Sıradan şeyler anlatacağım sana bu gece. Ağaçların polenleriyle beni sille tokat yere serişleri , ve ardından üremelerini kutlamalarını mesela.  Ağaçlar rüzgar çıktığında sarhoş olurlar. En azından ben böyle düşünüyorum. Öyle bir dalgalanıyorlar ki düşen yaprakların yüksek dozdan kopan gözyaşları olduğunu görüyorum. Hem bizim gibilerle olan benzerliklerine de şaşmamak mümkün değil. Her kopan yaprak kendilerinden bir parçanın ölmesi demek. Ama hiç bir ağaç bu rutin yaşadıklarının ardından üzülmüyor. Çünkü içlerindeki cevher o kadar zengin ki uzun bir kışın ardından bütün dallarını hızlıca donatabileceklerini biliyorlar. Bizlerse onlardan olan farkımızı bu noktada belirliyoruz. Biz de her gün kendimizden bir parçanın ölüşünü izliyoruz, ağlamadan. Ama yenilenmiyoruz. Her kış daha az umut içeren bir bahara açıyor kapılarını. Her yaz daha az deniz görüyor. Her sonbahar daha çok mezar kazıyor. Her gece yattığımız yatağın o mezar olduğunu anlamamız yıllarımızı aldı. Üzerimizden çıkmayan toprak kokusunun sebebi rapor haline dönüşüyor böylece.


Sonuç... Yaşayan ölüler var dünyada. Biz de onlardanız.


Her şoförün trafiğin aktığı yönden inmesi tesadüf değil. Bu bir an intihar etmek isteyen bir ehliyetlinin aniden kapıyı açıp kendini yol ortasına atarak, başka bir ehliyetliden faydalanma şekli de olabilir. Ölümle el sıkışırken kendi yakasındaki uğurböceğini onun yakasına iliştirir o anda. Uğursuzluk gibi algılansa da aslında kulanmadığı şanslarını da devreder kendini öldürene. Zaten geride kaldığı ve yaşadığı için ekstra şansa ihtiyacı olacaktır. En azından takılan borcun bir kısmı karşılanır böylece. Eğer yaşasaydı kendine bir gün gelecek aşkın şansını bulaştırırsa yıllar sonra bir çocuk bile doğabilir küllerinden. Kısacası kendini yakarken başkasını da yakmaz insanlar. Başkasına devir yaparlar. Ruh vaktinden önce giderse onun da mirası birilerine kalacaktır. Ve bu düzende mirası red edemezler. Ancak onlarda bir gün bir başkasına devredebilirler. Bu noktadan bakınca kaç tane ruh taşıdığımızı düşünüyorum. Yoksa bu yüzden mi ağırlaştı yükümüz ? Çok kişilikli olmamızın sebebi bu mu?


Salonun kapısında duruyorum. Ruhumdakiler bir bir hayatın verdiği kokteyle karışıyorlar. Biri dini fetvalar düzerken bir başkası votka şişelerinin kaynağını arıyor. Az ileride doğmamış kızının saçlarını örerken görüyorum diğerini. Ve böyle kalabalıklaşan içimdekilerin birazdan salona sığmayacaklarını düşünüyorum. Lider olarak aralarına karışmaya niyetim yok. Hepsini ben yönetiyorum. Sonra doğmamış saçları örülü küçük kız koşarak yanıma geliyor. Artık beni çağır diyor. Susarak gözlerim doluyor. Küçük kız şeffaflaşarak yok oluyor karşımda. Onu hiç bir zaman çağırmayacağımı anladı. Ve yok olarak kendini kurtardı benden.


Hayat kendimizi sürekli bir şeylerden kurtarmakla akıyor. Öyle bir yükle bağlıyız ki çözdükçe yeni bir düğüm çıkıyor karşımıza. Bazen bir el uzanıyor o düğüme. Kısacık bir dokunuş farklılaştırıyor hayatımızı. Ama aslında herşey olduğu gibi duruyor. Dünya "yüklerimizi birleştirelim" sloganına varoluşundan beri karşı. İşte tüm bunlar olurken senin gülen yüzünü düşünüyorum. Kıyamıyorum , gülüşünü silen olmaktan korkuyorum. Dudağının bükülmesinden ve içinin son kalan parçasını tuzbuz etmekten. Neden? diye kendine sormandan korkuyorum. "neden" sorusu kemirir insanı, yükleri kendiyle çarpar.Hayatı tarnspoze eder.


Sonra da mektupları yırtmakla geçer günler. Mektuplar yırtılır, günler geçer mi... Geçmez işte , en çok da ondan korkuyorum.


Sahilde bir bankta denizi şahit tutup , konuşmak gerek... Birbirimizin sözünü kesmeden kısa hayatlarımıza uzun cümleler iliştirmeliyiz.


Bu bir çocuğun anne demesi kadar kolay ve ihtiyaç.


Ve en başından beri
Senin adın kısa
Senin adın sıcak...


‎10.‎05.‎2013 İstanbul


Bir sabah iyi uyandı mı insan sanki yeni bir şey keşfetmiş gibi hissediyor kendini. Yadırgıyorsun kendini. "Hiç böyle olmuş muydum" diye düşünüyorsun. Olmuştum tabi. Ama gömmenin tanımı da burada başlıyor zaten.


Unutmak öğrenilebilir..!


Öğrene öğrene insanlar filozof olmuyorlar. Deli oluyorlar. Sürekli kendilerine sordukları soruları kendileri cevaplamaya alışınca bir gün sesli cevaplamayı da yadsımıyorlar. Gayet doğal. Konuşacak kimsem yoksa kendimle konuşmak en doğal hakkım diyorlar. Üstelik bu kendi kendineler de hiç bir yalan , kıvırma, ima olmuyor.Neyse o. O yüzden deliler kendilerini normal, diğer insanları anormal sanırlar. Çünkü onların konuşmalarından hiç bir şey doğmaz. Gerçek ve doğruluk payı o kadar azdır ki insan dinlemek bile istemez onları. İşte bu yüzden iki delinin muhabbetine doyum olmaz. Devrile ,yuvarlana konuşulur. Susulur. Susmak bile kendine yakışan anlamını taşır. Tekrar alakasız bir yerden aynı konuya gelinebilir. Kimse kasmaz kendini. Olduğun gibi. Ya da doğduğun gibi, ruhun her daim çıplaklığının ispatıdır bu. Artık bize deli de demiyorlar. Biz farklıyız toplumsal açıdan. Sıradışı , uçuk ,marjinal ve bir çok tanım daha. Kısacası onlardan değiliz. Bugün çok mutluyum. İyi ki onlardan değilim.


Bu bir çocuğun anne demesi kadar kolay ve ihtiyaç.


Ve en başından beri
Senin adın kısa
Senin adın sıcak...


‎12.‎05.‎2013 İstanbul

( Deliliğe Notlar başlıklı yazı ÇİLER GÖKSEL tarafından 13.05.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.