II

Diğer yanda aklı dava avukatına kaydı. Otuz, otuz iki yaşlarında yakışıklı, etkileyici konuşmalar, kendinden emin tavırları olan adamı bir türlü aklından çıkaramadı.

 

Yaşlı Avukat Gülseren’i tebessümle karşılamış, hatta çay ikram etmişti. Gülseren çok farklı endişe ve korkularla geldiği Avukatın yanında şaşırıp kalmıştı. Zengin bir dulun yanında iş ayarladığını söylüyordu... Aynı gün öğleden sonra kendini zengin dulun yalısında bulmuştu. Yaşlı Kadın; “Adım Suzan” demişti. Muhteşem bir evi vardı. Evde bir de yemek ve hizmetine bakan bir Kâhya Kadın vardı.

 

Evin lüks oluşundan öte, evin sıcak havası onu çok etkilemişti. Onun gibi bir büyükannesinin olmasını ne kadar çok isterdi. Keşke ailesini kaybettiğinde gidebileceği böyle sıcak bir yuvası olsaydı?

 

Suzan Hanım; “İlk kocasının ve ondan doğan çocuğunun da öldüğünü, tekrar evlenmek zorunda kaldığını, ondan da bir oğlunun olduğunu anlattı. Suzan Hanım, Gülseren’i başkanı olduğu Vakfın ve organizasyon işlerinde yardımcısı olmasını istiyordu. Ayrıca geride kalanları da unutmasını istemişti. Demek ki, Suzan Hanım Gülseren’in başından geçenleri biliyordu.

 

Suzan Hanım’la çalışmayı çok istiyordu. Ama yaralı yüreğinde garip bir ürküntü vardı. Tanımadı oğlundan dolayı da garip bir şekilde endişe duyuyordu sanki... Hâlbuki hayattan sadece güven duymak istiyordu. Olduğundan farklı davranmayan birine ihtiyacı vardı.

 

Gülseren teklifi kabul etti. Birkaç parça eşyası vardı. Kaldığı evi boşalttı ve Suzan Hanım’ın yanına taşındı. Boğaz manzaralı çok güzel bir odası olmuştu. Bu kadar darlık ve sıkıntıdan sonra böyle cömert bir bolluğa çıkabildiğine bir türlü inanamıyordu.

 

Suzan Hanım; “Doktorum ve oğlum işi bırakmamı istediler ama ben yapamıyorum. İlk eşime ve oğluma kendimi borçlu hissediyorum. Beni de ayakta tutan bu… Hayatım ne kadar iyi bir dinleyicisin ki, anılarımla seni esir almaktan korkuyorum,” dedi.

  

Gülseren gece gündüz çalışarak dosyaları bir düzene soktu. Toplantı davet listelerini ve davetiyeleri hazırladı. Onun yerinde biri olsa çok çalışmaktan sıkılabilirdi. Hatta Gülseren, bundan çok memnundu.

Aradan birkaç gün geçmişti.

Gülseren her geçen gün biraz daha işine adapte oldu. Verilen işleri titizlikle yapıyor, bir eksiklik ve hata yapmamaya çalışıyordu.

 

Akşamın ilk karanlığı basmak üzereydi. Zarflardan birinin masanın altına düşmüş olduğunu gördü. Onu almak için masanın altına kadar eğildi. O arada kapı açılmış, içeriye biri girmişti. Dönüp baktığına mahkemede kendini cezaevine göndermek için elinden ne gelirse yapan genç avukatla göz göze geldi.

 

Bu adamın ne işi vardı bu evde? Kadın bir oğlum var demişti ama bir açıklamada da bulunmamıştı. Bu genç avukat bu kadının oğlu olabilir miydi? Gülseren “Yok, yok bu Suzan Hanım’ın da avukatı olabilirdi değil mi?” diye kendi kendine sordu. “Öyle ise evden biri gibi neden kapıyı çalmadan içeriye dalmıştı?”

 

“Merhaba Gülseren Hanım, Benimle tanışmaktan çekindiğini biliyorum. Doğrusu masa altlarına kadar saklanmanıza da gerek yoktu…” dedi Avukat Bey.

 

İnsanı etkileyen kararlı bir sesti. Masaya tutunarak ayağa kalktı. Bir an gözleri karardı ve başı döndü. Gözleri açılmış hareketsizce genç adama bakıyordu.

 

“Tanrım, Nefesini mi kestim yoksa? Keşke diğer kadınlara da bunu yapabilsem? Anlaşılan annem seni bekleyen sürprizden hiç bahsetmemiş sana…”

 

Genç kıza bir rüyanın içindeymiş gibi geldi.  Karşısındakinin bir hayal olmadığını anladı. Başına belayı sarmış endişene kapıldı. Çalıştığı şirket, Mahkeme, Suzan Hanım ve Avukat… Aralarında bir bağ kurmaya çalıştı.

 

Bütün cesaretini toplayıp ondan kaçmak istediyse de, genç adamın duvar gibi önünde durması buna engel teşkil ediyordu. Kalp atışları hızlanmış, göğsü inip kalkıyor, nerdeyse bedenine bile söz geçiremiyordu.

 

“Ben Önder… Gerçekten seni korkuttum galiba… Nedir seni bu kadar korkutan?” diye sorarken içeriye genç adamın annesi girdi. Önder; “Anne, Gülseren’e benim kim olduğumu açıklamamakla büyük hata etmişsin…” dedi.

 

“Seninle tanışmadan, onu kaybetme riskini göze alamadım,” dedi Suzan Hanım. “Ama anneciğim, az daha Gülseren’i ebediyen kaybedecektik nerdeyse…”

 

Suzan Hanım Gülseren’e dönerek “Senden özür dilenmeliyim hayatım,” dedi. Oğluna döndü. Gülseren’in ne kadar çok çalıştığını tahmin edemezsin. Bıraksam yirmi dört saat çalışacak,” dedi.

 

Önder gülerek; “Annem sürekli senden bahsediyor, Onu ne kadar çok etkilemişsin!” dedi.

 

Gülseren koşar adım odasına gitti. Gülseren mahkemede geçen olaylar yüzünden bir an önce bu evden uzaklaşmak istiyordu. Suzan Hanım ise Gülseren’i evde tutmak için ikna etmeye çalışıyordu.

 

Suzan Hanım; “Seni çok sevdim kızım. O kadar masum bir halin var ki, o olayın mahkemeye kadar intikal etmesi bile çok ilginç. Benimle bir ay kal, hala istemesen gidebilirisin. İşe alınman tamamen benim isteğim, bunun oğlumla hiçbir alakası da yok,” diyerek Gülseren’i kalmaya ikna etmişti.

 

Suzan Hanım’ın Gülseren gibi birine gerçekten ihtiyacı vardı. Gülseren ise aniden bırakıp gidemezdi. Gerçi gidebilecek bir yeri de yoktu. Her şeye rağmen sorunsuz bir akşam yemeği yediler.

 

Yemekten hemen sonra yalıya komşu kızları Sevilay damlamıştı. Dekolte bir kıyafetle gelen komşu kızları Sevilay, Önder’in koluna girerek “Birlikte tiyatroya gidelim,” diyen isteğini geri çevirmemişti.

 

Gülseren ise bundan istifade yarım kalan işlerini tamamlamaya çalıştı.

 

Gülseren, Önder’in gelebileceği saati tahmin etmeye çalışarak, işi bırakıp odasına çekilmeye karar verdi. Kapıyı açtığında Önder’le burun buruna geldi. Önder Gülseren’in elinden tutarak “Gel seninle konuşmamız lazım,” dedi ve nerdeyse Gülseren’i çalışma odasına doğru sürükledi.

 

Önder’le Gülseren bir süre tartıştılar. Gülseren konuştukça açılıyor, ne kadar tecrübesiz kaldığını şimdi daha iyi anlıyordu. Diğer yandan geriliyor, Önder’in mahkemedekinin aksine sakin tavrı, Gülseren’i çılgına çeviriyordu. Bu adam her zaman niye üste çıkıyordu? Önder, Gülseren’in aklından geçenleri okumuşçasına “Tecrübe…” dedi.

 

Gülseren gözyaşlarını tutamadı. Gülseren donup kaldı. Önder’in “Gülseren”  sesini duyuyor ama konuşamıyordu. Başı dönmüş gözleri kararmıştı. Hafif bir baygınlık geçiriyordu. Önder, Gülseren’i kucakladığı gibi onun kendi odasına götürmüştü. Gülseren gerisini hatırlamıyordu.

 

Kâhya Kadın sabah kahvaltısını odasına getirdiğine şaşırmış, “Suzan Hanım’ın hala dinlendiğini, Önder’in ise çoktan evden gittiğini, giderken de gece çok çalıştığın için sana kahvaltı götürmemi tembihledi,” dedi.

 

Önder’in evden uzaklaştığına sevinmişti. Suzan Hanım ise “Kızım toparlan birlikte toplantıya gidiyoruz,” dedi. Suzan Hanım’ın anlattıkları karşısında göründüğünden daha tecrübeli ve kurnaz olduğunu anlamıştı. Dikkat etmeliydi. Cezaevine düşme korkusu, yerini işini kaybetme korkusuna bırakmıştı.

 

Her şey Gülseren’e o kadar şaşırtıcı geliyordu ki! Saat on bir de birlikte Vakfın toplantısına gitmişlerdi. Toplantıya katılanlar genelde yaşlı insanlardı. Suzan Hanım Gülseren’i toplantıya katılanlarla tanıştırdı.

 

 En genç üye otuz beş yaşlarında Kerem Bey diye biriydi. Öğle yemek aralığında Kerem Bey Gülseren’e bir akşam yemeği teklifinde bulunmuştu. Suzan Hanım’da Gülseren’in topluma karışması adına Gülseren’i teşvik etmiş hatta onay vermişti. Gülseren toplantıda konuşulanları not aldı ve akşam onları bilgisayara aktardı.

 

Ardından Gülseren için alışverişe gittiler. Gülseren’in direnmesine rağmen Suzan Hanım Gülseren’e birkaç elbise aldı. Suzan Hanım; “Bu elbiseler benim hediyemdir,” dedi.

 

Gülseren ise “hediye istemediğini” söylese de, Suzan Hanıma karşı da koyamadı. Bu çevrede pahalı da olsa yeni ve güzel elbiselere ihtiyacı olduğunu biliyordu.

 

Eline de, avans niteliğinde kalınca bir zarf tutuşturmuştu. Gülseren yeni giysiler içersinde bir peri güzelliğine bürünmüştü sanki...

 

Aynı günün akşamında Önder’de tekrar yalıya gelmişti. Onun gelişi Gülseren’i yeniden germeye yetmişti. Yemekten sonra Önder, Gülseren’i de alarak kamelyaya çıkmıştı. Önder daha çok yanlış anlaşılmaktan bıkmış, Gülseren’in kafasındaki kalıpları kırmak istemişti.

 

Gülseren, Önder’e daha çok annesinin işi yüzünden katlanıyordu. Önder’e yeteri kadar güven duymuyordu. Önder, Gülseren’in güvensizlik itirafı karşısında onu ikna etmeye çalıştı.

 

“Güven bir gecede gelişen bir şey değil ki… O, özenle büyütülmesi gereken narin bir çiçek gibi bir şeydi. Bana bir iki ay zaman tanı… Seni seviyorum küçük aptal…  Dahası da var… Sen de beni seviyorsun ama bunu itiraf edemeyecek kadar inatçısın…” diyordu.

 

Gülseren kulaklarına inanamadı. “Seni seviyorum” diyordu. “Bu imkânsız, olamaz derken, duygularının “ya doğru söylüyorsa?” diyen sorusu karşısında suskunluğa büründü. Bunu fırsat bilen Önder; “Bana güvenmeni sağlayacağım,” dedi. Önder, o günün sabahı tekrar yalıdan ayrılmıştı.

Ant-100913


...devamı var...

( Gülseren-2 başlıklı yazı KOCAMANOĞLU tarafından 20.09.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.