Sarımsaklı’da, Sahil yolundaki bir emlakçi dükkânında, Ümmühan, çantasından çıkarttığı iki ayrı anahtarlıktaki anahtarları şişman emlakçiye verirken sıkı sıkıya tembih ettiği konu, eşyalarla ilgiliydi. “Sakın devir teslim sözleşmesi yapmadan sokma kimseyi Haluk amca!” diyordu. “Geçen sene koskoca çamaşır makinesini götürdüler adamlar da, biz evi teslim alırken çamaşır makinesi yoktu, deyip çıktılardı işin içinden…”

Haluk amca dediği emlakçi, “Benim hatam değildi kızım! Baban bulup getirmişti adamları” diyerek itiraz ediyordu. “Bana komisyon vermekten imtina eden babandı…”

“Haklısın, babamın öyle salakça işleri vardır, arada bir. Tamam... Her on günün bir günü senin işte… Eşyaları sayarak teslim et, sayarak teslim al…”

“Tamam, tamam, işimi öğretme bana…”

“İyi madem… Biz gidiyoruz! Gitmeden evleri de dolaşacağız bir.”

Halil Kaya, anladığı kadarıyla, yazlıklarını emlakçi aracılığıyla pansiyon olarak kiraya verdiriyorlar, diye yorumluyordu onların bu diyalogunu…

Haluk amca, sessiz sedasız kenarda oturarak hiçbir lafa girmemiş olan Halil’e merak ederek baktıktan sonra, “Bu delikanlı kim? Pek tanıdık gelmedi…” diye sorunca,

Ümmühan, “O, nişanlım!” dedi. Baktı, Halil’in beti benzi attı, gülmeye vurdu; “şaka şaka! Nişanlım değil!...” Baktı, bu itiraftan sonra Halil sakinleşti, beti benzi düzeldi, biraz daha fazla gülerek, “Sözlüm!” dedi.

Haluk amca da ateşe barutla giderek, “Yalan söyleme kız! Nişanlansan, ya da sözlensen benim haberim olmaz mı? Bu delikanlı, besbelli ki, sevgilin!” demez mi?

Halil’in bir anda tepesi attı. “Amca, bu kızın, benim sevgilim, yada sözlüm olması kabil mi?” diye sordu.

Haluk amca şaşırarak, “niye ki? Fıstık gibi kız işte,” dedi…

Halil Kaya, kızın fıstıklığına söyleyecek bir sözü olmadığının bilincindeydi de, kastettiği o değildi… Ama, neyi kastetmişti, onu da şu an belirleyemiyordu. “Tamam da,” dedi; “ ben onun abisi sayılırım… “

Ümmühan daha fazla uzatmak istemedi. “Doğru söylüyor,” dedi. Sonra, Halil’e döndü, “Haydi, aslan abiciğim, gidelim!... Haydi, Allahaısmarladık, Haluk amca!”

“Güle güle, kızım! Babana selam söyle!”

“Başüstüne!”

Dükkandan çıktıklarında Halil’in huzursuzluğu üzerindeydi. “Bak, Ümmühan…” diye bir çıkış yaptı, sustu.

Ümmühan, gayet sakin, onun lafını söylemesini bekledi bir süre, sonra konuşmadığını görünce, “efendim, abiciğim, seni dinliyorum?” diyerek gülümsedi.

Halil yeniden, “Bak kızım!” diyerek söze başladı; “Bu muhabbet beni sıkmaya başladı! Anlıyor musun?”

Ümmühan, hala işin gırgırındaydı. “Hangi muhabbet? Abiciğim…”

“O muhabbet işte!” diye tekrarladı Halil, “Görmüyor musun, birbirimize hiç uygun değiliz biz! Şuna bak! Sana laf anlatırken kafamı havaya dikip öyle konuşuyorum! Boynum ağrıyor seninle konuşurken! Beni, yanında cücen olarak mı gezdireceksin?”

Ümmühan, dizlerini kırdı, boyunu onunla aynı hizaya getirerek yürümeye başladı. “Böyle nasıl? Bundan sonra senin yanında hep böyle yürüyeceğim…” Aynı şekilde yürümeyi sürdürdü.

Karşı kaldırımdan geçip giden bir kadının, geçtikten sonra dönüp onlara baktığını fark etti Halil, “şaklabanlık yapıp, milleti kendine güldürme! Doğru dürüst yürü!” diye çıkıştı.

O kızdıkça Ümmühan’ın keyfi yerine geliyordu. “Bak, sana bir fıkra anlatacağım,” dedi. Ve aynı yürüyüşü sürdürerek, başladı anlatmaya, “Ormandaki hayvanların çiftleşme zamanı geldiğinde, ormanlar kralı, bütün hayvanları karşısına dizmiş, demiş, herkes eşini seçsin. Seçtiği eşiyle de araziye gitsin. Bir saat içinde de işini görsün gelsin!... Seçmiş eşini bütün hayvanlar. Herkes boyu boyuna, huyu huyuna benzer bir eş bulmuş kendine, sonra da çıkmış araziye…Aaammaaaa, bizim maymunla zürafaya, eşler kapışılınca, uygun eş kalmamış. Hadi demişler, bari biz de ikimiz eşleşelim. Eşleşmişler, araziye gitmişleeer… Bir saat geçerken başlamış bütün hayvanlar geri dönmeye. Ormanlar kralı geri dönenleri sorguluyor, tamam mı? Tamam denilince salıveriyor. Nihayet gelen, giden kalmayınca, ormanlar kralı, yaverlerine, herkes geldi mi, gelmeyen kaldı mı diye sormuş, yaverleri de, kaldı demişler; maymunla zürafa gelmediler henüz. Allah Allah! Niye gelmediler ki? Bekleyelim biraz daha bakalım, gelirler belki! Beklemeye başlamışlar. Bekle babam, bekle… En nihayet, maymun yerlerde sürünerek, zürafayla çıkmış gelmiş. Ormanlar kralı, ulaaan, neeerdeee kaaaldınız!? diye kükreyince, maymun başlamış anlatmaya, ey majesteleri, bu eşim ile gittik araziye, işimizi tam göreceğiz, eşim demez mi, ben öpüşmek de istiyorum. Ne yapabilirdim? Mecburen tırmandım tepesine, öptüm; indim aşağıya dürttüm… Çık yukarı öp, in aşağı dürt, çık yukarı öp, in aşağı dürt… Vallahi iflahım gevredi işimi tamamlayıncaya kadar…”

Halil Kaya, fıkra mı hoşuna gittiği için, yoksa kızın bu patavatsızlığı mı hoşuna gittiği için, bilmeden başladı gülmeğe.

Ümmühan, dizlerini biraz daha büküp, kıçını iyice yere yaklaştırarak yürümeyi sürdürürken, şaklabanlığına devam etti. “Yaşasın, güldürdüm! İlk kez, benimle güldü!...”

Halil’in neşesi gerçekten de yerine gelmişti. “Haydi bırak şöyle yürümeyi artık! Tamam, boynum filan ağrımıyor… Geçti boynumun ağrısı.”

Ümmühan, “bir şartla…” dedi.

Halil, ses çıkartmadı.

Ümmühan, “şuradaki çay bahçesinde, bana çay ısmarlarsan!” diye ekledi.

Halil, ucuz bir şart olunca, “Tabii ki, ısmarlarım,” diyerek kabul etti.

Ümmühan, bacaklarını doğrulttu, düzgün yürümeye başladı. Uzanıp koluna girdi oğlanın, oğlan silkindi, çıkarttı kolundan, Ümmühan bir daha saldırdı, itişerek girdiler çay bahçesine, herkes onlara bakıyordu.

( Mevsim Gülbahar - Maymınla Zürafa başlıklı yazı AliKemal tarafından 22.12.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.