‘Hafıza çipi’ni bulduğum yıla kadar nasıl da sıradan birisiydim.


Yaşıtlarımla beraber devlet olkullarında okumuş, üniversite kazanabilmek için dershanelere gitmiştim. Büyüklerimin TIP okumam için ısrarlarına karşın kazanabildiğim puan Fen Fakültesinde Biyoloji okumamı sağlayabilmişti. Lise sıralarındayken aşık olduğum kız ise Tıp okuyarak Nöroşirürji eğitimi almıştı; kendisi çok iyi bir beyin cerrahı olurken beni okuduğum fakültede akademik kariyer yapmaya yönlendirmişti. Doktoramı yapıncaya kadar aldığı eğitimden memnun olmayan biriydim. Doktora hocamın yönlendirmesiyle doktora tezimi Nano Teknoloji dalında hazırlarken ilgili araştırma merkezlerinde karşılaştıklarım bu bilim dalına karşı merakımı arttırmıştı.


Hazırladığım tezi fazlasıyla uçuk kaçık bulmakla birlikte kabul etmişti hocam. Tezimde savunduğum ‘nano teknoloji ile moleküler biyoloji üzerinde çalışmalarımı sürdürmemi önererek okulumun Nano Teknoloji Enstitüsünde araştırma görevlisi olarak çalışmamı sağlamıştı. Yardımcı Doçent ünvanıyla sürdürdüğüm dört yıllık çalışma hayatım boyunca kendimi çok geliştirdim. Bu süreçte doçent olabilmek için vermem gereken yabancı dil sınavlarında, mesleğime dair yabancı dillerde yayınlanmış makaleleri inceleyecek kadar yabancı dil bilmeme karşın, ne hikmetse sınav komisyonundan bir yetmiş puan alıp sınavı vermeyi başaramadım. Bu başarısızlığımı kendince eylenceye çeviren sevgilim, “öyle bir çip imal et ki, yabancı dile ait her şeyi yükle ona; onu ameliyatla beynine yerleştireyim,  sınavda sorulacak her şeye kolayca cevap vermeni sağlasın,” diyerek dalga geçtiğinde, moleküler biyoloji araştırmalarımdan atomik bilişim dalına ilk adımı atmama sebep oldu…


Dünyadaki benzer çalışmalardan farklı çalışmalarımı büyük bir gizlilik içinde yürüterek, en sonunda atomik boyutlarda bir hafıza çipi üretmeyi başardım. Bu eşi emsali olmayan büyük bir buluştu. Sınavını veremediğim yabancı dile ait tüm verileri yüklediğim çipi önce kendimde denedim. Sinir sisteminin merkezine yerleştirilen çipin büyüklüğü dünyanın büyüklüğü yanında bir bilyanın büyüklüğü kadar bir şeydi ve dışarıdan kontrol edilebiliyordu. Onunla girdiğim sınavda yüz tam puan alarak yabancı dil sıkıntısını kolayca atlatmış, nihayet doçent olmuştum.


Daha sonraki çalışmalarımla aynı çipe on yedi dilin verilerini yüklemeyi başardım. Evet, çipi kullanan herkesin en çok kullanılan tam on yedi dili öğrenmek için hiçbir emek sarf etmeden ana dili kadar kolayca konuşabilmesinin önünü açmış oldum. Herkesin, derken bunun için bir servet ödeyebilecek seçilmiş kişileri kastediyorum tabii ki… İlk müşterim de, ülkemin hiçbir yabancı dili bilmeyen başbakanı oldu. Bir gecede on yedi dili birden öğrenmiş olan başbakanın tüm dünyada yarattığı şaşkınlığı anlatamam. Tabii ki bu iyiliğim, başbakanımın inayetiyle doçentlikten profesörlüğe çabucak geçişimin de yolunu açmıştı. Tabii, bir dolar milyoneri olmamın da...


Nano Teknoloji üzerinde çalışmalarımı günün yirmidört saatinde sürdürüyordum. İstediğim, kariyere, üne, servete, her şeye kavuşmuştum ….


Bir sonraki aşamada kendim için atomik yapıda biyolojik bir silah ürettim. Bunu cep telefonuma monte ettiğim bir mekanizma ile bir çok kez kullandım. Telefon tuşlarımla girdiğim şifre ile fırlatılan 50 nm eninde – 1 nm boyunda bir kurşun insan vücuduna saplanırken insanda bir sinek ısırmasıyla eş değer bir rahatsızlık yaratıyordu, fakat daha sonra kurşun içindeki biyolojik virüs insan vücudunda üreyerek o insanın ölümüne sebep oluyordu. Ben nasıl istersem ölüm öyle gerçekleşiyordu. Beğenmediğim, sevmediğim, ülkem ve halkım için zararlı olduğunu düşündüğüm binlerce insana bu yöntemle suikastler düzenşledim ve kimini kanserle, kimini kalp kriziyle, kimini de felç ederek öldürdüm. En son, kısa bir süre önce tüm ısrarlarıma rağmen benimle evlenmeye yanaşmayan beyin cerrahı sevgilimi ‘beyin kanseri’ ile öldürdüm.


Bu esnadaki çalışmalarımla birçok farklı maddenin atomik dizilimini taklit ederek, oluşumlarımdaki atomların hareketliliğini sağlamak suretiyle aynı maddeleri oluşturmayı başardım. En sonunda kömürün moleküllerini değiştirerek elmas ve bakırın moleküllerini değiştirerek altın elde ettim.


En sonunda ürettiğim hazineyle yapmayı çok istediğim bir şeyi gerçekleştirmenin peşine düştüm. Adem ile Havva’nın Dünya’ya yaptığı yolculuğun tam tersi bir yolculuk olacaktı bu:  Cennete Yolculuk…


Mitolojik kaynaklar Cennet’in Samanyolu Galaksisinden sonraki 17. Galaksi olduğuna işaret ediyordu. Evet, Tanrı’nın evine ulaşmak için aşmam gereken Samanyolu dahil on altı galaksi vardı.


Bunun o kadar da zor olmayacağını biliyordum. Gerekli olan tek şey ışık hızını aşabileceğim bir araçtı.


Işığın boşluktaki hızı, 299.792.458 m/s idi ve evrendeki bütün madde ve bilgilerin hareket edebileceği maximum hızdı. Bilginin ya da enerjinin bundan daha hızlı hareket etmesi imkansızdı. Bunun bir argümanı, özel göreliliğin eşzamanlılık göreliliği olarak bilinen mantık dışı bir çıkarımını takip edebilirdi. Şöyle diyelim, Adem ile Havva’nın cennetten yolculuğa başladığı ana A dersek ve benim cennet yolculuğumun sonuçlandığı ana da B dersek, A ve B olayları arasındaki mesafe, aralarındaki zaman aralığının ışık hızı ile çarpımından büyük olduğunda zamanda geriye doğru hareket ediliyordu. Işık hızının aşıldığı durumda zaman diye bir şey yoktu. Anlaşılması zor da olsa, yapmak istediğimi şöyle açıklayabilirim: ‘Ben cennete bulunduğum zamandan geriye doğru giderek ulaşacaktım…


Daha fazla teknik bilgilere yer vermeden diyebilirim ki, ışıktan hızlı deneyler, gözlemler yapan, uzay uçuşlarında ve astronomide uzman olan NASA’da türlü deneyimler yaşamış olan bilim adamlarıyla  irtibat kurarak çalışmalarını ülkeme taşımalarını sağladım. Işıktan hızlı hareket edebilecek, radyogalakilserin göreceli bir jet imalatı için gerekecek her teknolojiyi satın alarak emirlerine sundum.


Sonunda hem kişisel eğitimimi tamamlamış, hem de yolculuğu yapacağım aracı yaptırmıştım. Gideceğim yer henüz Jüpiter’e ulaşabilmiş insanoğlunun henüz Samanyolu’ndan sonraki galaksiye bile ulaşılamamışken algılayamayacağı bir mesafedeydi. Benim bu çılgın projem tüm Dünya’da ilgi görmüştü, basın-yayın organları bunu manşetlerine taşımışlardı.


Hava üssünden hareketlenecek uzay aracıma yerleşirken heyecandan titriyordum. Her yanım buz gibiydi. Hareket etmeyi beklemek yolculuğun süreceği zamandan çok daha uzundu.


Nihayet harekete geçen aracın zaman içindeki yolculuğu parçalanmadan tamamlayacağına dair hiçbir garantim yoktu. Özel kabinimde uyku basıncının etkisiyle gözlerim bir anda kapandı ve yolculuk başlamış oldu. Tabii ki o hızla da tamamlanmıştı. Bir anda başlayan bir anda biten yolculuk…


Bekleyip panellerde dış ölçümleri takip ettim. Oksijen, basınç, yer çekimi ve atmosfere ait tüm veriler mükemmeldi. Çıkış kapısını açtım, üzerimdeki özel elbiselerin ağırlığını da taşıyarak dışarı çıktım. Çevreye bakındım. Yerdeki toprak tıpkı Dünya’daki gibi kahverengiydi.Etraf ömrünün suni gübrelerle büyütülmüş hormonlu bitkileri anımsatan, devasa bitkilerle doluydu. Bir an Dünya’da olabileceğimi düşünmeden edemedim. O anda başlığımı çıkardım, doğal ortamı içime sindirmeye çalıştım. Böylesine temiz bir havada nefeslenmek başlangıçta zorladıysa da birkaç öksürükten sonra uyum sağladım. Hemen diğer koruyucu giysilerimi de çıkarttım. Etrafta bir keşif gezisine çıktım. Kulağıma kadar ulaşan bir su sesini takip ederek ilerledim. Suyun kaynağına ulaştığımda ise devasa bir şelale ile karşılaştım. Şelalenin aktığı kanyonun tepesindeydim. Su adeta bir uçurumun tabanında köpürerek birikiyor, çok güzel bir manzara oluşturuyordu. Burası gerçek bir cennetti.


Bir anda uzun kanatlarıyla uçarak gelen melekler sardı çevremi, görünümleri insanı korkutmuyordu. Çocuksu bir mutlulukla gülümseyerek karşıladım onları. Öne çıkan bir melek bana yaklaşarak dikkatle, tepeden tırnağa süzdü beni. Kısa ve net:


“Layık olmadığın bir yere geldin, dünyalı! Sana gitmen gereken asıl yere kadar eşlik edeceğiz.” dedi.


( Cennete Yolculuk… başlıklı yazı AliKemal tarafından 11.08.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.