[if gte mso 9]>

SESSİZ DİL

 

Bazen küçük bir çocuğun, “Baba” diyen çığlığını duyarsınız; işte o an, hayatınızın en kara dönemidir. Babanızı düşünürsünüz; ya da çocuğunuz varsa onun boyun büküklüğünü… Gözleriniz patlar o anda. Ölüm, “Tek bir rengim var benim” der; “O DA KAPKARA!”

 

Hayatınızın odak noktası, ölümün sesini duyduğunuz an başlar. Ölüm, her ne kadar sessiz olsa da, sinsi bir yılan gibi girer hayatınıza ve sol tarafınızda kocaman bir delik açar. O an, onunla ölüyorum zannederseniz.

Geçen seneleri düşünüyorum şu an. Çocukluğumu…


Sizlere bir sır vereyim mi? Küçükken çok yaramaz bir çocuktum.


Biz üç kardeşiz. İsmimi babacığım koymuş. Annem, abime hamile kalmış; babacığım bunu öğrendiğinde çok sevinmiş. Bir gece rüyasında, hani aksakallı dede derler ya, onu görmüş. ''Elif, Elif, Elif '' diye seslenmiş. Babam peşinden gittikçe, o uzaklaşıyormuş. O an rüyasından kan ter içinde uyanmış ve anneme, “Adı Elif olacak” demiş. Aslında ilk zamanlar, yani annemle nişanlılık dönemlerinde, “Kızım olursa adını Asena koyacağım.” diyormuş.

 

Lakin dokuz ayın sonunda, annem abimi dünyaya getirince, babam buruk bir sevinç yaşamış ve abimin adını dedem koymuş bu yüzden.

 

İki yıl daha geçmiş. Annemin beni müjdelemesiyle beraber, babam rüyalarında yine o aksakallı dedeyi görüp durmuş. Doğduğumda avdaymış babam. Çok severdi avlanmayı…

 

Doğum haberimi duyar duymaz hastaneye koşmuş ve kulağıma ismimi babam okumuş. Asena da o günden sonra göbek adım olarak kalıvermiş.

 

Bunları neden mi anlatıyorum? Bilmiyorum. Belki bir iç döküş, belki her evlat gibi, babamı üzdüğümdendir anlatma sebebim. Dedim ya, çok yaramazdım.

 

Çelimsiz, zayıf bir çocuk olmama rağmen hiç yemek yemez, aksilik üstüne aksilik yaparmışım. Yani çok üzmüşüm babamı. Allah’ıma şükürler olsun ki, yaşıyor O.

 

Geçen gün televizyonda, maden ocağında babasını kaybeden o çocukların, acı feryatlarını duyunca, nasıl bir dehşete düştüm tarif edemem.

 

Hani derler ya, “Acının tarifi ve dili olmaz”; gerçekten de öyle. Gözümün önüne, babamın anlattığı, küçüklüğümde yaptığım haşarılıkların sahnesi geldi bir anda.

 

Saçlarımı taradığı zaman; ''Lavaş tara, lavaş tara” dermişim mesela. Yemekle de hiç aram yokmuş; hep özel istekle yemek yermişim. Babacığım sorarmış, ''Ne yiyeceksin onu alayım sana'' diye; “Balık” dermişim. En olmaz zamanda, ne yapar ne eder o balığı bulur getirirmiş de yine yemezmişim. Arada anlatır durur bana; komşu çocuklarıyla kavgalarımı, olur olmaz isyanlarımı, sitemlerimi…

 

Derken gençlik...

 

Hiç girmeyeyim… İnanın içinden çıkamam bir girersem…

 

Çok üzdüm babamı velhasıl. Beraberinde annemi de… Bazen haklı, bazen haksızdım. Ama yine de babaydı o; üzmemeliydim…

 

Şuan Soma'da, maden ocağında babalarını kaybeden çocukları düşünüyorum. Hem de ağlaya ağlaya. Hıçkıra hıçkıra…

 

Belki ihmal, belki kader; ama o çocuklar babasız kaldı şimdi ve bizler, dua etmekten başka hiçbir şey yapamıyoruz…

 

Ne acı değil mi?

 

Ve sonra çocuklarımız geliyor aklımıza.

 

Çaresizliğin adı gözyaşı… Yavaş yavaş süzülüyor gözlerimizden. İstemeye istemeye…

 

Dediğim gibi; ölümün rengi kapkara… Ve sinsi bir yılan gibi; ansızın kimin koynuna girecek, bilemiyoruz.

 

Ölümün dili sessiz…

 

Zaman akıp giderken gelmişle geçmiş arasında sıkışıp kalıyoruz.. Belki de bu yüzden sevdiklerimizi üzmeden önce iki kere düşünmeliyiz…Ya yarın yanımızda olamazlarsa diyerek…

 

Sevgiyle kalmanız dileklerimle…Saygılar yüreklerinize…

 

 ELİF KESKİN KARABULUT...

15.05.2004..../ 22:50

( Sessiz Dil (Ölüm) başlıklı yazı Şiirle.ŞAİRİ tarafından 17.05.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.