İftar davetindeydik. İftar sofrası zengin sofrasıydı. Yemekler vardı. Ziyafet vardı.  Herkeste ruhani bir hava vardı. Herkes açtı ve susuzdu o an! Oysa her anı açlıkla imtihan olanda vardı.

Görebilmeliydi onları tok olan.

Bilebilmeliydi onları iyi olan.

Anlayabilmeliydi onları sırtı pek olan.

Kodamanlar kurulmuştu sofraya. Karnı ve cebi şişkinler! Durumu iyi olanlar sarmıştı masanın etrafını, hali vakti yerinde olanlar sarmıştı sofranın başını. Her şey tamdı, hiçbir şey eksik değildi. Çorba, pilav, yemek, salata, içecek, salata, tatlı… Seç beğen al, tıka basa ye!

Ramazan boy gösterme ayı olmuştu bazılarına, kendini ispat etme, rüştünü herkese gösterme gayretinde olanlara vitrin olmuştu.

İftardan iftara bir kuru ekmekle yetinenler gelmezdi akıllarına!

Çünkü çok yemek şefkati merhameti alıp götürüyordu insanlardan.

Fakir sofrasındaydık Yemekleri yoktu. Sefalet diz boyuydu.

Çökmüştü beş kişi bir tas çorbanın başına, kuru ekmek tek fazlalıklarıydı. Bir de suları vardı içecek olarak.

Bir tarafta karnı toklar bir tarafta karnı açlar.

Bir yanda yemekler salatalar içecekler ve tatlılar.

Diğer tarafta bir tas çorba, kupkuru ekmek ve su!

İki resim geldi hayalime Karakoçan’da, iki kare, iki enstantane…

İlçe ekâbiri zenginlerin sofrasındaydı.

Ne bilsinler hem nerede hangi fakir vardı? Değil mi ki fakirler hep kuytuda, hep izbede hep karanlıktadır. Hep bozuk yolların bitimindedir evleri, barakadandır çatıları, çamurdandır duvarları kâğıttandır pencereleri. Suları çeşmedendir, tuvaletleri dışındadır evlerinin.

Hem yeni boyanmış ve ayna vazifesi gören rugan potinleri tozlanmaz mı o yollarda? Hem ne faydası var zahirde onları ziyaret etmenin topluma? Baksanıza iftar yemeğinde herkes orada ve onları görmektedir.

Ne bahtiyarlık? Ne saadet devletlûlara! Açmış fakirmiş, çoluk çocukmuş geç bunları anam babam geç bunları! Var mı getirisi, var mı bir ederi?

Hazreti Ömer geldi aklıma oturdum ağladım. Çakıl taşıyla suyu kaynatıp az sonra yemek pişecek diye avuttuğu torunlarının açlığını bastırmaya çalışan nine geldi aklıma. Mehmet Akif’in Kocakarı ile Ömer hikâyesi…

Ekâbirimiz neden bu mübarek ayda gezmez yoksul evlerini. Her akşam birine konuk olsalar ne güzel olur. Orada yiyecekleri bir zeytin kodamanların sofrasında yiyecekleri baklavadan daha tatlıdır. Orada içecekleri bir bardak çay emin olun ki abı kevser olur hemen.

Mevlitler veriliyor. Binlerce lira masraf ediliyor. Sen beni gör ben seni göreyim tavrında insanlar! Her sayfası bin paraya okunuyor hem de. Ne kadar kalabalık olursa o kadar şaşaalı oluyordu mevlidi veren! Gösterişe kaçıyoruz yine. Herkes adamını çağırıyor, hali vakti yerinde olanını… Buna mecbur hissediyor kendini mevlit sahibi. Mevlit vermezse toplum sanki onu yargılayıp asacak gibi…

Süleyman Çelebi, peygamber efendimizi övmek için yazmıştı Vesiletün Necat’ı… Yani Kurtuluş Vesilesi’ni yani Mevlit’i… Bir mevlit masrafı kaç ailenin kaç aylık yiyecek ihtiyacını temin eder biliyor musunuz? O parayla kaç fakir ailenin kaç aylık iaşesi tamamlanır haberiniz var mı?

Aç yatıp aç kalkan birileri varsa çevrenizde lütfen onların açlığına derman olun. Allah’ım kimseyi açlıkla sınamasın!

Ramazan aynı yardım ve hayırla geçirenlerden Allah razı olsun.

Ramazan ayını şan şöhretle tüketenlere de yazıklar olsun.

 

( Hayırlı İşler başlıklı yazı GürhanGürses tarafından 8/16/2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.