Sessizlik sularını yarıyor ruhum, dönence iklimlerde ellerini arıyorum
Bir yangın çığlığı bedenimde, titrek alevlerle bana gelişini bekliyorum
Aşkı sürdüm devasız tenime, sıtmalı bir yatakta sensizliği düşlüyorum
Gönlüm alıştı gelgitlere, kaçtıkça senden sevda ateşlerinde yanıyorum


Dimağımızdaki sevinçlerin halkalı yansımalarıyla tutuşan bir yürekle çınladı kulağım, sensin dedim ve hislerimin kollarıyla sevda kapına yöneldim. Bir şiir birikti yokluğunda kendime, seviyorum dedim yeniden özledim. Binlerce çiçek oldum, geceleri içine işledim, gülüşlerinin mevsimleriydi durmaksızın değişen, özlüyorum dedim, sana yetiştirdiğim menekşelerini yastığına bıraktım.

Sızlayıp suya düştükçe yürekteki o eşsiz damla biz varsıl sarılışların uzak kentlerinde yorgun günlerin tabletlerini çiğneriz. Yarısını kendimize pay ettiğimiz, kalanını da aşka verdiğimiz ömür törpüsüyle savruluruz. Gönlümüz büyür sevginin dallarındaki ömrümüz küçüldükçe. Yarınlar dolarız parmaklarımıza bir öpücük sözü geçirerek. Kanar arsızca yorgun yaralarımız ve biz kendi sevda yeminimizin dalgalarına yine de aşkın küreklerini çekeriz.

Dokundukça arsızına gecenin, en koyu dökülüşlerin resmini çeker gözlerimiz. Kangren sözlerimiz susar yâre, köz olur dünlerimiz, yanardağ düşlerimizin hücrelerine güneş doğmaz olur. Rüzgârın nefesine gölgemiz dokunur. Yasak sarılışların güvertelerini sular bastıkça ve aşk limanlarımıza kan damladıkça özlemin rengi hep gridir. Birikmiş sancılar günlüğüne sığındıkça sevda, yürek hiç gidilemeyecek düşlerin soytarısıdır. Aşk kırık bir daldır ve sevdikçe mevsim hep bahardır.

Bir yankı, bir düşünüş ve bir sızılı dökülüşün aynasına dikerdik gözlerimizi, sızılı şarkılarla göğsümüzün narını ovarken. Sessiz duruşmalarda utangaç bakardık gözlerimize, yangınlardan gölgeli anlarımıza kaçarken. Sevda derdik ismine, andımız olurdu an, biz aşkın harıyla bedenlerimizi yıkar iken. Az sonra ellerin yeniden uzanırdı gönlümün öbeğine, ben sevdanın teriyle avuçlarını ovarken. Bitmiş bir anı yeniden tersine çevirirdik, kumlar dökülürdü ıslak avuçlarımızdan. Zaman, tutkulu bir karanlığın dağınık yatağı olur, uzanırdı parmaklarımız tene ve işte o an dudaklarımızdaki tuzlar denizlerin dalgalarıyla aşkın kâinatına sokulurdu.

Belki de, her liman bizi bir yaşanmışlığa taşıyan gemilerle doludur. Biz o gemilerle, gönlümüzün sularını yara yara ufuklara süzüldükçe, sızılarımızın derin ütopyasından kendimizi tartınca ve amaçsız yaşanmışlıkların dumanlarını bakışlarımızla yarınca bir yaşam şarkısının nakaratı oluruz. Kendi dalgalarımızın ayrılmış odalarına biz aşk olarak sokuldukça ve inancımızın rutubetli kilerlerini her mevsim karıştırdıkça ruhumuzun pastil sızıları azar ve bir bekleyiş şarkısı özlemli dudaklarımızda kanar.

Sevginin damarlarındaki koparılmaz takvimlerle bir gizin cümbüşünü izleriz. Esmer bir bakışta sesimize karışır soluğumuz, ne zaman sussak bizi bulur çocukluğumuz. Ortak duyargalarımızın rahlesinde dilimizle ses, yüreğimizdeki güvenle nefes olup üfleriz sözcüklerin en delisine. Üfledikçe düğmelerimiz kopar ve yürürüz sevdanın en bilinmez ülkesine. Denizlere taş atarız, kuşlar havalanır yüreğimizden, sıkarız aşkın menteşesini mevsimlerin en zemherisinde.

Kavranmış bir beden olsam ellerinde ve sürsen dudaklarını en mahrem yerlerime. Saklanıp günahlarına, sarılıp sevaplarına uyumak çiçekli bir yatakta. Varlığımın en delişmen varsıllığıyla köpürmek dilinde, soyunmak en asi düşlerine ve akmak içine zapt edilemez denizlerce ve büyümek gelgitlerle kadın düşlerinde. Sessizce düşünmek birbirimizin gözlerinde. Ben zamanı durduran bir kelepçe, sen çılgınlıkları duyuran bir ses olsan aşkın minarelerinde. Ertelesek inançlarımızı, törpülesek düşlerimizi, boşaltsak dokunuşların en deli sellerini ve kanasak doyumsuz sarılışlarla, tüketerek içimizdeki en deli uhdelerin özlemlerini.

Dökülünce gün gecenin koyusuna, bölünürdü ruhum özlemin çelik çarkında. Saçlarının ipek yollarına sürerdim sevda kervanlarımı ve upuzun yollarında aklım işgallere dururdu. Ruhumuzun harlı yangınlarına esen rüzgârların mevsim kırıklarıyla çekerdik birbirimizin küreklerini özleme. Sen, ansız korkuların çatı katlarında bedenine yağmur çağırırdın gökten ben endamının resmini izlerdim hayranlıkla. Sözcükler kendi iriniyle sorguyu reddeder, sarılmasız geçen anların yudumlarıyla akardı birbirimizin içine yangınlar.

Gecenin kabarmış göğsüne pastellerle dokunurduk zaman ilerledikçe. Kendi dumanlarımızı gözleyen göz olur, kendi sayfamızı karalayan kalemce çiçeklenerek dökülürdük gözyaşlarımızla bendimize. Sürgünler yürürdü yokluğumuzun cehennemine, özlem kabir ateşleri olup yakardı bedenlerimizi. Kristal dallardan süzülerek içimize akardı onca bilmece, çözümsüz dualarla ve umutsuz vedalarla ıslak bir öpücükle gecenin gölgesine saklanırdık.

Az sonra, arsız kuşlar çığlık çığlığa geçerdi başımızın üzerinden, unutuluşun rotasına kanatlar açarak. Kanayan yüreklerimizin savaklarına üşüşürdü kemirgen düşünüşlerimiz, kangren avuçlarımızı uzatırken birbirimize yağmurlar yağardı gökten. Ellerimiz dudaklarımızda dolaşırken, gözlerimiz gecenin içinde birbirimize kamaşırken yangınlar kesilirdi, mutluluk kendi dalından toprağa damlayan bir şıra olurdu. Tükenmişliğimizin sızılarıyla kendi miadımızı tamamlar, gökyüzünde buluşacağımız günler adına yine birbirimizin uhdelerine umutlar adardık.

Daralmış bir kentin tam ortasında dolaşıyor aşk, ruhunun zikzaklarını izleyerek. Yanık tenine işlemiyor yorgun güneşin aksi, dar yollardan geçiyor dudağındaki hüzzam dökülüşleri bir mendile gizleyerek. Yalpalıyor zaman, kıvrılmış bir uykuya sarılmışken an. Her yudum bekleyiş yutkunmasıdır aslında, kendi dalını çürütürken yürekten dökülen Çigan. Dil suskun, ömür puskun ve şarkılar gönülde durgun olunca, aşk korkulara sarılan çelişkili bir gezgin.

Özlemin inkârını seçen dilimin paslı yollarına öfkenin gözyaşı düşerdi, ay geceye bedenini serince. Yalansız buluşmaların odalarına kapanırdık kendimizi unutarak, aşk yalvarılı sözlerimizin dimağını dürterken. Defalarla parsellenmiş düşlerin girdaplarıyla bölünürdük, sözümüzün tükenen kandilleriyle yine kendimizi bulurduk ve için için tükenen bir sevdanın hem yargıcı, hem de gözü kara cellâdı olurduk.

Yosunlar birikiyor gözlerimin denizlere sürüklenmiş mazgallarında günlerdir. Kıymıklara bölünen göğsümün şafaklarında güneşim ıslak ve gecemin kuyularına şavkı düşen ayımın gönlü sevdaya tutsak. Kıyımlara atılmış yüreğimin kanlı güvertesine doluyor gülüşlerin, gün akşama yürürken aşk bana prangalı bir yasak. Al ellerini istersen yaşlı yüreğimden gülüm, günü geçmiş biletlerle sevda yolculuğu bu gönlüme yıllardır niteliksiz bir feryat.

Selahattin Yetgin
( Yokluğunun Duruşmalarında Kırıldı Yüreğim başlıklı yazı S. Yetgin tarafından 3/23/2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.