Süleyman, omzu ile
"Ya Allah" diyerekten sonuna geldikleri mağaraya omuzu ile hızlıca
vurarak mağarayı, delercesine dışarı çıkarak, kurtuldular. Allah’ın yardımı hiç
ummadıkları anda yetişmişti. Bunu hisseden Süleyman gözyaşları içinde sana
"Şükürler olsun Allah'ım-diyerekten Haydar’ı, omzundan yere bıraktı.
Mağaradaki lavlar büyük bir gürültü ile mağaranın tepesinde patlayarak etrafa
dağılmaya başladı. Bu sarsıntı ile uyanan haydar aşkınlıkla etrafına neler
oluyor diye şaşkınlık içinde bakarken, Süleyman Kalbi ve düşünceleri nelerin
olduğuna anlam verememenin şaşkınlığı içindeydi. Haydar şaşkınlık dolu bir ses
tonu ile.
-Biiz… Bii… Biz nasıl
kurtulduk?
Şaşkınlığı içinde
Süleyman bakarken lavlar yaklaşıyordu ayaklarının ucuna doğru geldiğini gören
haydar şaşkınlık içinde. Süleyman
-Sonra anlatırım. Kalk
yanmadan yolumuza devam edelim.
Biraz önce korku dolu
anlar yaşayarak, ömürlerinin sona yaklaştığı tarifi imkânsız çaresizlik içinde
iken birden kurtuluşa ermenin tatlı sarhoşlu ile Salih kalbin duasının
neticesinde kurtulmanın şevki içinde arkalarına bakmadan yollarına devam
ettiler.
Şiddetli sarsıntıyı
duyan Veysel ve adamları o yöne doğru hareket ettiler. Uzun bir koşudan sonra
patlayan mağaranın ve volkanın, etrafa bıraktığı sönmüş taşların görüntüsü
içinde birbirlerine bakakaldılar. Ziya nur ışık şeklinde parlayan madalyonun
ışığı uzakta belli oluyordu bunu fark eden Veysel ve adamları o yöne doğru
hareket ettiler. Bu ışığı pek fark etmeyen Süleyman ve haydar yollarına devam
ederken Veysel ve adamları arkalarında yetişmek üzere idiler. Az sonra bunu
fark eden Süleyman boynunda salınan kolyenin sallanmasını durdurmak için
avucuna aldı, alması ile şimşek hızında yeri, eli ve ayağı ile eşen iş makinesi
gibi çukur açarak ilerlemeye başladı. Bir anda Haydar’ı yanında göremeyince,
aynı hızla geri döndü ve Haydar’ın elini tutarak aynı hızla yol aldılar. Uzun
müddet sonra yoldaki açılmış- uzun metrelerce devam eden-çukuru görünce
hayretler içinde, korku dolu gözlerle çömelerek oturup kaldılar. Bu işin nasıl
olmuş olabileceğini anlamaya çalışan insanlık’dan nasibini almamış olanların anlayamayacağını,
bilmeden düşünmeye ve şaşkınlıktan konuşamadan bön, bön birbirlerine baka kalınacak
bir olaydı. Veysel ve adamlarının tek gayeleri, av olan avlarını yakalayarak
emellerine ulaşmak için zulmederek ulaşmaktı. Sır ve gizlilik ve şefkatten,
insanlıktan nasibini almamış olmaları bunları anlamalarına engel teşkil ediyordu.
Gözlerini yukarıya kaldırıp kâinatı incelemekten etraflarındaki güzelliği,
görmekten aciz, sadece kendi nefsi peşinde olmalarından başka gaye ve hedefleri
yoktu.
İlerde eski bir ev vardı,
Süleyman ve haydar duraklayarak ve etraflarına bakarak arkalarındaki çukura ve
üstlerindeki çamuru görmenin hayreti içinde. Haydar
-Biii. Bize ne oldu?
Biz nasıl geldik
-Haydi, çok konuşmada
yürü bakalım!
Süleyman hafiften
gülümseyerek yamacın tepesinde bulunan yıkık eve doğru yürüdüler. Evin önünde
beş tane ağaç kütüğü, karışık birkaç tencere, bir tane kazan duruyordu. Haydar
yüzünü ekşiterek
-Bunlarda ne oluyor?
Kim atmış bunları buraya?
-Bilmiyorum!
Bir zamanlar hayat bahşedici,
yaşamı artırıcı olarak oturulan bu ev eşyalar şimdi kimsesiz ve hurda olmuşlardı.
Süleyman yerdeki tencereye tam dokundu tencere ilk alındığı günkü halinden daha
güzel bir hale dönüştü, bir an irkildi. Eline neye atsa şekli ve şeması değişiyordu.
Kapalı örtülü olanın örtüsü kalkarak aslına dönüyordu. Dikkat sahibi olanların
anlayacağı bu hadiseyi Haydar’a anlatsa anlamayacak duru olamayan bulanık olan
aklı, iyice bulanacak ve gördükleri karşısında ihtiras ve tutkuları kabaracak
olması endişesi içinde bir an düşündü, halis niyetle kalbine gelen manadan
sonra olayın derinliğini anlayarak, sessizce durdu arkasını dönmeden, elindeki
tencereyi birkaç hareketle kepçe vaziyeti gören eli ile hızlıca yere gömdü. Eve
doğru ilerlediler. Kulağa gelen işitilen hiçbir ses yoktu. Evin arkasında bir
gemi duruyordu, ama bu gemi bildiğimiz uzay gemisine benziyordu. Süleyman
-Bu uzay gemisinin
burada ne işi olabilir? Filmlerde olduğunu bildiğimiz hayal olan uzay geminin
dünyamızda ne işi olabilir?
-!
Haydar bu sözleri
duyunca şaşırdı kaldı. Bayıldı, bayılacak gibi oldu. Oval şekilde üstünde
kullanıcı pilotun oturduğu pilot kabini camdan, etrafında silahlarla donatılmış,
beş tane iniş için yapılmış ayak, atmosfer dışında dış uzayda çalıştırılacak
şekilde üstünde iki tane dörtgen şekilde antenler vardı. Uzayda hava yoktur. Bu
yüzden uzay araçları normal taşıtlar gibi sürtünmeyi kullanarak hareket etme imkânına
sahip değildirler. Bunun yerine momentumun korunumunu kullanırlar! Peki, nedir
momentum? Momentum bir cismin hızı ile kütlesinin çarpımıdır. Bu sayının önemi
ise ne olursa olsun (dışarıdan bir kuvvet etki etmedikçe) sabit kalmak zorunda olmasıdır!
Böyle olunca da mesela bir sistemin kütlesi değiştiğinde hızı da değişmek
zorunda kalır momentumu korumak için. Yapılmış bir gemi idi. Bu yüzden uzay uçuşlarında azami yakıt
tasarrufu için gezegenlerin çekim kuvvetleri kullanılır. Hayretler içinde
gemiye doğru yaklaştı. Hayatında ilk defa uzaylı görmenin heyecanı ile yaklaştı.
Filmlerde gördüğü, çirkin yaratıkla, akıldan yoksun olarak bilinen sadece
kendilerini düşünen yaratık olarak bilinen ve uzaylı yaratıkla, karşılaşmanın
korkusu ile Haydar’ın dili kilitlenmiş korku içinde kuvvetli bir şekilde,
kolunu sıkıyordu, bu sıkmanın acısında bağırmamak için dişlerini sıkıyordu.
Geminin yanına yaklaşınca otuz beş yaşında genç bir kadın mı, erkek mi yapıda
bir insan mı, uzaylımı belli olmayan, kendileri gibi surette yani insan
suretinde gayet düzgün giyimli birisi duruyordu. Heyecanla yanına yaklaştı.
Birbirine çeken yaklaştıran gizemli bir çekimle yanına yaklaşırken, konuşmamı
anlar mı anlamaz mı düşüncesi içinde
-Siz uzayda mı
geldiniz?
Sesini duyan, kimliği
belirsiz cinsiyetli kişi irkilerek, arkasının döndü
-Si..! Sizz kimsiniz?
Nereden çıktınız?
-Önce ben sordum, cevap
verin?
-Hayır, ben sizler gibi
insanım.
-Burada ne yapıyorsunuz?
Üstelik tek başına? Bu ıssız dağ başında? Üstelik bu gemide neyin nesidir?
Uyuklayan, uykusu
gelmiş bir görüntü sergileyen bedeninin hareketleri içinde, birbirlerini
süzmeye çalışırken
Mehmet Aluç