Babama Japonya'yı Sevdiren Kadın-19
...
Kyoto
kuzeyden başlayarak önce batıya sonra güneye doğru çevreleyen sık ormanla kaplı
dağların kucağında, yıllar öncesinde günümüze gelmiş ve her tarafı tarih
kokarak uyuyan bir prensese benziyordu sanki…
Dağların
eteklerindeki ormanların içine kadar sokulan evler, şehirle yakın bir bağ
oluşturuyordu. Şehrin dar sokaklarını kaplayan asfalt ve yer yer taş döşenmiş yollar,
gökyüzünün derinliklerinden bakıldığında dokunmuş bir kilim görüntüsünü sergiliyordu.
Kyoto’nun doğuya doğru savrulan eteklerinin hemen altından Osaka’nın varoş
mahalleri boy gösteriyordu. Ta denize kadar uzayıp giden ve her adımının
değerlendirildiği koca bir kentin içinde bile kendini bir baş gibi gördü.
Dokunulmadan
duran ve günümüze kadar gelmesi sağlanan tarihi yapılar, her geçen gün biraz
daha başını göklere doğru uzatarak betonlaşan şehrin arasında yeşile boyanmış
küçük adacıklar şeklinde kalıyordu. Geçmişin ve tarihin derinliklerinden
günümüz kadar gelerek var olma ve ayakta kalma mücadelesi veren bu yapılar, gün
itibarıyla en fazla ziyaretçi çeken mekânlar arasındaydı.
Taş
duvarlarında nice saray kral ve kraliçelerinin, nice prens ve prensesin, nice
nedime ve nice muhafızın, nice samuray ve nice geyşanın hatıralarını
saklıyordu. Kyoto geçmişte başkent olmanın ihtişamını Tokyo’ya kaptırsa da,
hala huzur ve sükûnun, hala geçmişle olan bağlarını ısrarla ayakta tutmaya
çalışıyordu. Her geçen gün yeni nesil
tarihine yabancılaşmaya devam etse de, tarihi mekânların varlığı onlara bir
geçmişlerinin olduğunu, o günden bu yana yer yer değişerek te olsa gelenek ve
görenek olarak kültürel varlıklar kendini muhafazaya çalışıyordu.
Çizimlerini
teslim edeceği şirkete yaklaşırken kafasındaki düşünce sağanağından kurtulmaya
çalıştı. Kendini ve düşüncelerini toparlamaya çalıştı. Söz verdiği süreden daha
erken yaptığı çizimleri teslim etmişti. Bay Fudeko
uzun bir süre ve tek tek çizimleri inceledi. Başını kaldırdı ve Hitomi Hanıma
baktı. Kısa bir süre de olsa göz göze geldiler. Fudeko’nun yüzünde büyük bir
durgunluk, anlamlandırmadığı bir sakinlik, uzayıp giden derin bir bakış vardı. Önce
bakışlarını farklı yöne çevirerek, söze başlamak ve söyleyeceklerine nasıl
tepki vereceğini gözlemlemek için bakışlarını tekrar Hitomi Hanıma çevirdi.
Bay
Fudeko “Hitomi Hanım uzun zamandan beri sizinle çalıştık. Zaman çok ve çabuk
değişmeye başladı. İnsanların da yaşamları değiştiği gibi, zevkleri de
değişmeye başladı. Özellikle son çizimleriniz canlılıklarını kaybetmeye
başladı. Benimse yaşım ilerledi. Kızım sen de bilirsin ki bir atasözümüz var; ‘kar yağarken söğüt dalı da eğilir,’ derler. İlerleyen
yaşım benim de dallarımı eğiyor, bileğimi büküyor.”
“Her
geçen gün biraz daha büyüyerek gelen ticari dalgalanmalara benim göğüslemeye
güç ve takatim kalmadı. Elbette ‘önce çıkan dalgayı göğüsleyecektir.’ Benim
beden ve fikir tahtalarım eskimeye ve çürümeye yüz tuttu artık... Onun için tahtası
ve fikri taze olanlar öne geçmeliler ki bu gemi yürüsün. Önemli olan gemiyi
batırmadan hedefe yani limana varabilmektir.”
“Yakında
işletmeyi gençlere bırakarak, ben dinlenmeye çekileceğim… Bundan böyle muhatabınız
ben değil, oğlum İmura olacak. Yeni
neslin davranışları, güngörmüş insanlar gibi sabırlı olmazlar. Uzun zamandan
beri gençlerin eleştirilerine karşı sizi savunuyordum ama bundan böyle sizi
savunma imkânım ve ortamım olamayacak…”
Hitomi
Hanım hiç beklemediği bir tepki ve bilgilendirmeyle karşılaşmıştı. İçinde
kendini hayata bağlayan tellerden birinin bir anda koptuğunu düşündü. İçinde
canlı tutmaya çalıştığı sabahki neşeden ve canlılıktan eser kalmadı sanki…
Bay
Fudeko hayatın çilesini çekerek gelmiş ve iş dünyasında kendine haklı olarak
bir yer edinmişti. Yeteri kadar hayat tecrübesi olmayan ve hatta imkânların
verdiği bir şımarıklıkla büyümüş genç oğlu İmura’dan yardım ve destek görmesi
bir yana, yıllardan beri süregelen ilişkileri bıçakla kesilmiş gibi bir anda
bitme ihtimali Hitomi Hanımı ürkütmeye yetmişti. Bir anda kendini bir boşlukta
ve sallantı da hissetti. Ürktü ve ürperdi.
Bay
Fudeko, sözlerinin tesirini görmek için Hitomi Hanımın yüzüne baktı. Bay
Fudeko, Hitomi Hanımın ruhunda yaşadığı sarsıntının tesirini ölçmeye
çalışıyordu. İçerideki fırtınanın yüzüne yansımasını pekâlâ görüp
hissedebiliyordu.
“Umarım
sizi fazlasıyla üzmedim… Sizi üzmek için söylemedim. Yıllardır verdiğiniz
hizmet ve emekleriniz için teşekkür ederim. Göz nuru ve bileğinin hakkıyla yaptığın
çalışmaları bu güne kadar yaşlısından gencine kadar birçok insanın üzerinde
görme şerefine ermiş, gıpta ile baktığına ve seni mutlu ettiğine ben şahidim.”
“Şeker
ve yüksek tansiyonum beni rahat bırakmıyor. Onun için kendi kendimi emekli
edeceğim… Sağlığım yüksek bir tempoda çalışmaya artık müsaade etmiyor… Artık
ben de bu çağa ayak uyduramaz oldum. Uzun yıllardan beri süregelen bu
işletmenin yok olmasını istemiyorum. Bu kadar çalışanın ve nice insana iş ve
ekmek kapısı olan bu müessesinin hayatiyetini devam ettirmesi bir zarurettir.
Bizler emek ve bilek gücü ile bu günlere kadar geldik.”
“Bizden
sonra bu bayrağı taşıyacak olan yeni nesil okuyarak ve araştırarak geliyorlar.
Bizim bu bayrağı onlara teslim etmemiz lazım. Onların omuzlarına sorumluluk yüklemez
ve görev vermez isek, işin ehli olamazlar. Onlar da yaşayarak öğrenmek ve daha
ileriye gitmek zorundalar. Bizim hakkımız size geçtiyse bizden yana helal
olsun, sen de hakkını helal et kızım…”
Hitomi
Hanım “Sizi özleyeceğim. Varsa hakkım helal olsun, siz de helal edin…” dedi.
“Helal
olsun… Zamanımın çoğunluğunu dağ evinde geçireceğim. Ziyaretime de gelmelisin…
Mutlaka beklerim…”
“Sizin
gibi, baba değerinde birinin konuğu olmak bana şeref verir. Biliyorsun ki, Yumi
kızım tek başına…”
“Kızımızı
da getir… Onun için de büyük değişiklik olur”
“Müsait
bir zamanda gelmeye çalışırım…”
Son
ödemelerini de yapmışlardı. Firmada alacağı kalmamıştı. Alacağının kalmaması
sanki ilişkinin bir daha bir araya gelmemek ve sanki tamamen ip kopacakmış gibi
hissetmişti. Hâlbuki güne huzurla, neşe
ile başlamıştı. Hava bir anda nasıl da değişivermişti.
Bay
Fudeko ile vedalaşarak ayrıldı. Binanın dışına çıkınca sanki bir daha dönmeyecekmiş
gibi ayrıldığı binaya baktı. İçinde bir boşluk oluvermiş, yüreği burkulmuştu. Gözleri nemlendi.
Demek
ki, hayat tek düze gitmeyecekti. İnişler yeniden çıkışların mihengi olmalıydı… Bir
süre öylesine rast gele kendi kendine kendi iç dünyasına dalmış olarak,
etrafında akıp giden insan selinin bile farkına varmadan yürüdü. Nereye ve
niçin gittiğini de bilmiyordu.
…
Devamı Var
...
Ant-150515