Karanlıkların
adamıydı o! Terk edilmişti, yalnız konulmuştu, çaresiz bırakılmıştı.
Geceden daha
karanlık olan içiyle adam diline doladığı uydurma türküsüyle yürüyordu
ağır aksak:
“Haniymiş benim üç kuruşluk keyfim?
Gel keyfim gel diyenim neredeymiş?”
Kafa hoştu,
yol loştu ve dünya boştu.
Kaç sokak
geçti, aynı sokağı kaç kez geçdi hesabı yapılamazdı.
Aşk acısı
başka acılara benzemezdi.
Tırnak çekmeye
değil… Diş ağrısına da değil!
Baş ağrısına
da değil, kalp ağrısına da…
Başka bir
acıdır aşk acısı… Tarifi yok, izahı kâfi değil, tanımı olamazdı.
Gecenin rahminde
sancıydı o!
“Şu satılası dünyada rahatım neredeymiş?
Bu atılası dünyada mutluluğum kimdeymiş?” diye
haykırıyordu adam karanlığın içinde hayal meyal!
Sevgili kim
bilir hangi elleri tutmaktadır şimdi, gözleri hangi gözlerin derinliğine
dalmaktadır ve saçları hangi nobran elin parmaklarına dolanmaktadır.
Ah kalbim!
Adam
çıldıracak gibiydi, kafayı yiyecek!
Tekmeyi yediği
her halinden belliydi yüreğine. Sevdiği basıp gitmişti son sürat, ezip
geçmişti, yıkıp esmişti. Kırıp dökmüştü. Tamiri mümkün değildi, ıslahı, tımarı…
Sözleri ağır
yaralıydı, gözleri kan içindeydi, saçları iç içe girmiş ve dağınıktı. Üst baş
zaten pejmürdeliğin ta kendisiydi.
Adam
ağlıyordu:
“Mutluluğumdun
Onu benden çaldın.
Huzurumdun
Onu benden aldın.”
Dert ağlatır
aşk söyletirmiş. Adam hem dertliydi hem âşıktı. Hem ağlıyordu hem söyleniyordu.
Gözlerinin feri iyice atmıştı fecre doğru yürüyordu. Felce uğramış gibiydi. Fevkalade
mahzundu şimdi. Fevkaladenin de fevkinde yağmurluydu.
Şu yalnızlık
hissi ona bakan herkesi sarmalardı anında. O denli yalnızdı.
Şu hüzünlü
hali ona bakanı anında yakardı. O denli yanardı içten içe!
Sevgili şimdi
kimlerle oynaşmaktaydı. Kimlerle gülüşmekteydi. Kimlerle sarmaş dolaş
olmaktaydı. Adamın hali renkten renge değişiyordu haleti ruhiyesine göre.
Aklına düştü
mü o yâr her tarafı yara bere içinde kalıyordu. Sevgilinin değmiş olduğu yer
kızarıyordu teninde… Gözleri yanakları elleri kolları… Kan kırmızı oluyordu bir
mahcubiyet sarıyordu her yanını.
“Sen yoksan ben niye varım ki!” diye
söyleniyordu şimdi de.
“Sen gitmişsen ben niye kalıyorum ki!”
diye devam ediyordu.
“Sen sensen ben neyim ki!” o kadar
değersizleştiriyordu ki kendisini o kadar olur.
O kadar hakir
görüyordu ki canını…
O kadar ucuza
indirgiyordu ki adını…
Nur pazarına
yağıyordu canı bit diye…
O yoksa
kendisinin olmasının da bir anlamı yoktu.
O bu canın mahiyetiydi.
O candı.
Şimdi hangi
kaba sözlere muhatap oluyordu sevgili?
Hangi hoyrat
gönle misafirdi?
Hangi aklı
evvele meze oluyordu?
Oysa onun evi
aşığın gönlüydü. Başka her yer ona gurbetti.
İnsan evini
bırakıp da gurbete düşer miydi?
Kiracı olur
muydu başka kalplere? Aklı almıyordu bir türlü.
Karanlığın
sonuna gelmişti adam. Sanki geceyi içine çekmişti de bütün karanlık ruhuna
hapsolmuştu.
Güneş
doğuyordu.