Ah, benim Safinaz ablam! Hayatını şambaba tatlısı satarak idame eden, çipiş gözlüm. Ne çok şey öğrendim senden, bir bilsen... E n ç o k d a s e v g i y i öğrettin s e n b a n a... Ve sevgi ile korkularımı alt etmeyi...Nasıl da anlatırdın uzun, uzun, hiç usanmadan. Derdin ki;“Allah (cc) insanı SEVGİ ile yarattı. Sadece sevgi; sevgi benim nefesimdir, diyerek... Adem’in sevgisi Havva’ya, Havva’nın sevgisi de Adem’e öylesine üst düzeydeydi ki, Şeytan onların bu coşkusunu kullanarak, Havva’nın nefsini tahrik edip yasaklı meyveden istetti. Adem de cesaretinin kayıtsızlığı ile kopartıp verdi bir tane.Allah (cc) bu söz dinlemez iki insanı cezalandırarak yolladı dünyaya. Yollarken, ‘benim emirlerime karşı gelmekten korksunlar,’ diyerek, yüreklerine azıcık da ‘KORKU’ saldı. Ne yazık ki, korku, sadece ondan korkmayı sağlamamış, dünyada mevcut tüm tehlikelerden korkmayı da sağlamıştı. Korku böylece büyütülerek, panik, çekince, ürkeklik, dehşet, sakınma, ürperti, yılma, ürkme, yılgı, içtinap, fobi, kaygı, merak, bulut, telaş, heyhey, endişe, düşünce, kuruntu, terör, şaşkınlık, çekinme, bunalım, sıkıntı, üzüntü, nefret, kin, riya, iftira gibi binlerce kardeş edindi kendine... Edinsin. Dağları, taşları kaplasınlar hep birlikte. Onların heybetli görünümü bir gölgeden ibarettir. Korku, yok olmaya mahkumdur sevginin gücü karşısında…Sevgi ve Aşk; gerçek ve mutlu yaşamın ta kendisidir…”
*
Safinaz abla akşam olup eve
döndüğünde ben çay ocağında Nuri’yle beraberdim. Geldiğini görür görmez peşinden
gittim, merdivenleri birlikte çıktık.
Eve girer girmez olanları, “Kızarsın
diye sana anlatmayacaktım, ama bu dünyada benim için en önemli insan sensin.
Kızsan da, dövsen de senden saklayamam,” diyerek anlatmaya başladım.
O da çok meraklandı. “E, anlat
madem, dinliyorum.”
“Şu karşı sıradaki müstakil evde
Almanya’dan gelen bir sarıkız vardı ya, imamın oğluyla evlenip Almanya’ya giden…”
“E? Aşağıdaki imam bozuntusunun
bacısının kızı...”
Bu defa ben de şaşırdım. “Kız emekli
imamın yeğeni mi? Yeğenini mi nikahladı oğluna?”
Güldü. “Resmi nikah kıymadılar. İmam
nikahıyla aldılar kızı.”
"Hayda... Resmi nikah olmadan
oğlanı götürebilir miymiş?"
"Oğlan turist pasaportu
çıkarttırmış.Halasının referansıyla üç aylık misafirlik izni almışlar."
"Üç ay sonra mecbur dönecek o
zaman."
"Yok... Bulurlar bir Alman
karısı, nikahlarlar."
Kafam iyice karıştı."Yahu sen
benimle kafa mı kırıyorsun?" diyerek çıkıştım.
Tiz bir kahkaha atarken."Yok...
Yok, kafa filan kırmıyorum. Bir Alman karısıyla nikahlanınca Alman devleti
Almanya’da oturmasına izin veriyor da ondan için geçici olarak bir Almanla
nikahlanır, oturma iznini alınca da onu boşar Sarıkız ile nikahlanır. Anladın
mı?"
Anlamıştım. "Neyse, anlatacağım
şey başka… Ben bu kızla konuşuyordum. Yani, öylesine, ayak üstü filan..."”
“Sonra?”
“Sonra… Sonra, yüz gözlüğümüz artınca,
bunu bir öpmek istedim.”
“Sen?"
"Eveti ben... Ne var bunda
şaşıracak? On yedi yaşında öpüşme uzmanı biri var karşında senin!""
Onu güldürüyordum. "Seni,
öpüşmeyi bilmediğin için terk eden bir kız hatırlıyorum."
Hemen itiraz ettim. "On üç
yaşındaydı o... Nasıl öpüşüldüğünü biliyorum elbet…”
“Tamam, anladım. Sarıkızla
öpüşebildin mi bari?”
“Öpüştüm. Öpüştüm öpüşmesine de…”
Sustum.
“Nasıl razı ettin? Anlatsana be!”
“Çok kızacaksın!”
“Anlatmazsan daha çok kızacağım
ama!”
“Çok kötü bir şey yaptım ben.
Uykusunda öptüm onu…”
Teferruatı gizlemeye karar verdim,
yoksa gerçekten çok kızacaktı. “Annesi ile babası cenazeye mi ne gitmişlerdi
hani? Sarıkız evlerinde yalnızdı. Evin arka tarafındaki duvarı aşıp evlerine
girdim. Baktım Sarıkız odasında uyuyor, usulca sokulup dudaklarına yumuldum.
Uyanıncaya kadar aldım hevesimi. Yeminle sana, kız en az beş dakika
öpücüklerime karşılık verip, uykusunda öpüştü benimlen.”
“O da senin gibi kudurukmuş demek
ki… Kızmadım sana, korkma! O yobaz güruhuna ne olursa olsun, kızamam, ama
yaptığını da tasvip etmiş değilim. Başkalarının evine girip, bu senin yaptığını
yapanlara sapık denilir. Sen sapıksın diye söylemiyorum. Kaç yıldır girip
çıkıyorsun evime, öyle olsaydın anlardım. Öpücük için iyice hırslanmışsın ki,
bu hatayı yapmışsın. Kız feveran edip de ya karakollara, mahkemeye düşseydin.
Düşünebiliyor musun başına gelecekleri? Haneye tecavüzden, kıza tecavüze
yeltenmekten, hürriyeti tahditten ömrün hapislerde geçerdi. Nasıl bakacaktın ananın
babanın yüzüne? Ne olursa olsun, bir daha sakın böyle bir şey yapma! Asıl olan
öbür dünyada değil, bu dünyada yaşamaya ne kadar layık olduğundur. Bu dünyada
yaşamaya layık olduğun vakit, öte tarafa cennetin kapısından girersin. Her gece
yattığında, önce kendi nefsini bir sorgula, sen kendi vicdanını huzurlu
hissettiğin zaman, huzurlu olursun. Bunun için, o gün ne kadar çalıştığını
tart. Ogün neler yaşadıysan, hepsini teker teker gözlerinin önüne getir. Kime
iyilik yaptın, kime kötü davrandın, hatırla. Bu şekilde, tespit ettiğin kötü
davranışları hayatından kov gitsin ve ertesi gün daha iyi bir insan olmaya
karar ver.”
Bunlar filozofça edilmiş laflardı.
Bir şam tatlısı satıcısı da, hayat okulunda iyi bir öğrenci olup filozof
kesilebiliyordu. "Yahu abla, senin de bilmediğin yok ha! Nerden öğrendin
bunca şeyi, bilmem ki..."
"Hayat mektebinden... Kütahya’dan
kaçışımı hatırlıyor musun?"
"Hatırlamaz mıyım?"
"Tamam işte, o sene burda bir
pansiyon odası tutup yerleştim. Aynı pansiyonda bir sürü üniversiteli kız
kalıyordu. Hepsiyle arkadaş oldum. Bildiğim her şeyi onlara borçluyumdur. Bana
kitap okuma alışkanlığını edindirenler de onlar oldu; okuyacak normal bir kitap
bulamazsam onların ders kitaplarını okurdum, o kadar yani..."
*
Sarıkız emekli imamın oğluyla gideli
bir yıl olmuştu. Onun, kucağında bir bebekle ve valizlerle çıka geldiğini
görünce aklıma ilk gelen şey, kocasını terk edip geldiği olmuştu. Daha sonra
Safinaz ablanın kuşlarından edindiği bilgilere göre, kocası bir Alman kadınıyla
anlaşmalı bir evlilik yapmıştı. Adam Almanya’da oturma izni alır almaz evlenmiş
olduğu Alman kadından boşanacak ve Eskişehir’e dönerek yeniden evlenerek Almanya’ya
dönecekti.
Bir kağıda, "seni
unutamadım," diye yazdıktan sonra evlerinin arkasındaki arsada sinip
bahçelerine çıkmasını bekledim. Çok geçmemişti ki, çıktı. Pusulayı ona doğtru
attım. Attığım kâğıt topağını aldı, açıp okudu ve itinayla katlayarak cebine filan
değil, direk koynuna, sutyeninin içine sokuşturdu. Bunun ayrı bir anlamı var
mıydı, bilemiyorum; ancak yarım saat kadar sonra bir kara çarşafa bürünmüş
olarak evden çıktı, çay ocağının önüne geldi. Tam önümden geçerken başındaki
örtüyü açıp gözlerini bana dikerek başıyla peşinden gitmemi işaret etti.
Yerimden fırtına gibi fırlayıp peşinden gittim. Beş on adım gerisinde yürüyerek
Sakarya caddesine ulaştığımızda, “merhaba Sarıkız!” diyerek yanına
sokuldum.
Elini uzattı, “merhaba Erkin!” diyerek elimi sıktı. Hala adımın Erkin olduğunu
sanıyordu.
“Merhaba!" dedim Kem küm
ederek, zar zor konuşuyordum. “Seninle konuşmak istediğim o kadar çok şey var
ki…”
O ise çok, ama çok rahattı. Beni,
“gece, saat tam onda bize gel. Hani o üzerinden aşmaya alışık olduğun duvardan,
hiç kimselere görünmeden girersin eve, emi… Oturup uzun uzun sohbet ederiz,”
diyerek yanından yolladı.
“Saat tam onda…”
Saati on yapıncaya kadar, her halde
hayatımın en uzun saatlerini yaşamıştım. Saat ondan sonra ise, hayatımın en
çabuk geçen saatlerini yaşadığıma eminim, çünkü o ilk gecemizde kurduğu
çilingir sofrasındaki hoş sohbette ve bana büyük bir ihtirasla açtığı koynunda
vaktin sabah olduğunu bile anlayamamıştım. O ilk geceki sohbetimizde, aklımda
kalan tek şey, ona yaptığım terbiyesizlikle ilgili çektiğim hüznü anlatmaya
çalışırken, o, beni hayata bakışını değiştirdiğine ve cinselliğin yeterli
olduğuna ikna etmişti.
Buna ikna olmuştum, çünkü onunla
geçirdiğim geceler pişmanlıklardan çok daha keyif vericiydi.
Safinaz
ablayla çok seyrek görüşür olmuştuk, onlar da birkaç dakikayla sınırlı
karşılaşmalar oluyordu.
"Yakışıklım,
gelmez oldun," diyerek sitem ediyordu.
Akşamları
çalıştığımı bahane ediyordum. "Senin eve döndüğün saatlerde ben işte
oluyorum. Onun için…"
Yaz
gelip de, emekli imamın oğlu izine
geldiğinde Sarıkızla buluşmalar sekteye uğradı. Ben gelişinin hemen ikinci günü
pişkinliği iyice ele alıp, oğlana "hoş geldin´demeye gittim.
Sarıkız,
kocası gelir gelmez bir kara çarşafın içine sığışmıştı. Beni karısıyla, "Ergin,
kardeşim gibi sevdiğim bir komşu çocuğudur," diyerek tanıştırdı. El
sıkışmak filan yok.
Mademki
kocasının kardeşi kadar sevdiği biriydim, beni onun da kardeşi olarak
benimsemesinde sakınca olamazdı. Kocasına, "Erkin kardeşimle seninle
evlenmeden önce bir kaç kere karşılaşmıştık, hatırlıyorum onu," diye
karşılık verdi. İkisinden de beş-altı yaş küçük kardeşleri gibiydim. Bu
kimlikle sıkı bir sohbete başladık.
Türkiye"de
işsizliğin had safhaya çıktığı o günler patronlar yevmiyelerimizi iyice düşürüp, ister çalışın,
ister çalışmayın diyerek restlerini çekmeye başladığı için, müzisyenlikten
iyice bıkmıştım. Sohbetimizin tam da bu
yerinde,
"Bir
yolunu bulup kapağı yurt dışına atanlar paçayı kurtarıyorlar," dediğinde;
Ona, "ben de aynı şeyi yapmak için bir arayış
içindeyim" dedim.
Yurt
dışına çıkışın en kolay yolunu bir kez daha imamın oğlundan dinledim. "Yurt
dışına kapağı atmanın en kolay yolu, yabancı uyruklu bir kadın bulup, onunla
evlenmektir," diyordu.
"İyi
de, benim gibi hiç yabancı dil bilmeyen çekingen ve beceriksiz birisi, yabancı
uyruklu kızı nereden bulup, nasıl tavlar, nasıl evlenir?" Olacak şey
değildi bu…"
Tarık,
"tavladığınla değil, bunu iş edinen kadınlardan birisiyle evleneceksin,"
deyince Türklerle evlenip onları memleketlerine götürerek para kazanan yabancı
kadınların varlığını da öğrenmiş oldum. Genelde kerhane karısı, telekız, ya da
sokak karısı oluyormuş bunlar ya, olsun varsın. Maksat mutlu bir yuva kurmak
değil, yurt dışına kapağı atmak.
Tarık,
"ille de yabancı kadın olması da gerekmez. Almanya"da oturma izni,
çalışma izni olan bir Türk karısıyla da olur."
Tam
o anda gözlerim Sarıkız"a yöneldi; S arıkızınkiler de bana.
Emekli
İmamın oğlu yangına körükle gitmek ister gibi, "benim avradın oturma izni
mevcuttur; kendisi de he derse nikahlayalım ikinizi." Kulaklarım yanlış mı
işitti acaba,diye şüphe içinde bakınırken, o, Sarıkıza hitaben, "ne dersin
avrat? Ergin kardeşime bu iyiliği yapar mısın?" diye sordu.
Sarıkız
da tam bir soğukkanlılık içerisinde, "madem kardeş bildik, niye yapmayalım
ki?" demez mi?
İnanılacak
gibi değil! Bir taraftan benimle dalga geçmekte olduklarını, az sonra
kahkahalara gülmeye başlayarak, "şaka yaptık!" diyeceklerini
düşünüyorken; öte yandan oğlanın çok iyi bildiğim karakteri nedeniyle bu tip
eşşek şakalarına uygun biri olmadığını düşünmekteydim. En azından Sarıkız
yaşadığımız onca macera hatırına onun benimle dalga geçmesine çanak tutmazdı.
Tereddütlü,
"sen ciddi misin?" diye sordum.
"Vallahi
ciddiyim!" diyerek yemin edince de yalan yere yemin etmeyecek biri olduğu
için söylediklerini ciddiye almaya başladım.
Tam
bu iş oldu, kurtuldum, diye çığlık atacakken, çığlığı Sarıkız ile evlenmek için
vermem gereken parayı duyunca attım. Küçük müçük değil, kocaman bir servetti
istediği para…"O kadar param olsa, açarım bir bakkal dükkanı, otururum memleketimde,"
diyerek, ona, yurt dışına çıkmanın bu yolunu kotaramayacağımı söyledim.
Beni
kardeşi gibi seven sevgili Sarıkız"ın sevgili kocası bana bu iyiliği
yapmaktan vaz geçmemeye kararlıydı. Bana, bu iş için ödeyeceğim parayı Almanya"da
çalışmaya başladıktan sonra taksitle ödeyebileceğimi söyledi. "Tek şartım
şu: evlendiğinizde onu sahiplenmeye kalkışmayacaksın, zira biz birbirimize
aşığız ve ömrümüzün sonuna kadar birlikte olacağız. Bunun için seninle nikahı
sadece kağıt üstünde kalacak."
Onun
karısını elbette ki sahiplenmeyecektim.
Niye sahipleneyim ki? Arada bir yaptığımız kaçamak sevişmeler yetiyordu
bana… Maksat evlenip bir yuva kurmak değil, yurt dışına kapaklanmak…
İyi
ama, o benim karımı sahiplenmiş olmayacak mıydı? Kadın benim nikahımda olacaktı,
ama gecelerini onun koynunda geçirecekti. Yani, düpedüz benim ona Sarıkız ile
yaptığımı o da bana gene Sarıkız ile yapacaktı. Aklımın almadığı ise onun mu,
yoksa benim mi gavat olacağımızdı.
"Bu
işin içinde bir gavatlık var! Yok… Bu olamaz... Çıh! Katiyyen...".
Emeki
İmamın oğlu alınganlık göstererek, "Gavat
kim?" diye sordu.
"Gavat sensin!..." diyerek
ayaklandım. Evlerinden ayrıldım.
*
Daha sonraki yıllarda emekli imamın
oğlu Sarıkız ile hiç nikah kıymadı; çünkü, oturma izni almak için nikahlandığı
Alman kadından hiç boşanmadı.Kadına aşık olmuş. Sarıkızla benim nikahlanmamı
istemesi sanırım ondan bana devredip kurtulmak içinmiş...Belliydi işin içinde
bir bit yeniği olduğu, yoksa hiç bir erkek karısına koca aramaya çıkmazdı. Emekli
imamın dükkana oğlunun yerine çırak aldığı erkek kardeşinin oğlu, "abi bir
görseniz; yengem Emel Sayın gibi, Alman avrat ise Domates Güzeli (Ayşen Gruda)
gibi," diyordu.