Cemal, rahat hareketlerle komiser yardımcısının önüne dikildi.
“İyi günler!”
Komiser yardımcısı kibirli,
“Buyur!” diyerek karşıladı onu
Cemal, Halil’i göstererek,
“Beyefendi, arkadaşım, bugün öğlen saatlerinde içki içtiği bir meyhanede
maalesef bir gaspa maruz kalmış olup, gerekli işlemlerin yerine getirilmesini
rica etmek için rahatsız ettik sizi,” dedi.
Komiser Yardımcısı, heyecanlanarak,
“Gasp mı?” diye sordu.
“Evet.”
“Silahlı mı?”
“Hayır. Kaba kuvvet ile...”
Komiser yardımcısı Halil’e hitap ederek,
“Nasıl oldu?” diye sordu.
Ona cevabı gene Cemal verdi.
“Aynı yerde arkadaşımın cüzdanı çalındıktan sonra, hesabını ödeyemediği
gerekçesiyle kolundaki saatine, paraya çevirmek amaçlı olarak el konulmuş.”
Komiser yardımcısı, olayı küçümseyerek,
“bu gasp mı şimdi?” diye sordu. “Besbelli ki arkadaşın cüzdanını yankesicilere
çektirmiş. Hesabı ödeyemediği için de saatini rehin almışlar. Parasını götürüp,
hesabı ödersiniz, saatinizi iade ederler.”
Cemal, onun bu tavrına bozularak,
“ne yani? Siz bir şeyler yapmayacak mısınız?” diye sordu.
Komiser yardımcısı, alaylı,
“bizim yapabileceğimiz bir şey yok bu olayda,” dedi.
Cemal,
“bakın beyefendi, siz benim kim olduğumu bilmiyorsunuz…” diye söylendi.
Komiser yardımcısı onu iyice alaya alarak,
“Kim olduğunu mu? Allah, Allah… Kimmişsin sen bakayım!” diyerek sırıttı.
Cemal, ona öfkeyle bakarak,
“bizim bu mağduriyetimize gönüllü olarak yardımcı olmazsanız, emrivakiyle asker
ederim sizi karşımda,” diye söylendi.
Karşısındaki, onu inandırıcı bulmayarak üslubundan dolayı bozuldu.
“Şimdi, ben seni bir asker edersem, nezarethaneye tıkıp…”
“Hemen yarın, Muş Bulanık’a tayininiz çıkartılır.“
Komiser yardımcısı, iyice öfkelendi ise de kendini frenleme güdüsüyle ya sabır
çekerek, alaylı,
“Hakkari Yüksekova daha uzak değil mi? Oraya çıkarttır tayinimi,” diye
söylendi.
“Muş Bulanık benim memleketim olur…Orada, sizi layık olduğunuz biçimde
ağırlayacak bir çok hısımım var. Ben, Muş Milletvekili Celal Kabaloğlu’nun
oğluyum. Adım Cemal Kabaloğlu.”
Komiser Yardımcısı ona inanmamakta direnerek, ama gene de tedirginlikle,
“Tamam… Şimdi gidin meyhaneye, adamın hesabını ödeyin. Ödediğiniz halde
saatinizi iade etmez ise, tekrar gelin buraya, birlikte gider alırız saati
adamdan. Tamam mı? Anladınız mı?” dedi.
“Ben, adamlar, arkadaşımı döverek kolundaki saatini ve cebindeki cüzdanını gasp
etmiş diyorum, ama siz bizi küçümseyerek başınızdan savıyorsunuz!” Cemal, başıyla
gitmeyi işaret etti arkadaşlarına; “Siz bilirsiniz!” Hep birlikte oradan çıkıp
gittiler.
Karakol dışında, hemen yan taraftaki bir mağazanın önünde,
“siz az bekleyin burada,”
diyerek arkadaşlarını kapı önünde bırakarak içeriye giren Cemal, mağaza sahibinden
rica ettikten sonra mağazanın telefonunu kullanarak, Emniyet Müdürlüğünün
santralini de ikna etmekte bir hayli zorlandıktan sonra, İl Emniyet Müdürüyle
konuşmaya başladı.
“Ben Cemal Kabaloğlu’yum müdür bey”
“…”
“Ha, evet, o’yum efendim. Hani, bir sıkıntın olursa direk beni ara demiştiniz
ya, onun için rahatsız ettim sizi.”
“…”
“Çok Sağolun, efendim! Ben şu anda Çarşı karakolunun hemen yakınındayım, bir
mağaza telefonuyla arıyorum sizi…”
“…”
“Madem ki, kısaca arz edeyim: Bugün, ev arkadaşımın, bir kadeh bir şey içmek
için girdiği meyhanede cüzdanını çekmişler. Cüzdanı çalındıktan sonra da hesabı
ödeyemediği için döverek, kolundaki saati gasp etmişler…”
“…”
“Evet, öyle olmuş…”
“…”
“Sizi rahatsız etmeden önce, normal yollardan müracaatımızı yapalım, dedik.
Biz, yardımcı olacaklarını umarak Çarşı karakoluna müracaat ettik ve görevli
komiser yardımcısı arkadaşa olayı aktardık…”
“…”
“Evet, yani şey…”
“…”
“Başkomiser değildi konuştuğum, komiser yardımcısıydı.…”
“…”
“Mamafih o komiser yardımcısı olayı küçümseyerek ve bizi kovmaktan beter
ederek, başından savdı. Yardımcı olmanızı istirham ettiğim sıkıntım bundan
ibaret efendim.…”
“…”
“Tamam, olur efendim; hemen döneriz karakola. Çok teşekkür ederim, sağ olun!”
“……”
“Baş üstüne! Ararım tabii…”
“…”
“Size de…. ”
Mağazanın önünde vitrinlere bakmakta olan arkadaşlarının yanına geldiğinde ağzı
kulaklarındaydı.
“Hadi, karakola dönüyoruz,” diyerek onları karakola, geri götürdü.
Az önce komiser yardımcısıyla konuştukları büronun önüne geldiklerinde, komiser
yardımcısını telefon elinde, esas duruşta,
“Emeriniz anlaşılmıştır sayın müdürüm,” diye tekmil verirken buldular.
Komiser yardımcısı telefonu elinden bıraktığında kıpkırmızı bir suratla gelerek
Cemal’in önünde de esas duruşa geçti.
“Hoş geldiniz beyefendi. Hoş geldiniz! Az önceki tavırlarımız için özür dilerim
sizden. Buyurun, siz şöyle istirahat buyurun… Biz şahısları hemen getirerek
gereğini yapacağız. Merak buyurmayınız…”
Cemal, adama acıyarak baktı. “Emrivakiden sonra böyle kıvranacağına, adam gibi
davranıp şikayetimizi ciddiye alsaydın ya,” diye geçirdi aklından.
Komiser yardımcısı, yeni halini sürdürerek,
“Neredeydi meyhane?” diye sordu.
Halil Kaya,
“Anadolu üniversitesine giderken solda. Tesadüfen girdiğim bir yer olduğu için
adını bilmiyorum,” diyerek lafa karıştı.
Komiser yardımcısı boynu bükük,
“Gösterseniz...” deyince, Halil, başıyla onayladı. Adam, polis memurlarına
dönerek, “Kimmiş şu meyhaneci, alıp gelin!” diye emretti. Halil’e, “memur
arkadaşlara gösterirsiniz, değil mi?” diye sordu.
*
Polis minibüsü, cadde boyunca gelerek birahane önünde durdu. Direksiyonda
oturan, Halil’e; “Burası mı?” diye sordu.
“Evet.”
Direksiyondaki, bu defa diğer polis memurlarına, “Alıp gelin şu meyhaneciyi!”
dedi. Halil Kaya’ya da, “Siz minibüste bekleyin,” dedi.
Birahane de öğlenkinden daha çok müşteri vardı. İki polis memuru birahaneden
içeri girerek doğruca tezgah arkasında ki garsonun yanına gittiler. “Buranın
sorumlusu sen misin?”
“Evet.”
“Hakkında şikayet var. Karakola kadar geleceksin!”
“Hayırdır, memur bey? Ne yapmışız?”
“Karakolda öğrenirsin. Yürü!”
Garson, “Alaettin, ben yokken idare et...” diye dükkanı Alaettin’e emanet
ederek polislerin peşi sıra dışarı çıktı.
Alaettin, “Tamamdır patron!” diyerek uğurladı onu.
İki polis memuru, aralarında garson olduğu halde birahaneden minibüse doğru
gelmeye başladılar.
Halil, “Hah, bu adamdı işte...” dedi.
Polis memurları ile garson minibüsün kapısından girerlerken garson ile Halil
göz göze geldiler.
Garson, “Memur bey, bu arkadaş mı şikayetçi?” diye sordu.
Polis memuru onu azarlayarak, “Çok konuşma, bin arabaya!” dedi.
Garson, minibüse binmemekte direnerek, “Bidakka memurum... Bu arkadaş, bugün
birahanemizde kafayı çekerken, yankesiciler cüzdanını çekip bizim tuvalete
atmışlar. Anlıyor musunuz? Bir müşteri bulmuş tuvalette cüzdanı, getirdi, bana
verdi. Şu an, dükkanda, anlıyor musunuz? Dükkana kadar dönüp, vatandaşın
cüzdanını alayım isterseniz. Sonra karakola da gideriz evvel Allah....” diye
ısrar etti.
Direksiyondaki yaşlı polis, oturduğu direksiyon başından, “Gidin şunla da, alsın
cüzdanı!” dedi.
İki polis memuru ile garson minibüsten ayrılarak yeniden birahaneye döndüler.
İki polis memuru ile garson birahaneye geri döndüğünde üzerlerine çevrilen
bakışların arasında tezgahın önüne gittiler.
Garson, “Alaettin! Lavaboda bulduğun şu cüzdanı ver oradan bakayım!” diyerek
girdi içeri.
“Nerede abi?”
“Orada, tezgahın altında, bir yerde olacak.”
Alaettin, tezgahın arkalarında aranarak cüzdanı bulup verdi. “Tamam. Buyur
abi.”
Garson, ona fısıldayarak, “bugünkü sarhoş çektiriyor karakola... Gideyim
bakalım, ne olacak.” dedi.
Polis memuru onun fısıldanmasına müdahale etti. “Aranızda fısır fısır ne
konuşuyorsunuz siz öyle bakayım?”
Garson, “Yok bi şey memur bey. İşle ilgili tembihler yaptım sadece...” diyerek
onların yanına geldi.
Polis memurları ve garson gelip binmelerine müteakiben, minibüs hareket ederek
uzaklaştı.
*
Garson, iki polis memuru ve Halil Kaya birlikte bürodan içeri geldiler.
“Şahsı getirdik komiserim.” Garsondan aldığı cüzdanı da teslim ederek, “Bu
cüzdanla beraber...” dedi.
Komiser Yardımcısı cüzdanı Halil’e göstererek,
“Bu cüzdan mı sizin beyefendi?” diye sordu.
“Evet.”
Komiser yardımcısı cüzdanı Halil’e vererek,
“Alın, bakın, içinden bir şey alınmış mı, diye,” dedi.
Halil Kaya, cüzdanı karıştırdıktan sonra,
“Kimliklerim tamam, ama paralarım alınmış,” dedi.
“Ne kadar?”
“Elli dolar ile onluk ve beşlik halinde iki yüz liram vardı ama, alınmışlar.”
Komiser yardımcısı, garsonu sıkıştırarak,
“Ne arıyor bu cüzdan sende? Sen mi çalmıştın?” diye sordu.
Garson,
“Bu zat-ı muhteremden çekenler, içindeki paraları aldıktan sonra bizim lavaboda
atmışlar. Bulduğumuzda boştu. Sahibi gelirse teslim ederim diye tutuyordum...
Sizin söylediğinizi yapmış olsam tutar, sonra memur beylere teslim eder miyim?
Atardım çöpe... Allah, bize haram rızk nasip etmemiştir...” diyerek kendisini
savunmaya başladı.
Komiser Yardımcısı,
“Ya, ne demezsin. İçki satarak helal para kazanan dört başı mamur müslüman bir
vatandaşımız olduğun nurlu suratından okunmakta zaten,” diyerek onunla alay
etti. Halil’e garsonu göstererek, “Kol saatinizi gasp eden, bu muydu
beyefendi?”
“Bu.”
Garson, gasp sözcüğünü duyarak telaşlandı.
“Ne kol saati? Ne gaspı? Sayın komiserim, ticarethanemizden apar topar alınıp
getirildik. Niçin getirildiğimizi ise bilmiyoruz...”
Komiser yardımcısı, Halil’i göstererek,
“Beyefendiler senden şikayetçiler. Bu arkadaşın, bugün, meyhanede içkili
vaziyetteyken cüzdanı çekilince hesabını ödeyemediği gerekçesiyle kol saatine
paraya çevirmek üzere el koymuşsun.”
Garson, inkar etmeyi sürdürerek,
“Kol saati, filan görmedim ben komiserim. Bu arkadaş, bugün meyhanemizde içki
içti. Hesabı ödeyeceği vakit de cüzdanını çektirdiğini fark etti. Dolayısıyla
yüz liralık hesabını da ödeyemedi. Ben, asıl bu arkadaştan şikayetçiyim. Bana
yüz lira borcu var.”
Komiser yardımcısı, garsonun, inkar etmeyi ısrarla sürdürmesinden hoşnut,
“E, beyefendi? İsnadınız bir delile veya şahide de dayanmıyor. Siz de iyi
bilirsiniz ki, eksik isnat ile kimseyi mahkemeye sevk edemeyiz.”
Cemal,
“Evet,” dedi. “Atı alan Üsküdar’ı geçmiş. Bu durumda şikayetimizden vaz
geçmemiz gerekiyor.”
Garson, yüz bulunca,
“Ben, komiserim, bu arkadaşın, bugün içtiklerinin parasını ödemesini talep
ediyorum. Yüz lira... Aksi taktirde, ben geçmiyorum şikayetimden,” diye atıldı.
Komiser yardımcısı, garsona kızarak,
“Cüzdanı çalınmış adamın. Onun için ödeyememiş. Üstelik kaşla göz arasında
saatini de yok ettiniz. Adamlar, buna rağmen şikayetçi de olmadılar, bak. Kapat
bu meseleyi...” diye söylendi.
Garsonun bir şey kapatacağı yoktu.
“Ama komserim. Benim günahım ne Allah aşkınıza... Tamam, içtiklerinin
maliyetini versin. Versin bir altmış, yetmiş lira, helalleşelim.”
Cemal, cebinden bir miktar kağıt para çıkartıp adama verdi.
“Al sana elli lira! Eğer sahtecilikle alıyorsan, Allah yemeni nasip etmesin,
inşallah!”
Garson,
“Varsa bi namussuzluğumuz, dediğiniz olsun, sayın beyefendiciğim,” diyerek,
sinsice gülümsedi. Aldığı paraları cebine sokuşturdu.
**
Apartmana giren Cemal, Halil ve Hülya evin kapısına geldiklerinde, Cemal
anahtarıyla kapıyı açarken, Halil Kaya söylenmeye başladı.
“Karakola marakola gitmeseydik keşke. Kendimizi madara ettik.”
Cemal,
“En azından kimliklerine kavuşmuş oldun, sayemde, nankör herif!” diyerek onu
açtığı kapıdan içeri doğru ittirdi.
*
Garson, birahaneden içeri gelir gelmez Alaettin’ in yanına giderek,
“Var mı bi durum?” diye sordu.
“Yok abi. Asayiş berkemal. Topladığım hesapları koydum çekmeceye, anladın
mı...”
“İçinden aşırmadıysan tamamdır.”
Alaettin, pişkinlikle,
“Beş kuruşu bile aşırmadım ama, senden bir bira içtim tezgahın arkasında...”
diyerek sırıttı.
“Öyle olsun. Şimdi de fırla git, bana Çingen Selahattin ile Tilkiyi kap da gel.
Söyle onlara bugünkü sarhoştan çektikleri ikiyüz lira ile elli doları helaya
attıkları cüzdanla karakolda ben ödedim adama. Alıp getirsinler paramı, yoksa
Allahım’a kitabıma ben polis götürürüm kapılarına...”
“Onlar çekmiş, değil mi abi?”
“Sen git, dediğimi yap... Para miktarını aynen söyle gavatlara tamam mı?”
Alaettin,
“Elli dolar, bi de iki yüz kayme...” diye tekrarladıktan sonra meyhaneden
koşarak çıkıp gitti.
*