Gel-gitlerin nazarında
Haddinden fazla muğlâk
Tanrı’nın yol bildiği
Hele ki mihrap
bellerken gök kubbeyi
Son bir şans daha geçse
ele pervasızca
Ve biz doğsak yeniden
Ve sadece hükmetse
evren
Adsız yarınları mesken
edinmişken.
Yalıtılmış mizaçların
Kırılgan tınısında
saklı aslında tüm gizem:
Bir elin verip,
diğerinin çaldığı
Tanrı bile pişman
yarattığına
İnsan denen varlığı.
Kırık tabular, sunumda
nefret
Yol iz bilmeden
Yürüsek de zaman zaman
yayan.
Zor olmasa gerek:
Sadece kapa gözlerini
ve hayal et.
Ne varsa sıdkının
sıyrıldığı
Gönlün görüp dilin
sustuğu.
Değer mi değmez mi,
deyip
Çıkmışken yoldan her an
Mağlup geldiğine kani
ne yazık ki
Sevgi ve vicdan.
Değmez gönül inan ki
kaybetme sen
İçindeki inancı ne de
pes et
Durduk yerde
sorgularken seni eloğlu.
Yürek yansa da pare
pare
Devinen bil ki sen
değilsin sadece.
Patavatsız ne çok
hegemonya
Paye verir kimi bir
diğer benzerine
Yortusu çok erken
gözlerinde
Gün doğmadan neler
doğar
Yaz bunu yüreğine.
Külyutmaz ne çok devrik
cümle
Bağnaz ritüellerin
nazarında
Eksiltili sayısız
hatırat
Gömütlerin yanında
nöbet tutan eşkâlin
Kadar sitem dolu hatta
Körüklerken öfkeyi,
Kucaklarken ölümü
Sağanağında koyulan
düşler mi
Soluklanırken iklimin
soğukluğunda.
Kerelerden, sayılardan
ve keşke’lerden
Mütevellit iken döngü,
Güçlünün zayıfa
geçerken hükmü…
Tırnaklarınla kazıdığın
yolun belki de sonu
Son deyip de başa
döndüğün her seferinde,
Sayısız dejavu talip
olmasak da
Sadık bir izleyicisi
sadece aynı filmin
Dudaklarından dökülen
hep aynı replik;
O tekil ve zaaf dolu
benlik,
Yetemezken kendine ve
tüm evrene.
Sonsuzluğun mabedinde
Hüzne rağbet
Koruk acıların
konuşlandığı en derinde;
Çözemezken çözümsüzlük
nakşederken kanında,
Susup da kem gözler
delerken bağrını
Sadece çözül yürek
Sus ve sadece şükret
Hayat dediğin bil ki
tefekkürden ibaret.