Babama Japonya'yı Sevdiren Kadın-21
…
Miyu “En azından yalnızlığını ve yükünü
paylaşacak bir can yoldaşın olurdu…”
Hitomi Hanım yıllar öncesinde birçok dert
ve anılarını paylaştığı arkadaşını görmenin sevinci ve yakınlığı içinde içini
boşaltmaya başladı.
“Hiçbir şeyden bir türlü emin olamadım… Bir
kadın olarak kapalı kapılar ardında neler yaşadığımı, neler düşünüp neler
hissettiğimi benden başkası bilemez.”
“Bir ömür boyu olmayı düşlediğin bir
insanı, hiç beklemediğin anda kaybetmen ya da umutlarla ve güzelliklerle
başladığın birlikteliği anlaşamadığın için sonlandırman, yalnız başına
yaşadıklarını kaç kişi anlayabilir? Kendi ayakların üzerinde durmak için
verdiğim çabayı kim takdir edebilir? Hayata tutunmanın zorluğunu, sığınacak bir
limanla, bir daha karşılaşamama korkusunu yüreğinde hissetmeyi, baskı altına
alarak üzerine kilit vurduğun duygularını kaç kişi yaşamıştır?”
“Yanımda çocuğum olsa da, geceleri buz
gibi bir yatakta uykuyu hasretle bekleyişimi, gözyaşlarımı yastığa aktarırken
bedenimin isteklerini çaresizce susturuşumu kaç kişi anlayabilir? Yavaş yavaş
yüzüme kapanan kapılardan sonra çekilmez bir raddeye gelen yalnızlığa mahkûm
oluşumu kaç kişi hissedebilir?”
“Mahallede, işyerinde veya cadde
ortasında yürürken farklı bakışlarla, anlamsız imalara mahkûm edilme kıskacında
yaşamanın güçlüğünü bu güne kadar kaç kişi yaşamıştır? Dışarıya çıkmaya, nefes
almaya teşvik ve elinden tutarak destek olmak yerine, dar bir çerçeveye
sığdırılma kıskacının dayanılmaz acısını ancak dul olanlar bilir. Dul kadın
kimliğinde tüm haklarını kaybetmiş bir insan yaşama mahkûmiyetini kim bilir,
kim hisseder, kim yaşar?”
Miyu “Kızım sen bir dert küpüne
dönmüşsün… Bu çok hoş bir şey değil… Ne kadar dert var, o kadar hastalık var…
İyi sen bu güne kadar ayakta sağlam durabildin…”
Hitomi Hanım “Kendimi içi boşalmış bir
çınar ağacı gibi hissediyorum. Belki şiddetli bir rüzgâr gelse, yıkar götürür
beni…”
Miyu “Ama buna fırsat vermemelisin… Unutmamalısın
ki, Suya düşünce değil, suda kalınca boğulursun. İnsan gençken hayatı
anlamıyor, anlayamıyor. Ama şu anda hayatı daha iyi anlayabiliyorsun…”
Hitomi Hanım “Artık gitmeliyim…”
Miyu “Sık sık bekliyorum… Ben de bir
akşam çayını içmeye geleceğim.”
Hitomi Hanım “Beklerim.” Hitomi Hanım
biraz dinlenmiş olarak çıktı. Çok daha fazla gezinmeden eve dönmeye karar verdi
ve yürüdü.
Caddede kaldırımlarda yürüyenlerin
arasından geçerek evin yolunu tuttu. Bu gün duygularında yaşadığı gelgitler
Hitomi Hanımı yormuş gibiydi. Gözleri ne yolda gidip gelen kalabalığa, ne de
renkli reklam tabelalarına takıldı. Bedeni gibi, ruhu da farklı bir kargaşa
içindeydi.
…
Eve geldiğinde ayakkabılarını çıkarıp
ayakkabılığa koyarken, ayağına geçirdiği terlikle içeriye geçti. Balığı buzdolabına,
lokumu ve diğer aldıklarını dolaba yerleştirdi.
Üzerindeki dışarı kıyafetini ve
çoraplarını çıkardıktan sonra, duşa geçti ve bir süre suyun altında kaldı.
İstiyordu ki baştan aşağı dökülen su hem yorgunluğunu ve hem de kafasına
takılan tüm olumsuzlukları alıp gitsin…
Duşunu tamamlayarak iyice kurulandıktan
sonra baş havlusu ile saçlarını kurulayarak, başına sardığı havlu ile birlikte
divana uzandı.
Ellerini başının alına alarak, sabahtan
bu yana yaşadıklarını tek tek gözünün önüne getirerek, tekrar etmeye, sakin bir
kafa ile değerlendirmeye tabi tuttu.
Kızının “gezi turlarına katıl” düşüncesi
hiç de yabana atılır bir düşünce değildi. Belki gezi esnasında yeni insanlarla
tanışacak, gezip gördüğü yerler ile kendine yeni bakış açıları ve yeni ufuklar
aralayacaktı.
Bay Fudeko’nun inzivaya çekilmesi ve
yerini oğlu İmura’ya bırakması hoşuna gitmemişti. Ama bu hususta yapabileceği
bir şey de yoktu.
Ama baskı ustası olarak çalışan Kazuaki
ile irtibatı devam ettirmesi ve genç İmura’nın çalışma sitilleri üzerindeki
düşüncelerine erişmek pekâlâ mümkündü.
Buda’ya yalvardı “Bana bir çıkış yolu aç
ki, değişen dünyaya ayak uydurabileyim. Ufkumu genişletebileyim.”
Uzandığı yerde öylece uyuya kalmıştı.
“Rüyasında bir beyaz kuğu olduğunu ve
yanında bir sürü beyaz kuğular ile uçtuğunu, yüksekten masmavi göllerin ve yemyeşil
dağların eşsiz manzaralarını görüyordu. Yemyeşil bir tepeye inmeye
başladıklarında insafsız avcıların kurşunlarıyla karşılaşmıştı. Uçan kuğulardan
birkaç vurulmuş ve al kanlar içinde yere düşmüşlerdi. Kendisi de yaralanmış
olarak aniden yere inmek zorunda kalmıştı. Kanadının birinde kırık ve kan
izleri vardı. Ne olduğunu anlayamadan kendini bir insan olarak yabancı bir
adamın kolları arasında hastane koridorlarında koşarken bulmuştu…”
Aniden uyandı.
Etrafına bakındı kimseler yoktu.
...
Devamı Var
...
Ant-150515