Öğretmen: Mesleği bilgi öğretmek olan kimse, muallim, muallime diye tanımlanmakta sözlüklerde. Çok önceleri bu kelimenin yerine ‘Hoca’ kelimesi kullanılmakta idi.

 

                Sadece kuru bilgi mi öğretmektir görevi öğretmenin ya da hocanın?  O zaman eğitimi kim verecek? Daha önceleri ‘Talim ve Terbiye’ diye adlandırılan sonraları ‘Eğitim ve Öğretim’ diye söylenen bir birim var Milli Eğitim Bakanlığında. Görüldüğü üzere eğitim ayrı öğretim ayrı zikredilmekte. Günümüzde teknolojinin sonu yok gözüküyor. Öğretim işini de teknoloji bir yerde başarıyor gibi. Uzaktan öğretim programları ile öğretip, sınavlarla öğrendiklerini ölçebiliyor. Peki terbiye ya da eğitim konusu nasıl verilecek ve ölçeği ne olacak? Konu oldukça önemli, bir o kadar da zor. İşi uzmanlarına bırakarak tarihten bir sayfa açıp; öğretmene ya da hocaya nasıl davranılıyor görelim.

 

                “1517 yılında kazanılan Ridaniye zaferinden sonra kutsal topraklarda huzuru sağlayan Yavuz Sultan Selim ordusuyla birlikte İstanbul’a dönüyor.

 

Yolculuk sırasında, İbn-i Kemal adıyla tanınan Anadolu Kazaskeri ve ünlü bilgin Kemal Paşazade’nin atının ayağından sıçrayan çamurlar Padişah’ın kaftanını kirletir.

 

Kemal Paşazade mahcup olur, korkar ve ne diyeceğini şaşırır.

 

O’nun bu halini gören Padişah tebessümlü bakışlarla süzdükten sonra şöyle teselli eder:

 

‘Senin gibi bir bilginin atının ayağından sıçrayan çamur benim için şereftir. Vasiyetimdir ki, öldüğüm zaman bu kaftan bu haliyle sandukamın üzerine konsun!’

 

                Padişahın sırtından çıkardığı kaftanın çamurları temizlenmez, öylece saklanır ve vasiyetine uygun olarak ölümünden sonra sandukasının üzerine örtülür.”

 

                Daha da öncelere gidip bir sayfa da Fatih döneminden açalım.

 

                “Beyaz atına binmiş, ordusunun önünde giden Fatih Sultan Mehmet, yanında onu yetiştiren Akşemsettin ile İstanbul'a giriyor. Türk Ordusunu karşılayan şehir halkı yol boyunca dizilmiş, ellerindeki çiçek demetlerini padişaha sunmak için yaklaşıyor.

 

Şehir ahalisi, beyaz sakalıyla, ağır duruşuyla Akşemsettin'i padişah sanıp çiçekleri ona sunmaya çalışıyorlar. Akşemsettin atını geri çekip göz ucuyla Fatih'i göstererek:

 

‘Sultan Mehmet odur, çiçekleri ona veriniz’, demek istiyor.

Fatih Sultan Mehmet, çiçeklerle kendisine doğru yürüyenlere hocası Akşemsettin'i göstererek:

 

‘Gidiniz, çiçekleri gene ona veriniz. Sultan Mehmet benim, ama o, benim hocamdır’, diyor ve ilk İstanbul'a Akşemsettin giriyor.

 

                Görülen şu ki; Kemal Paşazade ve Akşemsettin gibilerin öğrencileri ya Yavuz oluyor ya da Fatih.

Sizler gibi bana da ilk eğitimi ve öğretimi bir öğretmen verdi. Buradan verdiği eğitim ve öğretim için ilk öğretmenim Sayın Celal Öztürk’e şükranlarımı sunarken; ilk öğretmenimin şahsında tüm öğretmenlerime hitaben derim ki:

 

ÖĞRETMENİM

 

Tanımak için dünyayı

Gezeceğim, öğretmenim

Yapılacak her hatayı

Sezeceğim, öğretmenim.

 

Derdin:- “Hak olsun ortağın

Geçmiş ve gelecek çağın”

Kitabını insanlığın

Yazacağım, öğretmenim.

 

Sen çatma sakın kaşını

Yedirdin bilimin aşını

“Makûs talihin” başını

Ezeceğim, öğretmenim.

 

Haykırıyorum ki şunu

Böyle bilsin dünya bunu

Cehaletin kuyusunu

Kazacağım, öğretmenim.

 

Cirit atar gibi tayla

Bayrağımda yıldız, ayla

Hortum olup kasırgayla

Tozacağım, öğretmenim.

 

Çekmeyip geçmişin yasını

Doldurup ilmin tasını

Hurafe safsatasını

Bozacağım, öğretmenim.

 

 

 

 

 

 

 

 

( Bir Harfe Kırk Yıl başlıklı yazı Halil MANUŞ tarafından 24.11.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.