Günün yorgunu, gücünü yitirmiş, batmakta olan solgun renkli güneş, beyaz bir buluta sarınmış olarak denizin içine doğru dalıp gideli çok olmamıştı. Karanlık hükmünü icra ediyordu.


Kendi öz topraklarından zorla koparılıp, sağlık ve güvenliğin yekle yeksan olduğu gülerin savurup bu uzak topraklara kadar gelen yarı kırık ve yarım aile var olmanın mücadelesi içindeydi. Yer yer dökülmüş, kayıplar verilmiş, varlıkları ve düzenleri yıkılmış bu aile masada yerini almış sessizce yemeğini yiyordu. 


Minel oturduğu sandalyeden babasına ve kardeşlerine baktı. Tahir Efendi bir yanda eşini kaybetmenin verdiği yarım kalmış üzerindeki hüzünle sürekli başı dumanlı dağlar gibiydi. Durgunlaşmış, sakinleşmiş ve içine kapanmıştı. Sabahın erken saatinde atölyeye giriyor, kendini meşgul edecek bir meşguliyeti olmuştu.


 Komutanın tercihini Minel’e yapmasıyla Elvin biraz daha kendi kabuğuna çekilmiş, kardeşiyle arasına bir mesafe koymuştu. O da sabah yürüyerek hastaneye gidiyor, ancak akşama doğru tekrar eve dönüyordu. Ne yapardı, günü nasıl geçerdi bilinmezdi. Sormadıkça da bir şey anlatmazdı.  


Minel içinden; “Benim ne suçum var? Komutanı ayartmak için bir davranışta bulunsam veya o yönde bir tavır ve davranış sergilesem neyse… Bu tamamen komutanın tercihi idi. Ben ne yapabilirim” diyordu. Babasının ve ablasının yorgunluğu üzerinde, Aden de ise kendi halindeydi.


Yemeği yiyen kalkarak odasına çekilmişti. Sofrayı toplamış, bulaşıkları Aden’e havale etmişti. Dışarıda ılgıt ılgıt esen serince hafif bir rüzgâr vardı. Uykusu yoktu. Üşümemek için hırkasını almış, sinek üşüşmesi için lambayı söndürmüş, masaya gelip oturmuştu. 


Berrak ve ılık akşamların kayıtsız sessizliğinin hüküm sürdüğü bir ilkbahar akşamıydı. Ay ortalıkta yoktu. Belki de geç doğacak gibiydi. Rüzgârların alçaktan estiği, yıldızların parladığı saatlerde, oturduğu yerden hayallere dalmıştı. 


“Komutan neredeydi? Sağ ve sıhhatte miydi? Nereye gitmişti? Ne yapıyordu? Ne zaman dönebilecekti?” 


Ardı arkası gelmeyen sorular zihnini meşgul etmeye devam ediyordu.


Ayrı kalmak bir yandan kötü bir şey olmalı, diğer yanda pişmek ve olgunluk için gerekli olmalıydı. Özlediğin seni özlüyor mu, unutuyor mu? Bilinemiyordu. Gidişinin hüznü gözlerinde, acısı yüreğinde kalmıştı. Ayrılık aynı zamanda ölüm gibiydi. Özlediği kalbine dokunmuştu, dokunamadığı birini özlüyordu. Onsuzluğa, ondan uzak kalmaya alışabilecek miydi? Bilemiyordu. Gündüzün meşguliyeti özlemi unuttursa da, geceler daha çok uyumak için değil, özlemek için var gibiydi.


Gece; sevgilinin endamını olduğundan daha güzel, düşmanını daha güçlü, derdini daha büyük, sevincini daha küçük gösteriyor, siyah bir iplik gibi yüreğini sarıyordu. Telefonla aradı. Telefondaki ses; “Aradığınız kişiye ulaşılamıyor”  diyordu. “Bismillah demeden gidiverdin” diye mesaj atmıştı. Uzun bir süre bekledi gelen bir mesaj da yoktu. Gerçi telefonu açık olsaydı, zaten ona ulaşabilirdi.


Korkut ve ekibi Libya’nın sıcak ve puslu havasına aldırmadan, gece ve gündüz demeden verilen talimatları yerine getirmek için çalışıyorlardı. Kötülükleri yayanlar geceleri bile uyumuyorsa, iyiliklere inananların akşama kadar yatmaya ne hakları olabilirdi.  Geceye yenilmeyenlere ödül olarak bir gündüz ve güneş yetmez miydi?


‘Bahar Kalkanı Harekatı ’nda destan yazan ve kapalı hava sahasına rağmen Esad rejimine nefes aldırmayan Türk SİHA’ları Libya’da da destan yazmaya devam ediyordu. Libya hava kuvvetleri, Hafter’e akaryakıt taşıyan tankerleri vuruyordu. Konu Libya’da değil, ABD’leri medyası ile Fransa medyasında ilk sırada gündeme oturuyordu. 


BEA kumandasındaki Çin yapımı SİHA’ların artık Trablus ve Misrata’da rahatça operasyon yapamadığını yazan Fransız basını; “Türkleri hafife almakla büyük hata yaptık” diye yazarak, Türkiye’nin geldiği durumu itiraf ediyordu. UMH’nin ilerleyişini gören Hafter güçleri ramazan falan dinlemeden saldırılarına devam ederken, ABD ve Avrupa duyulur duyulmaz, ‘Ramazan ayında’ ateşkes çağrısı yapıyordu.


Libya limanlarına yanaşamayan bir Rus gemisi Hafter’e silah ve mühimmat teslimatı yapmak üzere Mısır’ın İskenderiye limanına yanaşıyor, Mısır askeri güçleri de Hafter’e taşıyordu. Rus silahlarının, paralı askerleri Wagner’in ve Hafter’e bağlı savaşçıların maaşlarını, Giryan’da ele geçirilen Fransız silahlarının parasını BEA ödemeye devam ediyordu.


Ant. - 250420

...

Devamı var

...

 

 

 

 

 

 

 

  

 


( Akdenizdeki Kavga - 61 başlıklı yazı Kocamanoğlu tarafından 26.04.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.