Doğumla başlayan sevinç ve umut,
yaşamının her anını sarıyor... Dertlerle karşılaştığımızda, sığınacak bir liman
ararken, gitmemiz gereken doğru adrese-limanı her ne hikmetse, bulamıyoruz veya
göremiyoruz. Sanki dertlerimize çare olacak ve çözüm bulacak yalnızca
insanlarmış gibi onları arıyoruz çevremizde. Yalnızlığımızı hissettiğimiz o
zamanlarda, sanki fırtınaya yakalanmış bir geminin güvenilecek bir liman
araması gibi güvenilebilecek bir insanı, dostu hararetle ararız. Oysaki her
insanda bizim gibi aynı şeylere yönelmekte ve çevresinde yeni bir dert veya
bununla bağlantılı acı veren paylaşımları istememektedir... Neden hastaneye
gitsin ki? Neden mezarlığa varsın ki? Neden içinde bir burukluk kalsın ve
gülmek varken, eğlenmek dururken acıları paylaşsın ki?
İnsan doğumla başlayan yaşamında
ne zaman öleceğini bilmeden dünya hapishanesine girer ve bütün istek ve
çözümlerini burada bulmaya çalışır. Oysaki düşünebildiği ve aldığı eğitim
ölçüsünde yaşayabileceği yer ve dünya içinde sayısı belirsiz herhangi bir yer
bulunmaktadır. Fakat tüm bunları bedeniyle ölçeklenmiş çok küçük bir fiziksel
zırh içinde sıkıştırdığı ruhunda saklamaktadır. Ruhunu saran bu ölçeklenemez
basınç ve içinde sakladığı benlik dışarıya taşmadıkça hiçbir an huzur bulamaz
insan. Kendisine benzer insanlarla konuşmak, aynı paralellik içinde
paylaşımlarını genişletmek ve en azından güvene gerek duymadığı kendine has
yaşam döngüsünü şekillendirmek zorundadır. Aslında dinsel öğütler bunu
bütünüyle çözmektedir. İnsana yaşamına rehber olacak her şey yaratıcı
tarafından insana bir define niteliğinde verilmektedir. Elbette define herkesin
göreceği yere gömülmez. Onu görmek ve bulmak için insanda bir gayretin olması
da gerekir.
İnsanlar bu gayret yerine, anlık
çözümler ve yanlış felsefeler peşinde, daha karizmatik görünebilmek adına
sınırlı ömrüne yazık etmekte, esas yoldan hedefe gitmek yerine tali yollara
saparak yaşamını sürekli karmaşık hale getirmektedir. Oysa yaşam çok basittir.
Tek yapılması gereken insan kendi yerçekimini keşfedecek, kul olması gereken
yaratıcıyı öğrenecek ve kısa emellerle her an öleceğini düşünerek, bu dünyanın
maddesel varlığına sahiplenmeden çevresinin ve kendisinin etrafına verdiği
zararlardan sıyrılmasını bilecektir!
İnsan sonuçta, nefsinin bitmek
tükenmez şerli isteklerini ve uzun emellerini-hedeflerini yok edip, tam
anlamıyla yaratıcıya bağlandığında ancak özgür olabilir. Yaratıcıya güvenmeyen
insan çarşıda elini açmış dilenen insana benzer. Böylece dünyayı amaç edinmek
ve sahiplenmek yerine, esas gideceği yere-öbür dünyaya, karıncanın yaz
geldiğinde kışın azığını hazırladığı gibi güzel amelleri yaşamalı ve bir gün emanet
aldığı her şeyini ölümle bırakırken, içindeki dünyayı da, derdini de korku
yerine sevinçle, Mevlana’nın düğün gecesi gibi sevimli hale getirebilmelidir.
Vesselam, özgürlük tam manasıyla
Allah’a teslimiyettir.
Saffet Kuramaz