Ramazan ayının gelişiyle gıda maddelerinde, özellikle de sebze-meyve fiyatlarında zam görülmesi alıştığımız durumlardandır. Bu, ülkemizde böyle olduğu gibi diğer halkı Müslüman ülkelerde de böyledir. Bizzat Ramazan ayını geçirdiğim Cezayir ve Suriye’de Ramazan aylarında, gıda maddelerinde hareketlilik vardı. Hatta Cezayir’de ana caddelerde bez afişlere asılmış bir yazı “Aldatan bizden değildir.” diyordu. Bilindiği gibi bu cümle Allah elçisinin (selam ve saygı ona) sözüdür. Yazıldığı zaman-mekân göz önüne alınır ve Kayseri ağzıyla tercüme edilirse “Kazık atan bizden değildir.” demek olur.
Ticarette “arz-talep dengesi” çok önemlidir. Bir şeye talep artar ve piyasada da az bulunursa, pahalı olması kaçınılmazdır. Bu durumda pahalılaşma doğal gözükmektedir. Yani bütün suçu esnafa yüklemek, eleştiri oklarına satıcıları hedef yapmak doğru değildir. Pekâlâ, satanın suçu var da alanın hiç mi suçu yok?
Yaşanan açlık ve susuzluk nedeniyle, yenilen-içilen şeylerin daha güzel ve kıymetli gözüktüğü doğrudur. Çünkü bu ay, nimetin kadrini öğrenme ayıdır. Kıvırcık marul daha bir yeşil, domates daha bir al gözükmektedir. Bu yüzden uzmanlarca “açken alış-verişe gidilmemesi” önerilmektedir. Oruçta sabahtan akşama açlıkla karşı karşıya olduğumuza göre, iftardan sonra alış-verişe gitmek daha doğru gelmektedir. Ancak her şeye rağmen Ramazan’da, daha çok gıda alış-verişi yapılmakta; daha fazla yenmektedir. Oysa oruçta daha az yemek-içmek gerekmekteydi.
Ramazan gelince, Müslümanlar -zengin-fakir ayrımı olmaksızın- oruç tutmakta; açlık ve susuzluğu bizzat tadarak empati yapma imkanı bulmaktadır. Sevabının çokluğu nedeniyle, daha çok hayır yapılmaktadır. Marketler ve Belediyelerin düzenlediği “iâşe paketleri” bunun açık bir göstergesidir. Davetler son derece çoğalmaktadır. Hısım-akraba daveti de bu ayda yoğunlaşmakta; herkes yemediğini yedirmektedir. Yediren ve yiyen çoğalınca tüketim artmaktadır. Oysa iki öğüne düşüldüğü ve yemeden-içmeden kesildiği için tüketimin azalması gerekiyordu. Demek ki hedeften sapma bulunmakta; amaca ulaşılamamaktadır.
Teravih
namazıyla yenilenlerin eritilmesi pratik fayda sağlamakta, sünnet olan teravih
namazı farz gibi algılanmaktadır. Bu da dinin hükümlerine zam olmaktadır. Çünkü
bu sünnetin koyucusu (selam ve saygı ona) daha ikinci günün akşamı, toplanan
kalabalık cemaati görünce “farz olmasından korktum” demiş ve odasına
çekilmiştir. Bugünkü manzaraya bakılırsa, korkulan başa
gelmiştir.
Bir
batı hikâyesinde “Kırmızı Başlıklı Kız”, ninesi kılığındaki kurda sorar:
-Anneanne, gözlerin neden o kadar büyük?
-Seni daha iyi görebilmek için.
Nitekim açlığın etkisiyle yeşil daha bir koyu, kırmızı daha bir al
gözükmektedir.
-Anne-anne, burnun neden bu kadar büyük?
-Seni daha iyi koklayabilmek için.
Açlığın etkisiyle kokular burnumuza daha bir nefis gelmektedir.
-Anne-anne, dişlerin neden o kadar büyük?
-Seni daha iyi yiyebilmek için!
-!?!?!...
Açlığın etkisiyle daha bir iştahlı, daha fazla yenmektedir. Öyleyse sormalı ve
sorgulamalıyız:
Oruç kim biz kimiz?!