1 Hayvan Sevgisi...


 

Kamil Oğuz Mangırcıklıoğlu, otuz yıldan sonra büro memurluğundan emekli olduğunda, öğretmenlikte yirmi senesini bitiren eşi Nurten Koş da vermiş dilekçesini, emekli olmuştu. Karı koca, memuriyet yaptıkları yıllarda üç tane de evlat yapmışlar, emekli olana dek onları büyütüp okutmuşlar, adam etmişlerdi. Sonunda bu üç aslan yavrusu yanlarından kaçıp gidince baş başa kalakalan karı koca bir boşluğa düşmüşler, bu sıkkınlıkla da yapabilecekleri en iyi şeyi yaparak, zamanında kooperatif taksitleri ödeyerek edindikleri apartman dairesini satıp, üstüne birikintilerini de ekleyerek Sarımsaklı'dan büyük bahçeli, müstakil bir ev satın alarak taşınmışlardı.

Ömürlerinin kalan bölümünü sükûnet içinde yaşayarak, okuyarak, yazarak, resim yaparak, yürüyüşler yaparak, denize girerek sürdüreceklerini, yıllarca süren yıpranmışlıktan sonra beden ve ruh sağlığına kavuşacaklarını umuyorlardı.

Nitekim Nurten Koş ilçedeki Türk Sanat Müziği Korosuna, yine ilçedeki Halk Evinin açmış olduğu resim ve diğer el işi hobileriyle ilgili kurslara gidip gelmeye başlamıştı. Günleri dolu dolu geçmekteydi.

Kamil Oğuz, karısının hızına yetişemese de, o da kısa öyküler ve şiirler yazarak ve onları www.edebiyatevi.com isimli edebiyat sitesinde paylaşarak ve başkalarının yaptığı paylaşımları okuyarak oyalanmaya çalışıyordu.

Bu meşgalesi sırasında, aynı edebiyat sitesinde yazdığını ve Sarımsaklı'da yaşadığını öğrendiği, emekli tarih öğretmeni Sami Emekli ile buluşup ahbaplık etmeye başladı.

Sami bey, bir araya geldikleri zaman uzun uzun evinde beslediği garip isimli bir çok hayvandan söz etmeyi seven, ilginç bir adamdı.

"Hindistan'a giden bir ahbabıma da kaplan yavrusu sipariş ettim, yakında minik kaplanıma kavuşacağım için çok mutluyum," dediğinde;

Kamil Oğuz, kendini tutamadı, şaşkınlıkla, "Yok, devenin nalı!" diye bir çığlık attı. "Kaplana kendini öldürtmek niyetindesin her halde?"

Sami Emekli, soğuk kanlılıkla, "her şeyin yavrusunu severim ama, büyüyüp de zararlı olmaya başladıkları zaman öldürür, piranalarımı ve timsahımı beslerim," dedi. 

Bu cevaptan tüyleri ürperen Kamil Oğuz,  "Bu duruma yenge hanım ne diyor?"  diye sordu.

"Yenge hanım bu keyfime karşı çıkıyordu. Onu da öldürdüm!"

Kamil Oğuz, bu cevapla bir an için şok yaşadı. Yeni ahbabının bu eşek şakasına gülemedi. "Boktan bir şakaydı!"

"Şaka değil! Ciddi..."

"Öldürseydin cezaevinde olman gerekmez miydi?"

"Herkes, karımın Fethiye'ye, kızımızın yanına gidip, oraya yerleştiğini sanıyor."

"İyi de, koskoca cesedi yok etmek kolay mı?"

"Ben yok etmedim ki! Piranalarım ve timsahım yok etti."

Duyduklarına bir türlü inanmak istemeyen Kamil Oğuz, şaşkınlık içindeydi. "Büyük bir şok içindeyim!" diyerek bu durumunu itiraf etti. "Bu söylediklerine inanamıyorum, ama öte yandan adını bile ilk kez duyduğum bir sürü acayip hayvan besleyen, garip bir adamdan her bok beklenir!"

"Hiç de değil! Hepsi çok sevimli hayvanlar. Yürü, bize gidelim de, kendi gözlerinle gör..."

Kamil Oğuz, iki elinden her hangi birisinin herhangi bir parmağıyla her hangi bir gözünün alt kapağını aşağı doğru çekiştirerek, "pışşık!" dedi. "Gidelim de, beni de piranalarınla timsahına mama yap, değil mi?"

Sami Emekli, onun bu şapşal haline kahkaha atarak güldü. "Yahu, bu kadar saçma sapan şeylere inanacak kadar salak mısın, nesin?" diye sordu.

Kamil Oğuz, şaşkın halini sürdürerek, "ne? Ne yani? Anlattıkların yalan mıydı? Benimle kafa mı kırdın yani?" diye diye, ard arda dört beş tane soru işareti kullandı.

Sami onların hepsini kısa üç sözcükle cevapladı: "Evet, kafa kırdım!"

"Böyle bir salaklığa niçin ihtiyaç duydun ki?"

Sami Emekli, salaklığı üstüne kondurmayarak, "www.edebiyatdefteri.com'da paylaşmak için bir kısa öykü yazıyorum da, ona diyalog olsun, diye anlattım," dedi.

"Bu kadar kısa bir öykü; beni incitmene değer miydi?"

"Bu kadar kısa kalmayacak ki! Devamını da yazacağım..."

Kamil Oğuz, Sami Emekli'nin beslediğini söylediği acayip isimli mahlûkatların ne menem bir şey olduklarına dair merakına yenik düşünce, bir cesaretle, biraz da gözlerini karartıp, onun davetine icabet ederek evine gitmeye karar verdi. Önce cep telefonunu çıkartıp Nurten Koş'u aradı.

"Alo? Karıcığım, ben Sami Emekli'nin evine gidiyorum."

Nurten Koş, telefonunu çaldırarak güzellik uykusunu bölen kocasına çok sinirlendi. "E? Hangi cehenneme gidersen git, bana ne?" diyen sesinden de bu sinirliliği anlaşılabiliyordu.

"Şey... Yani... Akşama eve dönmezsem polise haber ver de, Sami Emekli'nin evine gelerek timsahın karnını yarıp beni kurtarsınlar, diyecektim..."

"He! He!" deyip geçen Nurten Koş, tıpkı Bir Tutam Hayat'ın tahmin ettiği gibi, "ne diyor yahu bu zevzek!" diye söylenerek telefonunu kapattı.

Ev diye gittikleri yer korku filmlerinden çıkartılıp alınmış dehşetengiz tuzaklarla dolu bir viraneyi andırıyordu. 'Araftaki Ev' filmini izlediniz mi bilemem, ama ben izlemeyenlere kısaca anlatayım: Filmdeki evin her tarafı çürümüş tahtalar, çürümüş, kurumuş sarmaşıklar ve bir parmak tozla kaplıydı. O evde iki çocuk annesi olan Dulce yaşamakta ve yaşamlarında bir kehanetle alakalı olarak sıra dışı bir şeyler olmaktaydı... İşte, Sami Emekli'nin evi de o korku filmindeki ev gibi sıra dışıydı ve ürkütücü bir kehanetin gerçekleşmek üzere olduğu izlenimini veriyordu.

Evin bahçesinde çocukların içine düşüp boğulması için belediyelerin kazıp bıraktığı içi koyu kahverengi suyla dolu çukurları anımsatan koca bir havuz vardı. Havuzun kenarında boyu yarım metre ya var, ya yok, bir erkek timsah yavrusu testislerini güneşe yaymış uyuklarken suyun içindeki dişi bir su aygırı yavrusu da teessüf kokan bakışlarla teşhirci timsaha bakıyordu.

Kamil Oğuz, "hay Allah! Beni yutacağını sandığım timsah ufacık bir yavruymuş meğer," diye düşünerek sevgili eşi Nurten Koş'un güzellik uykusunu böldüğü için vicdan azabı çekmeye başladı. Hemen telefonla karıcığını aradı.

Nurten Koş, güzellik uykusunu ikinci defa bozan telefonu öfkeyle eline aldı. Arayan kocasıydı.

Kamil Oğuz, "karıcığım, beni yutacağını sandığım timsah ufacık bir yavruymuş meğer. Senin güzellik uykunu boşu boşuna bölmüşüm. Ne olur beni affet!" diye yalvarmaya başlamıştı ki, telefonun kulaklığından bir çığlık yükseldi.

"Kamil!.. Nil nehrine düşersin de, dev timsahlara yem olursun inşallah!.."

Karşıdaki telefondan duvara fırlatılıp kırılma sesleri gelirken Kamil Oğuz, "niye kızdı bu kadar ki?" diye söylenerek telefonunu cebine soktu. "Hem Nil nehri Afrika'da, ben Sarımsaklı'dayken Nil nehrine nasıl düşerim? Akıl var, mantık var..."

Bahçeyi kaplamış olan yeşilliğin içinde irice bir kedi kadar olduğu görülen boynuzlu, sakallı bir Pygmy Keçisi ile boyutları bir köpek kadar olan minyatür bir zebra ve minyatür bir eşek otlanıyordu.

Kamil Oğuz'un kokusunu almış bir kangal kulübe çıkıp kulaklarını dikerek dik dik bakmaya başladı.

Onun korkusuyla arkasına dolanan ahbabını sakinleştirmek isteyen Sami Emekli, tam iki kere "korkma," dedi. "Bunlar benim kangallar. Gel de tanıştırayım sizi."

Kangalın yanına vardıklarında, kulübesinin gölgesine sinmiş uyuklayan ikinci bir kangal daha görüldü. Uyuyana göre daha götlü göbekli görünen ayaktaki kangalın başını okşayarak, "bunun adı Dıgıl," dedi. "Batman’da görev yaparken dünyaya gelmişti. Yani dünyaya gelmişti derken öyle çok da kolay olmamıştı dünyaya gelmesi. Eve çağırdığımız Sevim adındaki ebe onun yeryüzüne teşrifi için pazarlık yaparak bir öpücük vermeye razı olmuştu... Bizim sülalede herkes pek merhametli olup merhametten Beşiktaş'ı destekler. Lakin bu Kangal gaddar bişey olduğu için düşkünlere merhamet duymaz, onun için Galatasaraylıdır. Haydi, kangalım, söyle bakayım benimle birlikte: Be Je Ka!"

"Cim bom bom!"

"Cim bom bom değil benim güzel kangalım. Be je ka!"

"Cim bom bom!"

"Ulan bak seni Çingenlere veririm! Tepemin tasını attırma benim! Bağır bakalım! Siyah! Beyaz!"

"Sarıııı... Kırmızııı!"

"Yok aga. İnadı tuttu eşek sıpasının. Kafasını kessen ’Siyah, beyaz’ demiyor.

Kamil Oğuz, bir cimbomlu olarak bu kangalı pek sevdi. "n mı var, derdin var... Allah, bu zavallıyı böyle bir nın şerrinden korusun... Rabbim onlara kolaylık ve sabır gücü versin... Şuna bak yahu... Hem çocuklara Dıgıl, UyKucu, Kangal gibi Avanak Avni ve çoban köpeği adları takıp, uyumaya bile bırakmıyor, hemi de ti'ye alıp bize rezil ediyor... Yani, seni duyup da, a çok güzeldi, çok güldüm, diyeceğimi bekliyorsan teessüf ederim... Bu çocuklar için sadece ağlıyorum ben... evet... hem de hüngürdeyerek ağlıyorum... zavallı dıngıl, gel çocuğum benim çocuğum ol sen,  kurtul bu adamdan... Benim yanımda çalışmana bile gerek yok, bin yedi yüz lira maaşımla seni güller gibi beslerim ben..."

 Sami Emekli, bu defa onun bu işgüzarlığına kızgınlığını gizleyemedi. "Yahu sen ne haset bir adam oldun bu son günlerde! Şiirlerime kusur bulduğun yetmiyormuş gibi şimdi de kangallarıma mı göz diktin? Benim bin yedi yüz tele yetiyor mu ki senin bin yedi yüz tele yetsin? Onların aylık kuaför parasına yetmez bin yedi yüz tele. Daha bunun maması var, aşısı var, veteriner masrafları var... Hepsinden geçtim öyle uygun ve cins dişi kangallar bulabilecek misin bakalım! Şeytan diyor ver de görsün gününü ya, neyse..."

"Kuaföre mi gidiyor bunlar? A... a... Kuaföre ne gerek? Üç numaraya eşek tıraşı nelerine yetmiyor ki?"

Biraz daha yaşlıca görünen diğer uyumaktaki kangalın da başını okşayan Sami Emekli, "bunun adı da Uykucu," dedi. "Bunu tatlı uykusundan uyandırmak, bir futbolcunun ceza sahasında yapacağı dokuz kusurlu hareketten daha da kusurlu bir harekettir."

"Top atsan uyanmaz bu zaten..."

Uykucu'yu sı olma sıfatıyla dürterek uyandırdığında, bütün azı ve köpek dişlerini göstererek söylenmeye başladı.

"Ne var yahu? Bir bırakmadınız uyuyalım!"

Onun bu sert hırlaması ile korkuya kapılıp anında kıvırarak, "İyi, uyu madem," deyip oradan ayrıldılar.

Eve girdiler. Evin içini kızarmakta olan bir kuzu kokusu sarmıştı. "Karnımda bir acıktı ki!   

Mutfağa girdiklerinde karşılaşılan sahne, korkunçtu diyerek tanımlamanın mümkün olamayacağı bir vahşet sahnesiydi. Evet!

Evet! Sami Emekli, hanımı Elezer'in Fethiye'ye gitmesinden sonra evin işlerini görsün diyerek eve asgari ücretle bir hizmetçi almıştı; lakin aldığı kadının bir seri katil olduğuna dair emareler vardı.

Hizmetçi, kafasını kesip derisini yüzmüş olduğu bir kuzuyu elektrikli fırın içinde çevire çevire kızartıyordu ve bir kuzu büyüklüğünde olan dev bir sıçan fırının önüne adeta çökerek oturmuş, bir kuzunun bu şekilde katlediliyor olmasına gözyaşları döküyordu. Bu sahneyi görüp de ağlamayacak bir insanın taş kalpli olması gerekirdi. Sami Emekli de, Kamil Oğuz da ağlamıyorlardı, çünkü ikisi de taş yürekli zalimlerdi. Hatta Kamil Oğuz, hiç utanma duymadan ağzını şapırdatarak, "ım-m!" diye acayip bir ses çıkartıp, "Nar gibi de kızarmış! Söyle senin şu hizmetçiye de, yanına şöyle tane tane dökülen bir pirinç pilavı da yapsın, öyle yiyelim bunu," dedi.

Sami Emekli, zaten korkunç olan yüz hatlarına korku sahnesi çeken bir aktör gibi korku mimikleri takınarak, "ben öyle bişey söyleyemem dostum. Sıkıyorsa sen söyle!" dedi.

Onun bu yersiz korkusuna bir anlam veremeyen Kamil Oğuz, onu küçümseyerek sırıttıktan sonra hizmetçiye seslendi:

"Hey hizmetçi, buraya gel bakim!"

Kapıda, hizmetçi rolü oynayan, Pamuk Prensese büyülü elma yediren o meşhur cadı belirip, "Ne?" diye sordu. Bu soru, normal insanların bir şeyin ne olduğunu merak ettikleri zaman kullandıkları zamir değil, psikopatların, ne diyon lan yavşak, anlamında kullandıkları zamirdi. Kolunda elma sepeti taşımıyordu ama elinde kılıcı andıran bir kasap bıçağı tutuyordu.

Kamil Oğuz, korkarak anında kıvırttı ve olanca kibarlığını giyinerek, "sizden bişey istirham edebilir miyim teyzeciğim?" diye sordu.

Hizmetçi, "istirham edemezsin!" diye terslendi.

" Bib bib bib...Bib bib bib... bibiskrem versem?"

"Ha, o zaman olur!"

Böyle durumlar için hep cebinde taşıdığı mamulü teslim etti ve hizmetçi de o mamulü görmemişler gibi "hapur hupur" diye sesler çıkartarak yedi.

Kamil Oğuz bu cadaloz hizmetçinin değil bir tane on tane mamul verse bile tane tane dökülen bir pirinç pilavı pişiremeyeceğini, pişireceği pilavın lapa gibi olacağını anladığından, kazandığı istirham etme hakkını karnını doyurmak için kullanmaya karar verdi. "İstirham etsem, şu fırındaki kuzudan biraz ikram edebilir misiniz teyzeciğim?" diye sordu.

"Onun adı kuzu değil, Kapibara!"

İvesi, Dağlıç, Kangal, Karaman, Sakız, Kıvırcık, Hemşin, Karayaka, Tuj, Sönmez, Bafra, Acıpayam, Malya, Tahirova, Konya Merinosu, Karacabey Merinosu, Menemen gibi pek çok koyun-kuzu cinsi bilmesine rağmen Kapibara cinsini ilk kez duyuyordu. Yabancı bir ırktı herhalde... "Ben de öyle diyordum zaten. Karnımı doyurmam için biraz Kara Para yiyebilir miyim?"

"Kara Para değil! Kapibara!"

"Evet efendim, kapik para!"

Hizmetçi onun bu cehaletini küçümseyerek "otur şu masanın kıyısına da zıkkımlan madem!" diyerek ona bir sandalye gösterdi.

Kamil Oğuz gösterilen yere oturdu.

Kadın fırının kapağını açıp elindeki kılıç benzeri kasap bıçağıyla nar gibi kızarmış kapibaradan büyükçe bir parça kesip bir tabağa koyduktan sonra tıpkı kafasına fırlatıyormuş gibi önüne bıraktı. Yanına da bir parça ekmek koyduktan sonra, "Ye!" diye emretti.

O demese de Kamil Oğuz yiyecekti zaten, netekim o koca eti öyle bir yemeğe başladı ki, görenler de kıtlıktan çıkmış sanacaklardı. Azıcık doymaya başlayınca aklı başına gelerek, Sami Emekli'ye bir şey konulmadığını gördü. Acıyarak, "benimkinin yarısını sen ye Samiciğim, istersen," dedi.

Sami Emekli, "ben kapibara sevmiyorum. Sen ye, afiyet olsun Kamilciğim," dedi.

"Sen bilirsin," diyerek yemeğe devam etti. Etin nasıl bittiğini ne kendisi, ne Sami Emekli, ne de hizmetçi anlayamamıştı. "Hayatımda bu kadar lezzetli bir et yememiştim. Bir parçacık daha vermeniz mümkün mü?" diye sordu.

Hizmetçi, "olmaz," diyerek onun isteğini reddetti.

" Bib bib bib...Bib bib bib... bibiskrem versem?"

"Ha, o zaman olur!"

 Bir parça daha kesip verdi ve Kamil Oğuz onu da aç kurtlar gibi hapurt hupurt yedi. Nihayet karnı doymuştu.

"Allah halil ibram bereketi versin," diyerek ceketinin koluna ağzını burnunu bir güzel silip temizledi. "Senin de ellerine sağlık teyzeciğim!" 

Kadın sabrı tükenerek, "İkide bir teyze deyip de elimi kana bulama!" diye terslenerek elindeki kılıç benzeri kasap bıçağının sivri ucunu Kamil Oğuz'un gırtlağına dayayıp orada ufak bir delik açtı. Delikten kanlar aktı.

"Tamam! Tamam! Bir daha demem!" diyerek yalvarınca hizmetçi kılıç benzeri kasap bıçağını onun gırtlağından geri çekti.

Kamil Oğuz fırındaki yarım kalan kapibara için sesli sesli ağlamaya başlayan sıçandan rahatsızlık duyarak, "şunu şuradan götürseniz... Zırlayan sıçanları hiç sevmem de..." dedi.

Sami Emekli, sıçan sözüne bozuldu ise de bunu belli etmeyerek, "sıçan değil amcası, kapibara o," dedi. Gitti, fırının önündeki sıçanın, pardon, kapibaranın burnundan öptü.

Kamil Oğuz, o arada nedense,  "ööööğğğğ!" diye sesler çıkartarak kusmaya başlamıştı.

( Hayvan Sevgisi... başlıklı yazı AliKemal tarafından 2.06.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.