Huzurevi müdürü Kibar Bedroş, odasında Sami Emekli ile Kamil Oğuz’u ağırlıyordu. Makam masası önündeki koltuklara oturttuğu iki bunak ihtiyara, “ne içersiniz efendim? Çay? Kahve?” diye sordu.


Kamil Oğuz, ben bir orta şekerli kahve alayım,” derken,


Sami Emekli de, “ben de şekersiz, demli bir çay alayım,” dedi.


Kibar Bedroş, dahili telefonu açıp, “odama iki orta kahve ile bir demli çay getirin! Çayın yanında şeker istemez,” derdemez Kamil Oğuz itiraz etti.


“İki kahve birden içemem ben müdürcüğüm, bir kahve yeter bana.”


“Tamam efendim, siz bir tanesini içersiniz.”


“İyi ama ötekini bu bunağa verme, sen iç!”


“Olır efendim, ben içeyim…”


Sami Emekli küstü. “Senin kavene kalmadık, içmeyiveririz.”


“İçmezsen içme! Zorla içirmeycez heralde…”


Bunakların bu dalaşlarıyla ömür geçiren Kibar Bedroş, onlara son yolculuklarına hazırlandıkları bu dönemlerinde kibar davranılması gerektiğini bildiği için, “ağzınız tatlansın,” diyerek masasının çekmecesinden bir şekerlik çıkartıp uzattı. “Tatlı yiyelim, tatlı konuşalım, dimi efendim?”


Sami Emekli, “ben diabet hastasıyım müdürcüğüm, almayım,” diyerek ikram edilen şeker ve lokumlara uzanmazken, Kamil Oğuz uzanıp bir şeker aldı.


“Bununkini de ben alayım mı?”


“Tabii, tabii, buyurun!”


Bir şeker daha alıp ikisini de ceketinin cebine sokuşturdu.


Odacı çayla kahveleri getirip önlerine bırakarak gitti.


Müdür Kibar Bedroş, “Ünlü tarihçi Biberoğulları Sami efendinin tarihi zabıtlarından Kamil Oğuz beyefendinin hela zannedip buzdolabının kapısını açarak içine işediğinden karısı Nurten Koş hanımefendi tarafından huzurevine yollanıldığını okumuş idim…” der demez Kamil Oğuz onun lafını ağzına tıkadı.


“Yok efendim, ondan değil valla…”


Ona da itiraz eden Sami Enekli oldu. “Ya neden? Bal gibi de ondan için işte’!”


Kamil Oğuz onun itirazına sinirlenerek, “halt etmişsin onu sen!” diye söylenmeye başladı. “Hep senin yüzünden oldu!”


Kibar Bedroş baktı, yeniden dalaşmaya başladılar, hemen şekerliği uzattı yine, “buyurun şeker alın! Tatlı yiyip tatlı konuşalım…”


Kamil Oğuz hemen uzanıp bir şeker alarak onu da cebine soktu. Tam, “bununkini de ben alim mi?” diye sorarken,


Sami Emekli, “ben kendiminkini kendim alırım’” diyerek uzanıp bir lokum alarak o da cebine sokuşturdu. Kamil Oğuz’a, “ver deminki şekerimi benim!” diye çıkıştı.


Kamil Oğuz cebinden çıkarttığı bir şekeri ona verdi. “Al, aman, senin şekerine kalmadık!”


Kibar Bedroş, “madem ki evden buzdolabına işediğin için kovulmadım diyorsun, şu işin doğrusunu bir anlatsan,” diyerek onlara müdahale etti.


Kamil Oğuz, “hep bunun yüzünden!” diye söylenerek Sami Emekli’nin yüzüne kinle bakmaya başladı. “Bu, şiirlerimi karıma yalakalık yapmak için yazdığımı yazdı. O yetmiyormuş gibi bir de bilgisayarda rus mankenleri seyrettiğimi yazdı. Karım da bunun yazdıklarını okuyunca, yazdığım şiirleri tutup turup, ‘rus karıları için yazdığın şiirleri bana kakalamaya çalışma mendebur herif, diye başıma çaldı…”


Sami Emekli, “yalan mı? Rus mankenler için yazmıyor muydun?” diyerek sözünü kesti onun.


Kamil Oğuz iyice sinirlendi. “Ben Rusca biliyor muyum da, Rus karılara şiir yazayım, salak?”


“Salak senin babana derler! Geri zekalı!”


Kibar Bedroş hemen şekerliği uzattı. “Tatlı yiyip, tatlı konuşalım…”


Kamil Oğuz bir şeker, Sami Emekli bir lokum alıp ceplerine attılar.


Bir anlık sükunetten yararlanmak isteyen Kibar Bedroş, “Sizin anlattığınızı doğru kabul etsek de tarih buzdolabına işediğinizi yazmış bir kere, gerçeği  kimselere anlatamazsınız artık,” diyerek Sami Emekli’ye döndü. “Lakin siz, hakkında herhangi bir zabıt tutulmayacak kadar sıradan biri olduğunuzdan huzurevine şutlanışınız hakkında tarih kitaplarından bir bilgi edinemedim,” dedi. “Huzurevine nasıl düştünüz, anlatın bir!”


Sami Emekli’nin suratını derin bir hüzün kapladı. “Düşene değil, düşürene bakacaksın müdürcüğüm,” diyerek ta yüreğinin içinden kopan bir ^’offf!!! Offf!!!’ çekti. Anlatmaya başladı:


“Efendim, ben henüz emekli olmuş iken Ayvalık’ın Sarımsaklı mevkiinde ikamet eder oldum. Etmez olaydım. Bu mendebur suratlı bunak orada da karşıma çıkıp hayatımı zindana çevirdi benim…”


Kamil Oğuz, onun hakaret içeren ithamlarını umursamadan, sırıtarak dinliyordu, zira anlatacaklarıyla kendi kendinin ne mal olduğunu ele verecekti zaten, müdahale etmesi gereksizdi.


Kibar Bedroş meraklanmıştı. “Nasıl?” diye sordu.


“Bir cami yaptırma derneği kurmuştum. Kurduğum derneğin vasıtasıyla kendime cennetten bir arsa satın almakla meşkul idim. Bu gelip de kanıma girmeseydi alacaktım da… Ama ve lakin bu bunak geldi, ‘Sami hocam, beygir yarışlarında öyle çok para var, öyle çok para var ki, kazanacağın paraları ayakkabı kutuları almaz vallahi’ diyerek kanıma girdi. Neymiş efendim, Karacabey harasından bir arap beygiri alacakmışız, onu beygir yarışlarına sokarak yarıştıracakmışız… Yok, hani, bu işleri yapacak kendi paramız olsa da yapsak, amenna; ama cami yaptırma derneğinin paralarından başka paramız yok ki! Bu bunak, beni, ‘derneğin paralarıyla alalım beygiri, nasılsa misliyle kazanıp parayı yerine koyarız,’  diye kandırınca gittik aldık beygiri. Benim evin avlusuna koca bir ahır yaptırıp kapattık hayvanı. Aklımız sıra yarış sezonu açılınca götüreceğiz, yarışlara sokacağız…” Sustu. Sonra, “bir çay daha söyleseniz. Dilim damağım kurudu da,” diye ekledi.


“Hay hay! Size de orta kahve söyleyeyim mi Kamil Bey?”


“Söyleyin! Bir de şeker verin de ağzım tatlansın!”


Kibar Bedroş şekerliği uzattı. “Tabii, buyurun!”


Sami Emekli de uzanıp teklifsizce lokumunu kaptı, her ikisi de aldıklarını yine ceplerine koydu.


Kibar Bedroş, “e-e? Beygiri soktunuz mu yarışlara?” diye sorunca,


Sami Emekli, derin bir “nerdeee…” çekti. “Beygir aldığımızın haftasında çatlayıp öldü.”


“Öldü mü? Allah Allah! Hayvancağızı çatlatana kadar yemlediniz de mi?”


“Yok efendim, yok…”


“Ya neden?”


“Beygiri ahıra koyduğumuz ilk geceden başladı her şey…”


“Yaaa…”


“Gece yarısından sonra ahırdan gelen kişneme seslerini duyduğumda, eyvah, bizim beygiri çalıyorlar, diye fırladım yataktan, pompalı tüfeği kaptığım gibi ahıra koştum. Yok, beygiri çalan filan yoktu, hayvancağız bağladığım yerinde durmaktaydı, ama pek huzursuzdu. Yanına vardım, şöyle bir el sürdüm ki, ne göreyim? Beygirin kılları vıcık vıcık ter içindeydi, sanki suya sokup çıkartmışsın gibi. Bir de yelelerine bakınca gördüğüm şeye şaşıp kaldım. Yelesindeki her bir kıl özenle, öyle bir örülmüştü ki, saç örer gibi, gözlerime inanamadım. Ertesi gün olanları bu bunağa anlattım. Bana,


“Al karısıdır o,” dedi; “kısrak atlara ve loğusa kadınlara düşmandır.”


“Al karısı mı?” diye sordum.


“Al karısı, bir cin,” dedi; “samanlık ve ahırlarda bulunan öcü gibi bir şey..”


Ne yalan söyleyeyim, korktum.


Bu, “Korkmana gerek yok,” dedi. “Al karısı erkeklerden korkar, senden kaçar, görünmez gözüne.”


“Benden korkar diye beygirle sabahlayamam ki!”


“Gerek yok öyle şeye. Karanlığa gelir o, ışığı yanık bırakırsan gelmez bir daha…”


O gün ahırın ışıklarını yanık bıraktım. Lakin, sabah kalktığımda ahıra girer girmez açık bıraktığım ışığın kapatılmış olduğunu gördüm. Bir baktım, benim beygirin saçları yine özenle örülmüş…”


Bu yine akıl vermeye başladı. “Beygirin yanında bir Kuran bulundurursan uzaklaşır. Bir de kırmızı örtüden uzak durur.”


O Gece de hem ışıkları yanık bıraktım, hem de beygirin semerine Kuran koyup başını kırmızı örtüyle örttüm.”


“Sabah kalkar kalkmaz ahıra gittiniz ve tabii ki…”


“Evet, ahıra gittiğimde ışıklar yine kapatılmıştı ve beygirin başına örttüğüm kırmızı örtü bir güzel dürülmüş, Kuran da onun içine konmuş, öylece kapı girişine bırakılmıştı.”


“Allah Allah! Sonra?”


“Sonrasını bir demli çay içip anlatsam? Dilim damağım pek kurudu da…”


“Hay hay! Size de orta kahve söyleyeyim mi Kamil bey?”


“Söyleyin tabii, benim başım kel değil ya…”


Kibar Bedroş telefonu açıp çay kahve söylerken Sami Emekli, sataşmak için fırsatı kaçırmadı. “Kel değilmiş…Kendini benim gibi sırma saçlı sanıyor, zahir; dazlak kafalı şey!”


Kamil Oğuz hemen tepki gösterdi. “Dazlak kafalı babandır. Ben kafamı usturaya vurduruyorum da ondan böyle!”


Kibar Bedroş baktı, yine dalaşmaya başladılar, hemen şekerliği uzattı. “Tatlı yiyelim tatlı konuşalım.”


Tutulan şekerlikten birer şeker ve lokum alıp ceplerine soktular. Çay, kahve geldi. İçtiler.


“Nerde kalmıştık?”


Kibar Bedroş, “İkinci sabah da beygirin saçları…” diyerek hatırlatmak istediğinde Sami Emekli onu susturup hemen söze başladı.


“Ha, evet… Yine bu bunak geldi, anlattım  olanları.”


Bana, “en iyisi yakalayalım onu,” dedi.


“Nasıl yakalayacağız?” dedim.


“Atın üstüne acı sakız koyacaksın. Üstüne oturunca yapışacak, kaçamayacak oradan,” dedi. “Hemen yanına gidip yakasına bir iğne batır. Bir daha da sakın çıkartma o iğneyi. İğne yakasında saplı kaldıkça senin kulun kölen olur…”


Bu bunağın dediğini yine yaptım, atın sırtına yapıştırdım acı sakızı. Verdiği akıllardan ilk defa biri böylece gerçekleşmiş oldu. Üçüncü günün sabahı ahıra vardığımda bir baktım, yapışmış sakıza, kaçamamış. Koşturdum yanına, yakasına iğne batırdım.”


Kibar Bedroş heyecanlanmıştı. “Vay canına! Gördün onu ha! Nasıl bir şeydi?”


“Uzun boylu, Parmaklarının eklem yerleri olmadığı gibi, parmakları uzun  ve sivri sivriydi! Saçları dağınık, vücudu yağlı, el ve ayakları küçük, dişlek bir karıydı. Yıllardır bekar hayatı sürmekten bıkıp usanmıştım. Kör de olsa, topal da olsa kadın kadındır. Olsun dedim, hiç yoktan iyidir. Tuttum elinden, eve götürdüm. Oturttum karşıma, sohbet ettim. Kimin nesisisin, anlat bakiim, dedim.”


Anlatmaya başladı. “Benim adım Lilith. Ben, Adem’in ilk karısı idim. Onunla aynı anda yaratıldığım için, ona tabi olmayı reddettim. Bu yüzden lanetlendim… Düşünebiliyor musunuz? Adem aleyselamla yaşıt bir kadınla birlikte yaşayacaktım bundan sonra…”


“E?”


“E’si, yaşadık… Ondan sonraki günlerde her işimde çalıştırmaya başladım onu. Öyle hamarattı ki, evi baştan aşağı pırıl pırıl yapıyordu. Pişirdiği yemeklerin lezzetini başka hiçbir yerde bulamazdınız. Pişirdiği ekmek hiç bitmiyordu, çok bereketliydi!”


“Vay canına! Sonra?”


“Sonra, aşık oldum ben buna… Yine mahmur gözlüm uykudan kalkmış, Dedim buluşalım, dedi ki yok yok.. Taramış kakülü gerdana salmış. Dedim bölüşelim, dedi ki yok yok… Dedim selvi nedir, dedi boyumdur. Dedim bu güzellik, dedi soyumdur. Dedim bu cilveler, dedi huyumdur. Dedim gülüşelim, dedi ki yok yok…Dedim ağ libaslar dedi eğnimde. Dedim altın gerdan dedi boynumda. Dedim ağ memeler, dedi koynumda. Dedim bölüşelim, dedi ki yok yok… Dedim Erzurum nen, dedi yolumdur. Dedim Diyarbekir, dedi ilimdir. Dedim Sami Emekli, dedi kulumdur. Dedim dolaşalım, dedi ki yok yok…Sonra, dedim cemalin ne güzel, dedi ki ay, dedim seni seviyorum, dedi ki vay… dedim bende gözün var mı, dedi ki yok yok… Dedim senin koynun nedir, dedi cennet, dedim beni sever misin, dedi elbet, dedim senin yarin kimdir, dedi Sami hocadır elbet, dedim başka yarin var mı, dedi ki yok yok…


“Sonra, sonra?”


“Sonra sonra işi pişirdik biz bununla. O arada beygiri de pişirdik, birt güzel yedik.”


“Vay canına! Tiksinmedin mi yerken?”


“Yok… Lilithciğimin elleri pek marifetliydi, pişirdiği fareleri bile yemeye doyamazdım.”


“E? Bu kadar mutluyken nasıl oldu da huzur evine düştün ki?”


“Ah müdürcüğüm, ah… İşte orası çok acıklı hikaye. Bu Lilith denen karı onca güzelliği, meğer malımı mülkümü üstüne yapayım diye yapıyormuş. Önce evin tapusunu üstüne yaptırdı. Sonra arabayı, cami yaptırma deneğin paralarını, derken kıçımaki dona kadar her bir şeyimi aldı elimden. Baktı alacağı bir şeyim kalmadı, vurdu kıçıma tekmeyi, yolladı buraya…”


“Vah, vah, vah! Yazık olmuş vallaha… Durun bir şeker tutayım da ağzınızın kaçan tadı terine gelsin…”


İki bunak tutulan şekerle lokumu da alıp ceplerine soktuktan sonra müsaade isteyip ayrıldılar oradan.


Kapı önünde birbirinin koluna girip odalarının yolunu tuttular.


 “Gördün mü bak Kamilciğim, adam bizi odasında oturtup bir saat gevezelik etti de, ne bir çay kahve, ne de bir şeker, lokum ikram etti...”


“Hırsız bunlar Samiciğim, hırsız. Devletin ‘misafir ağırlama giderleri’ kaleminden yolladığı bütçeyi iç edip, çoluk çocuklarını Amerikalarda filan okutuyor bunlar…”


( Sami Hocanın Al Karısı… başlıklı yazı AliKemal tarafından 12.08.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.