suyu kalbine değsin diye. Su’ydu içtiği, aşkıydı, biriciğiydi.
Bahçıvan Kaptan’ın Su’ya hasreti toprağın suya hasretiydi.
Su’yun bahçeye icabeti aşkın aşikâre çıkmasıydı.
Her şey Su’ya göre şekilleniyordu burada. Attığı her adım binlerce çimin filizlenmesine yarıyordu, baktığı her dal meyveye duruyordu, güldüğü her çiçek rengini alıyordu, dokunduğu her şey aşk kesiliyordu.
Yalnız gülün dikeni Su’ya kızıyordu. Güle o kadar önem veriyor bana hiç bakmıyor diye. Tam dokunurken güle Su Prenses, diken battı eline. Su Prenses gayriihtiyarî bir of çekti aniden. Gök gürledi, rüzgâr esti, dağlar yıkıldı, kuşlar çığlığa durdu. Her şey dondu, diken şaştı bu işe.
Kanadı eli Su’yun, kanadı yüreği bahçıvanın.
Gül kırmızıya boyandı.
Diken ölüme.
Bahçıvan Kaptan sarıldı eline Su Prenses’in, dudağını yapıştırdı kanayan yerine. Emdi de emdi Su Prenses’in akan kanını, çekti de çekti Su Prenses’in canını.
Kalbini çaldı, ruhunu emdi, aşkını çekti.
Bir of çekti yeniden Su Prenses.
Bu aşkın of’uydu.
Kalptendi.
“Of!” dedi tekrar Su Prenses, Bahçıvan Kaptan’dan çekerek elini“Sevgili dikencik seni unuttum sanma! Güle bakarken sana da bakıyorum, sen olmazsan gül olmaz ki!”dedi.
Bahçıvan Kaptan Su’ya baktı, Su Bahçıvan Kaptan’a…
Gül dikene baktı diken güle.
Bahçıvan Kaptan kendinden geçmişti, Su Prenses, Bahçıvan Kaptan’a bakıyordu.
Su’yun yüreğine cemreler düşüyordu.
Kanı kaynıyordu, sesi titriyordu ve bir heyecan bütün vücudunu sarıyordu. Aşka bakıyordu Su, Bahçıvan Kaptan’a.
Derecikteki balıklar suyun üzerine çıkmıştı Su Prenses’in “of “sesiyle. Allı pullu balıklarla, suyun üzerinde rengârenk bir cümbüş oluştu, çiçeklerin tamamı açıldı Su’ya doğru, kuşların hepsi başına üşüştü, sema gökkuşağını haber alsın diye gönderdi Su Prenses’in yanına.
Bahçenin bayramıydı bugün.
Aşkın.
Su Prenses öptü aşkından baygın düşen Bahçıvan Kaptan’ı.
Tanrı’dan bin defa onu diledi içinden.
Bahçıvan Kaptan kendine geldi, Su’ya… Ve onda kalmayı istedi Allah’tan, bir ömür boyu.
Duası kabul olundu.
Gökten üç elma düştü o an, düne, bugüne ve yarına ait olan.
Dün tanıştıkları için bugün kaynaştıkları ve yarın birleşecekleri için.
Bir varmış bir yokmuş’tu aşkları.
Az gittik uz gittik tadında.
Üç elma da hediyesi…