Odaya gelen yaşlıca bir gardiyan, muhacir şivesiyle, “A be arkadaşlar! Uykunuz
gelmedi mi daha be yaa?” diye seslendi.
Hemen itiraz sesleri yükseldi.
Paşa, itiraz eden seslerin uğultusu diner dinmez, “hele şu program bir bitsin
de, yatarız,” diye racon kesti.
Yaşlı Gardiyan, hemen her olayda toplu halde eylemler koyan siyasi mahkumların
üzerinde baskı kurmaya yeltenmeyecek kadar tecrübeliydi. “O programın bitmesi
saat üçü buluyor be delikanlı! Sabah yedi de içtimaa kalkamazsınız be yaa,”
diyerek onları ikna etmeyi denediyse de,
Paşa, “kalkarız, kalkarız…” diyerek son noktayı koydu.
Yaşlı Gardiyan, “te siz bilisiniz be; güna benden itti,” ded,kten sonra kitap
okuyan Bora’yı fark ederek onun yanındaki sandalyede oturan mahkumu bir
işaretle kaldırıp, kendisi oturdu. Bora onun oturduğunu anlayınca saygılı
toparlandı.
Yaşlı Gardiyan:”Ne yapıyorsun be kızanım?” diye sorunca, adama;
“Bir roman okumaya çalışıyorum…” diye yanıt verdi.
Yaşlı Gardiyan, “Burada okuyamazsın ki, şu gürültüye baksana…” diyerek
anlatmaya başladı. “Ben, Bulgaristan’da doğdum, Türkiye’ye göçten önce hemen
hemen bütün Avrupa’yı dolaştım. Gitmediğim yer kalmadı. Bir görmelisin oraları…
En çok Danimarka’da, bidem Frasız’da bulundum. Oralarda herkesin elinde bir
kitap olur. Sabahın köründe kalkıp işe giderken, inanır mısın be yau, bizim
gibiler banliyöye biner binmez ne yaparlardı?”
Bora, adamın kendisine bir soru yönelttiğini anladı, ama soruyu anlayamamıştı,
onun son sözcüklerini tekrarlamakla işi kurtarmayı denedi. “Ne yaparlardı?”
Ama bu defa da adamın daha çok konuşması için önünü açmış oldu. Adam, daha bir
coşkuyla anlatmaya başladı; “biz banliyöye biner binmez yaslardık kafaları bir
yana, başlardık uyumaya bee…Halbukem gideceğimiz yer de iki durak ha… On
dakkacık yani beeyaa; uyusan ne olcak değil mi?”
Bora, adamın anlatması bitti, diye düşünemedi bile.
Yaşlı Gardiyan, Bora’nın kendisini onaylamasını sağlamak için kısa bir
soluklama arası verdikten sonra anlatmayı sürdürdü. “Pekiii…O gavurlar binince,
bizim gibi kafaları bir yana dayayıp uyuyorlar mıydı sanırsın be?” Bu defa
Bora’dan bir cevap beklemeksizin sürdürdü. “Yok be yaa.. Heriflerin hepiciğinin
elinde, nah bu seninki gibi bir kitap, açıp başlarlardı okuma-a… Ama noldu? Bak
oralarda şimdi Avrupa Birliği kurulmuştur. Avrupa Birliği standartlarına uygun
olarak insanların birbirine saygısı vardır, birbirlerini rahatsız edecek gibi
yüksek sesle konuşmazlar, konuşurlarsa Avrupa Birliği mahkemelerinde bile
yargılanırlar, o kadar ciddi… . Bir de bizim şuradaki halimize baksan ya, nedir
bu gürültü, patırtı be yaa… Öyle ya kardeşcazım, belki ben uyuyacağım, belki
oturacağım, belki bir işim var, belki okuyacağım, yazacağım, değil mi yaa… Sen
bu gürültüde, patırtıda dünyada roman okuyamazsın, bırakmazlar be yaa!”
Bora, çekinerek, “Gürültüde okurum da, yanı başımda birisi konuşursa ayıp
olmasın diye okumam tabii ki…” dedi.
Yaşlı Gardiyan, umursamaz, “Ha be cancazım, gürültü olmasa daha iyi değil mi be
yaa? Ne hakları var seni böyle okurken rahatsız etmeye, değil mi be yaa? Yavaş
da konuşabilirler. İşte Danimarka’da, Fransa’da, katiyen böyle bir şey olmaz.
Onun için de adamlar ilerliyorlar. Bak Avrupa Birliğine, nasıl insanın insana
saygısı var orada, değil mi be yaa…”
Paşa, Yaşlı Gardiyana dönerek, “Komutan, biraz yavaş konuş! Televizyonu
anlayamıyoruz...” diye müdahale etti.
Bora, arkadaşından cesaret bularak, adamı umursamıyormuş gibi yapıp kitabını
açtı.
Yaşlı Gardiyan, Paşa’nın tepkisi üzerine bir ara sustuysa da, onu çabucak
unutup yeniden konuşmaya kaptırdı. “Hiç boşuna uğraşma, okuyamazsın be yaa…
Sinirlerin bozulur boşu boşuna… Avrupa Birliği başka… Avrupalı Birliği demek,
insanın insana saygı duyması demek. Bizde nerdeee…”
Paşa, iyice gerilerek, “Yahu komutan, bu gece konuşma gününe mi denk geldik ne?
Sen gündüz de buradaydın, mesaini yirmi dört saate mi çıkarttılar senin?” diye
söylendi.
Ahmet, lafa karışarak, “Yok be, yenge kovmuş evden, o da kalmağa gelmiş
buraya,” diye güldü.
Yaşlı Gardiyan, “Yok be yaa… Nöbetteyim bu gece de, ondan be yaa…” deyince
gülüşmeler oldu.
Yaşlı gardiyan onlarla yüzgöz olmak istemeyerek çıkıp gitti.
*
Gece, herkesin yataklarına çekilmeye başladığı saatlerde, Bora, pantolonunun
paçalarını bir karış kadar kıvırmış, çoraplarını çıkarmış, ayakkabılarının
arkasına basmış, gömleğinin kolları katlayarak kıvrılmış olarak tuvaletlere
geldi. Bir lavabonun başına gitti, bacağını kaldırıp ayağını lavabonun taşına
soktu, musluğu açtı, akan suyun altında ayağını yıkamaya başladı. Tam o arada
nereden çıktığı belli olmadan Çiroz belirdi arkasında. Bora onu karşısındaki
sırları iyice dökülmüş aynadan görerek tedirgin oldu. Arkasından geçip
gideceğini sanırken, Çiroz o anda elini uzattı, Bora’nın arkasına parmağıyla
tacizde bulundu. Parmağın temasıyla beraber neye uğradığını şaşıran Bora
irkilerek yerinde hopladı, ayağını lavabodan indirerek adama döndü.
“Ne yapıyorsun ulan!”
“Parlak oğlanlara dayanamam da… Ne olmuş? Herkese şapır şupur, bize yarabbi
şükür demezsin her halde? Gel, etrafta hazır kimse yokken girelim şu helaya!”
Bora, “Ulan, bu terbiyesizliğini pahalıya ödetmezsem sana!” diyerek adama
saldırıp yıktı yere, üstüne çıktı, rastgele, seri yumruklarla vurmaya başladı.
Çiroz, dayak yerken, bir taraftan da arkadaşına bağırmaya başladı. “İrikıyımım!...
İrikıyım ulaaan!...İrikıyııımmm, gelsene ulaaannn!...”
İrikıyım geldi, ama Paşa ve arkadaşlarının arasında. Paşa ve arkadaşları,
aralarındaki İrikıyımı ite kaka tuvalete soktuktan sonra hepsi birden
tekmelerle, yumruklarla dövmeye başladılar.
Paşa, arkadaşları “Ahlar, vahlar!” arasında İrikıyım’ı dövmeye devam ederken,
onları kendi hallerine bırakıp geldi, Bora’yı tutup, Çiroz’dan uzaklaştırdı.
“Sen, bi zahmet koğuşa dön kardeşim! Gardiyanlar burada bulmasınlar seni...”
Bora, hırsından ağlamaklı, “Tamam.” diyerek tuvaleterden çıktı, gitti.
Paşa, Çiroz’un suratına insafsızca bir tekme daha savurdu. “Buraların
külhanbeyliği size ne zaman bırakıldı ulan!...”
*