YENİDEN DOĞUŞ VE BEDENLENME
Son yıllarda çok konuşuldu, tartışıldı. Konuya bazı İslami şahsiyetler de dahil olunca, birçok kişinin kafası gerçekten karıştı. Sular bulandı, yeni sorular akla geldi. Dünyaya tekrar tekrar doğmaya dair, bir ruh olarak var olup, yüzyıllar mesafesinden gelip yeni bir bedende doğmaya dair. Davranışlardan sorumluluk ve hesap gününe dair...Küreselleşen dünyada, batık batı medeniyetinin içsel huzuru arayış çabalarında sürekli farklı kostümler deneme çabalarını, yansımalarını görüyoruz. Gru gru abiler, yengeler..Ola ki eski masallarda ancak cin veya cadı rollerinde yer alabilecek paropsişik karakterler bir bakıyoruz ki..İçsel rehber olmuş! Uzak doğu hayranlığı veya esintisi bu kadarla da kalmıyor. Özellikle Hint felsefesindeki ruhların tasnifi dünyaya insan, hayvan veya bitki suretlerinde muhtelif defalar gelmekte olduğu inancı da dikte edilmeye çalışılıyor. 
    İnternet ortamına bakıldığında birçok vakıa görüntüleri, seans videoları çıkıyor karşımıza. Bunların bir kısmını bir ihtimal şizofrenik hayaller olarak kabul etsek te, kalan kısmını reenkarnasyona inanan büyük kitleleri ve takipçilerini bu bakış açısıyla izah edemeyiz. Hipnoz modasıyla beraber, bu işin simsarları bol keseden çözüm vaad ederken kendi bol keselerini de 'okus-pokus, beyninden sorunları siliyorus' yötemiyle, 'abra-kadabra bol palavra akıt bana para' bir sömürüdür almış başını gidiyor..
    Hipnoza haksızlık yapmak istemem. Gerçek bir telkin yöntemidir. Ancak hipnozun içine başka varlıklar rücuğ ettiğinde yakayı kaptırmış oluyorlar. Bir takım alışkanlıkların silinmesinde, olumlu davranışların pekişmesinde kişiyi relaks ederek telkin verme benim de sık sık kullandığım bir tekniktir, sadece bu kadar...Şöyle gerekçelerle uğrayanlar olmuştur: Benim bir sorunum yok ama geçmiş yaşamımda ben kim idim bilmek istiyorum, beni hipnoz edip konuşturur musun?.. Öyle kolay hipnotist te olamazsınız. Bu işin kursları- sertifikaları, raconları var aşılması güç beton duvarlar gibi. Çok para ister. Şu reikiciler de benzer işler yapıyorlar.
   Önce kendilerini inandırıyorlar, sonra başkalarını inandırmaya çalışıyorlar. Cin bol, şeytan bol, masal bol nasıl olsa..Tıklayın internetten Japon prensesin 21 Aralık vehametlerini tekrar izleyin. Nasıl duyumlar alıyordu uzaylılardan ve dünya ne olacaktı o tarihlerde? Hani ne oldu? Kim yalancı? Olmayan uzaylılar mı?...
Hatta Mevlana hz.nin adını kullanarak kendini yeni bir İslam peygamberi ve din sahibi ilan eden bacımız! bile mevcut Allahül alem. Birileriyle konuşuyor ilham alıyor ve ona sayfalar yazdırılıyor!... Geri planında ne vardır bilinmez ama etrafında da bir sürü kelli-felli insan toplanmış.. Ne yapmaya çalışıyorlar malumunuz.
    Eşrefoğlu Rumi (KS), Müzekkin Nüfus adlı İslam klasiği eserinde ölüm acısıyla ilgili bahiste şöyle bir hikaye anlatıyor: Bir gün İsa (A.S) seyahata çıkmıştı. bir ırmak kenarına vardı. Bir müddet ırmak kenarında dinlendi. Abdest aldı. Bir kaç rekat namaz kıldı. Bu ırmaktan bir içim yani bir avuçcağız su çti. Gördü ki çok tatlı bir su imiş. Dört bir yana baktı.Gördü ki bu ırmağın kenarında bir küp gömülmüş. İçi dopdolu. O küpten de bir avuç su içti. Gördü ki bu küpün suyu gayet acı. Lakin bu küpe su o tatlı ırmaktan gelmektedir. Taaccüp etti.Ne hikmettir? Bu küpe su bir gayrı yerden gelmemektedir. Sonra bu küpün suyu niçin acıdır? Bu ırmak da tatlıdır. Bu taaccüb üzere iken Cebrail.(A.S) geldi. Dedi ki:
_Ya Nebiyyallah! Hak Teala sana selam edip dedi ki: 'Küpe sorsun. Küp ona suyunun acılığının neden dolayı olduğunu haber versin.'
  İsa (A.S) küp'e sual etti.dedi ki:
_AllahuTealâ'nın desturuyla bana haber ver ki senin suyun ndedn acıdır?
O küp hemen harekete geldi.Titredi. Dile geldi.Söyledi ve dedi ki:
_Ya Nebiyyallah! Ben bir ulu padişah idim. Üçyüz yıl ömür sürdüm. Üçyüz bin asker yanımda her zaman hazır olurlardı. Üç yüz kadar ulu ve muazzam şehirlerim vardı. Üçyüz şehirde üçyüz sarayım vardı.üçyüz sarayda ve köşkümde bazan gider zevk ederdim. bu zevkte iken ansızın hastalık geldi. Azrail(A.S) ın darbesini yedim.  Can acısını çektim. Bu sürdüğüm bütün beylik ve saltanat ve hükm-ü hükümet, iyş-ü nûş, zevk-u tamaşa gözümden çıktı.Hiç bunları birisinden bana faide ve medet yetişmedi.Cümlesi bana bir gün kadar gelmedi. Öldükten sonra beni bir yere gömekoydular. Üzerime türbe yaptılar.Üçyüzyıl o türbede yattım.Nice yıl zârılıklar ve feryatlar işittim, lakin hiç kimseden medet bulamadım. Üçyüzyıldan sonra bir zelzele oldu. Türbem yıkıldı. Harab oldu.Ondan sonra o şehir yine üçyüz yılharabe vaziyetinde kaldı ve yattı. Üçyüz yıl sonra o şehir yeniden ma'mûr oldu. O benim türbemin bulunduğu yerin yanına bir kiremitçi geldi, kondu. Kiremit pişirip halka satmaya başladı.O yere padişah olan kimse geldi. o şehirde bir saray bina etti.o saray içinde benim türbem olan yerin toprağını kiremitçi beğendi. Padişahın sarayını örmek için benim o etimden-kemiğimden olan topraktan kazıp aldı. balçık haline getirdi. Kiremitler pişirdi.O sarayı o kiremitlerle örttüler. Nice yılar orada durdum. Nice yıllar geçtikten sonra o padişaha da zevâl gelip oda öldü. O saray da zamanla yıkıldı, kiremitleri kırıldı. Sonra o şehre bir küpçü geldi. O sarayın yerini küphane eyledi. o benim etimden kemiğimden olan kiremitleri cem'edip döğdü, balçığa kattı. Bir küp haline getirdi ve sattı. Bir zaman evlerde ve yerlerde durdum. O esnada büyük bir sel geldi. Beni durduğum yerden kopardı, şuraya getirdi. Nice yıllar burada durdum, dedi.
     İsâ (A.S) dedi ki: 
    _ Ya küp! Ben sana onu sormuyorum. Şunu sorarım ki; suyun neden acıdır onu bana deyiver?
O küp dedi ki;
Ya Nebiyallah o vakit ki bana azrail(A.S) darbesini vardu. Ölüm acısı gövdeme yayıldı. Etime- iliğime boyandı. O acı henüz benden geçmedi. İşte hssettiğin acılık bundandır. Halâ suyumu acılaştırır...*(Merve Yayınları s:237-238)
     Yine aynı kitapta bir başka kıssa da şöyle anlatılmaktadır:  İsâ (A:S) a dediler ki:
_ Sen ölüyü diriltirsin. Lakin senin dirilttiğin ölüler yenice ölmüş olan taze kimselerdir. Bunun başka bir sebebi olabilir. Sen davânda gerçek isen, tâ eskiden ölmüş olanlardan birini dirilt.
İsâ (A:S):_ Siz kimi isterseniz söyleyin de onu dirilteyim, buyurdu. Kendilerine atadan-dededen beri en eski bildikleri kabri gösterip:
__İşte bu kabirdekini dirilt,dediler. 
İsÂ(A.S) iki rek'at namaz kıldı. Dua etti ve dedi ki:
_'Kum biiznillah' (Allah'ın izniyle kalk). Derdemez o kabirde yatan kimse doğruldu. Gördüler kio kabirde yatan saçı sakalı ağarmış pir bir kimse imiş.
Hz.İs buyurdu:_ Sen kimsin?
Kabirden kalkan kişi: _ Bana Sâm derler. Nûh(A:S) oğullarındanım.
İsâ (A:S) buyurdu:_ Bu ağarmak nedir? Senin zamanında saç-sakal ağarması yok idi.senin saçın-sakalın nereden ağardı?
Sâm:_ Bir avaz geldi ki ben o avazı işittiğimde sandım ki kıyamet koptu. O sesin heybetinden saçım-sakalım ağardı, dedi.
İsâ (A.S) sordu: Sen ölüp toprak olalı kaç sene oldu?
Sâm dedi ki:Ya Rûhullah! Ben dört bin yıl evvel öldüm ve toprakta yatmaktayım. Henüz ölüm acısı benden gitmedi....

    Bu kıssaları okuduğumda beni bir hayli düşündürmüştü. Biraz uzun bir makale olacak ama sizlerle paylaşmak istedim. Biz olaya iki şekilde izah getirmek durumundayız: Birincisi bedenin tekrar takrar ruhlanması, ikincisi ise aynı ruhun tekrar tekrar bedenlenmesi meselesidir. Şimdi yukarıda okuduğumuz kıssalar her ne kadar bizlere ölüm ve ölüm sonrası hayata iyi hazırlanmak yolunda birer uyarı niteliğinde ise de mantıken düşünüldüğünde ‘bedenlenme’ denilen vakıanın mümkün olduğunu kabul etmemek lüzumsuz bir itiraz olur. Çünkü; Şu içinde yaşadığımız yaşlı dünyamızın kaç milyon yıldır üzerinde insan yaşadığını net bilmemekle beraber, binlerce yıl olarak belirlenmeye çalışıldığını bilmekteyiz.  Dünyamızın kütlesi hep aynı. Hatta karalarla denizler binlerce yıl içerisinde yer değiştiriyor olsa da oranı aynı. Dünya yaratıldığından beri dörtte üçü su, dörtte biri karadan oluşuyor yaklaşık olarak. Yıllar ylllar öncesi mezarlık olan bir arazide, mevtalar toprak olduktan sonra, onların cismi toprağa karıştıktan sonra, orada yetişen bir ağaçtan yediğimiz meyva ile aldığımız vitamin yada gıda  pekala bilmem kaçıncı kez bedenlenme sürecine örnek teşkil edebilir.  Keza böyle bir arazide otlayan bir koyunun etini yemekle de aynı süreci yaşamış oluruz…Bu durum kesinlikle re-enkarnasyon yani yeniden doğuş anlamına gelmez!

     Ruh tektir. Allah-u Tealâ ruhları yaratmayı murad ettiğinde hepsini topyekûn yaratmıştır ve dünyaya gönderileceği zamanı ve külli kaderlerini belirlemiştir. Levh-i mahfuzda bu bilgiler yer almaktadır. Yine Cenab-ı Hak, yarttığı ruhlardan dünyaya gönderildiklerinde kendisine asi olmayacaklarına dair biat,  yani söz almıştır. Ve sözümüzde durup- durmadığımızla da imtihan edilmekteyiz dünya hayatında. Sırası gelen ruh, kaderde takdir edildiği ana rahmine gebeliğin yaklaşık dördüncü ayında rücuğ eder. Doğumdan sonra büyüen bebekle, gelişen zekâ ile birlikte ruhi tekâmül de gerçekleşmeye devam eder. Bluğ denilen olgunlaşma yani üremeye geçiş özelliğinin kazanılmasıyla beraber, manevi yükümlülükler de başlar. Melekler her davranışımızı kayıt altına alır.

Şu önümdeki laptop denilen kara kutunun içine dünyanın bilgisi nasıl sığıyorsa ve bunu insanoğlu icad etmiş ise, Allah’ın(c.c)  meleklerine bu kayıt altına alma işi zor olmasa gerek değil mi!.. Yaşam bittikten sonra ruh, Yine Allahü tealanın bize bildirdiği mahşer,hesap günü,sırat,cennetve cehenneme yol ayrımı ve ancak orada sonu olmayan bir hayatı yaşamak üzere bekleme salonuna yani berzah alemine alınıyoruz!... Bazı halis ruhlar, evliyaullahın ruhları vs.. Allah’ın onlara verdiği bir ikram ve izinle dünya semasına inebiliyor ve bazı cüz’i olaylara müdahale edbiliyorlar. Özellikle şehitlere dair anlatılanları bu kapsamda düşünebiliriz. Belki Allah (c.c)onlara kısa bir süreliğine tıpkı bir fotoğraf ile gerçeği arasındaki fark gibi, bedenli suretleri ile görünmelerine de izin veriyor olabilir. Çünkü rüya veya manâ aleminde böyle görünebiliyorlar. Tabii ki bu onların yeniden dünyaya geldiği anlamına gelmez. Heleki başka bir bedene girip yaşadıkları anlamına ise hiç gelmez…Allahu Teala bir veli kulunun ruhuna dünyayı yarım saniye kadar kısa bir sürede dolaşacak kadar hız veya güç vermiştir. İyi düşünelim.

Peki nedir bu hikayeler? Hipnoz oldum da bilmem nerede kraliçeydim, şimdi kadınım ama iki yüz yıl önce falanca ülkede bir  ecnebi askermişim. Oğlum benim komutanımmış o devirde.. Şimdi bu sebeple onunla anlaşamıyormuşuz!.. Veya yangında ölmüşüm, suda boğulmuşum, asilzadeymişim vs..vs.. Evet bunların hepsi gerçekten hikaye. Üç harflilerin bizim beynimize zerk ettiği hikayeler. Bilindiğine göre onarın ömürleri bin yıl kadar uzun olabiliyor. Onlarında dedeleri ebeleri, medeniyet kayıtları var. İnsanoğlundan önce şu dünyada yaratıldılar. İnsan daha sonra yaratıldı da hatta iblis insanı hakir görüp secde etmeyince şeytanlaştı, cehenneme layık görüldü. Ve insanlarla içiçe yaşıyorlar. İki alem içiçe. Bir çoğu da bazen insanların hayatna refakat hatta müdahale edebiliyor. İslamiyet öncesi bu durum daha da yaygındı.

Hipnoz edilen kişi size bir geçmiş yaşam öyküsü anlatmaya başladıysa biliniz ki o anda üç harfli bir varlık sizinle matrak oynamaktadır. Siz istemediniz mi bunu? Terapistin önüne yatmadınız m? Oda bu bağlantoyı sağlama uzmanı değil mi?..Söylenilen şeyler bu hayatınıza veya tanımadığınız birine ait olup doğru olsa da hiç şaşırmamak gerekir. Çünkü onlarda da iki-üç saniye içerisinde dünyayı dolaşacak kadar ışık hızı gibi bir sürat vardır. En güzel dramaları size oynatabiirler! Bazen kişinin isteği dışında ona bir takım bilgiler liğve edip onun kendini o kişi zannetmesine sbsbiyet verebilirler, hatta daha da ileri giderek kişinin iradesini kendi kontrollerine geçirebilirler.. Allah muhafaza eylesin. Bilinçli olmak, keleğe gelmemek lazım!..Bazen de kasıtlı olarak bir takım şer kişiler tarafından bu varlıklar kişilerin üzerine musallat edilir ki.. Bu da çok ızdırap veren bir durumdur.

Her ne kadar aksini iddia etseler, size delliller sunmaya çalışsalar da kardeşler ;re-enkarnasyon yani yeniden doğmak diye bir durum yoktur. Hayatınızın kıymetini bilin. Ahiret hayatına en iyi hazırlanmaya çalışın, ertelemeyin. Çünkü ölümün ne zaman geleceği belli değil. Haydi şimdi güzelce bir’ Lâ ilahe illallah, muhammeden ya Rasûllallah’ diyelim bu yazının bitiminde.

Bir Allah dostu havada uçan bir bal arısını yakalamış. Onların bir kısmı mahlûkatın dilinden anlar ya.. Arının ağzında mı kucağında mı neredeyse bal yapmak için toplamış olduğu çiçek hulesasından yani özlerinden bir  kısım alıp parmağıyla yalamış. Tadı zehir gibi acıymış!

Arıya sormuş: ‘Sen ne yapıyorsunda bu zehir gibi acı olan şey, tatlı bir bala dönüşüyor?. Arı şu cevabı vermiş: Onu, yani çiçek özünü kovana yerleştirirken salavat çekiyorum. O acı hulesa tatlı bir bal haline geliyor…Ağzımız tatlansın ki bizde şu mevlüt ayında söyleyelim: Allahümme salli alâ seyyidina muhammed.

İradeniz kuvvetli, imanınız bal gibi tatlı olsun inşallah. Süç-ü lisan ettiysem affola. Bir başka yazıda buluşmak üzere…Allah'ın (c.c)selamı üzerinize olsun... 

 

( Yeniden Doğuş Ve Bedenlenme başlıklı yazı Bulem hatun tarafından 23.03.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu