1
Makbule,
elindeki telefonla bir numarayı tuşladı.Tuşladığı numaradan gelen sesi duyarak,
“Sayın İlker İlseler, lütfen!” dedi.
“…”
“Avukat
Hakkı Öz’ün yazıhanesinden, deyiniz.”
“…”
“Yok,
not bırakmayacağım. Bizzat kendisi ile görüşürsem iyi olur.”
“…”
“Teşekkür
ederim!”
Telefon
başında bir süre bekletildi. Sonra, İlker İlseler’in telefona bağlandığını
anlayarak kendini tanıttı. “Ben, Avukat Hakkı Öz’ün sekreteriyim, Makbule!
İlker bey ile mi görüşüyorum, efendim?... Merhaba, efendim!… İyiyim, çok
teşekkür ederim, beyefendi!... Sizi rahatsız ediyorum… Sizinle Avukat beyi
temsilen, hukuki işleriniz hakkında görüşmek arzusu ile rahatsız etmiştim…”
Bir
ofisten başka, bir saray odasını andıran görüntüler arasında İlker İlseler,
masasında ki telefonuyla konuşmaktaydı. “… taktir edersiniz ki, iş görüşmeleri
yüz yüze yapılacak kadar ciddiye alınmalı...”
Makbule,
onun bu düşüncesini onaylayarak, “Ben de ofisinizde bir ziyaretinize gelmek
için izninizi istirham edecektim,” dedi.
İlker
İlseler’in maksadı onunla dışarıda görüşmekti. “İnanınız, burada ki rahat bir
görüşme olmaz. Rahat bırakmazlar. Ben, bir yemek için, yedi gibi, Ticaret ve
Sanayi Odası Lokantasında bulunacağım. Lütfederseniz… Hem, benim de sizinle
görüşmek istediğim çok önemli bir konu var!”
Makbule,
adamın kendisiyle dışarıda görüşmek isteğinin altından çıkacak konunun ne
olduğunu, ölürdü de öğrenmeden edemezdi. “Tamam beyefendi!” dedi.
“…”
“Estağfurullah,
o şeref bize ait.”
“…”
“Teşekkür
ederim! İyi günler!”
Makbule’yi,
telefonu kapattığından itibaren derin bir düşünce sardı.
*
İlker
İlseler, Makbule’yi ayağa kalkarak karşıladı.Toklaştılar.
Makbule,
tokalaştığı adama, “Biraz geciktiğim için özür dilerim İlker bey!” dedi.
İlker
İlseler, “Pek gecikmiş sayılmazsınız,” diyerek salondaki büyük duvar saatini
işaret etti. “Yedi gongu vuralı, yarım saat bile olmadı henüz…” Makbule’ye sandalyesini
tuttu. “Oturun lütfen, buyurun!”
Makbule
otururken, “Teşekkür ederim!” dedi.
İlker
İlseler, kendi yerine geçip otururken, yakınlardaki garsonlara gelmelerini
işaret etti. Garson geldiğinde, Makbule’ye o sordu. “Sıcak ne alırdınız?”
Makbule,
sipariş almak için bekleyen garsona, “Ben, İlker bey ne sipariş ederse aynından
alacağım. O, buranın da patronu olarak iyi yemeği bilir,” dedi.
İlker
İlseler gülerek, “Ne var ki, kolesterol nedeniyle, bendeniz ızgara beyaz etten
başka yiyemiyorum hanımefendi. Sizi yanıltmış olurum,” dedi.
“Yok.
Ben de beyaz eti tercih ediyorum. Sadece, rica ediyorum, iyice pişkin
olsunlar!”
İlker
İlseler, garsona döndü. “Biliyorsun, benim de aynı…” Garson giderken,
Makbule’ye, “Görüyor musunuz? İlk anımızdan itibaren uyumlu bir çift olduk,”
diyerek gülümsedi.
“Umarım,
iş ile ilgili konularda da aynı uyumu yakalayabiliriz!”
“Ben,
kendi adıma, uyumlu olacağıma ve hiçbir sorun çıkartmayacağıma söz veriyorum…
Aynı vaadi sizden de alabilir miyim?”
Makbule,
adamın yüzündeki zeki gülümsemeye göz atarak, imalı gülümsedi. “Yok! Ben o
kadar peşin hükümlü değilimdir. Hele hele, sizin benimle konuşmak istediğiniz
mevzu, aklımdan geçen şey ise…”
İlker
İlseler, onun cinsel konuları kastettiğini sanarak, güldü. “Yok, yok, yok,
inanın ki iş mevzuu… Başka konular gündemimde yok!”
Makbule,
onu düzeltmek için, “Benim de aklımdan geçen iş zaten,” dedi.
“O
halde sizinle konuşmak istediğim mevzuun, sizin aklınızdan geçen ile aynı
olmasını dileyeceğim…”
“Aynı
ise, cevabım, hayır…”
“İnanamıyorum!…
Size sunacağım şartların ne olduğunu bile ortaya koymadık. Hayır, diyerek kesip
atacak mısınız, yani? Yani, ofis elemanlığını, büyük bir kuruluşun bünyesinde
çalışmaya tercih mi edeceksiniz?”
Makbule,
konuyu anlamış olarak, bir an düşündü, kurnazlıkla gülümsedi. “Anlatayım:
Eşimle boşanmak kararı aldığımda, kolum kanadım kırılmış vaziyette idim. Ne bir
işim, ne bir gelirim, yoktu. Boşanma vekilim de olan Hakkı bey, gel dedi,
çalış… Birbirimize güvendik, bildiğim her şeyi öğretti bana, yetiştirdi… Ona,
çok değer veriyorum. Ona verdiğim değer, onun bana verdiği maaşla ölçülemeyecek
kadar kıymetli. Sırf bu nedenle, onun yanından, o istemediği sürece ayrılmak
istemiyorum.”
İlker
İlseler, şaşkınlık ve hayranlık içinde bakakalmıştı kadına; “Doğru söyleyin,
Allah aşkına! Hakkı bey, sizinle ne konuşacağım hususunda bir açıklamada
bulundu mu, bir ip ucu?” diye sordu.
Makbule,
aynı kurnaz bakışları sürdürerek, “Hayır!” dedi. “Hiçbir şey söylemedi. O’nun
söylediği tek şey, İlker bey ile hukuki işlerini bize bağlaması konusunu bir
görüşüp, onu ikna et, demek oldu.”
“Siz,
bunun için mi geldiniz?”
“Evet.
Sizin hukuki işlerinizi üstlenmek istediğimizi belirtmeye.”
“Bunun
için, görüyorum ki, beni ikna etmek yönünde bir çaba göstermeyeceksiniz!”
“İlker
Bey, ben buraya gelirken de biliyordunuz…”
“Biliyor
muydum? Neyi?”
“Sizin
işlemlerinizi üstlenmek isteğimizi… Benim, bunun için görüşmek istediğimi.”
“Biliyor
muydum?”
“Biliyordunuz…”
İlker
İlseler, dalga geçer gibi, “Nerden biliyordum?” diye sordu.
“Dün
sabah, Hakkı bey ile görüşürken, odacımızın size çay servisi yaptığı anı
hatırlıyor musunuz?”
İlker
İlseler, atılarak, “Casus odacı!” diye gülümsedi.
Makbule,
gülerek, “Yok. O değil,” dedi. “Kendim duydum. Odacı kapıyı açıp, çaylarınızı
odaya sokarken, aralanan kapıdan sizin sesinizi duydum. Duyduğum cümle, aynen
şöyleydi: ‘Emin ol üstadım, bizim işlerin yoğunluğu ile baş edebilecek tek
avukat sensin!’ Nasıl? Doğru cümle değil mi?... Yani, buradan şu sonuca
varabilir miyiz? Siz zaten işlerinizi avukat beye bağlamak kararında idiniz ve
aranızda anlaşmıştınız…”
“Çok
dedektif hikâyesi okur musunuz?”
“Hiç
okumam…”
“Ama
bir dedektif gibisiniz. Haydi, bunun doğru olduğunu kabul edelim de… Sizinle
konuşmak istediğim mevzuun size iş teklif etmek olduğunu nereden çıkarttınız?”
“Onu,
az önce aklımızdan geçenlerin aynı olup olmadığını konuşurken, siz itiraf
ettiniz.”
“Ben
mi? Benden önce siz söylediniz de onun için…”
“Ben,
sadece bir tek kelime sarf ettim. Hayır, dedim… Siz de anlattınız…”
İlker
İlseler, aralarında konuşulanları gözden geçirerek,”Öyle mi oldu?” diye sordu.
“Öyle
oldu…”
“Ben,
dilerim ki, aynı şeyi düşünüyoruzdur dedim… Bunun neresinde itiraf ?”
“Ben,
ikimizin aklımızdan da geçen şey aynı şey ise, cevabım hayır olacaktır,
deyince, siz, itiraz ederek, size yapacağım iş teklifiyle ilgili sunacağım
şartları duymadan ret mi ediyorsunuz, dediniz.
İtiraf olan bu… Yani…”
“Hayır,
demenizin nedeni? Teklifimi ortaya koymadan önce hayır diyerek niçin
reddettiniz? Off…Kafamı karıştırıyorsunuz, Makbule hanım. Ben o kadar zeki biri
değilim! Zorlamayın beni, ne olur!... Niye, hayır, diye kesip atıyorsunuz onu
söyleyin…”
“Hayır,
diye kesip atmıyorum ki… O bir latifeydi sadece… Sizi itirafa sürükleyen, iyi
bir latife!”
“Yani,
yanımda çalışacak mısınız? Evet, diyor musunuz?”
“Az
önce arz ettiğim gibi, Hakkı beye minnetimden dolayı…”
“Hakkı
beyin canı cehenneme! Sen, evet, dersen, O razı benimle çalışmana…”
“Bana
birkaç gün verin, lütfen! Benim de danışmak istediğim yakınlarım var. Bize
danışmadan geçmiş demesinler!”
“Tamam!
Size birkaç gün… Düşünüp danışın, kararınızı verin diye…”
*