Hayat değil miydi beraber yol aldığımız vakti saati dolan bir yol arkadaşı, bu yol üzerinde bekleyen, sevinçler hüzünler gözyaşı acılar… Yol üstünde bekleyen, hangisine elini uzatırsan seninle vakti dolana kadar gelen, seni saran seninle olan bir yol arkadaşı… İnsan bir taş misali bu hayatın içinde yuvarlanarak yol alan, yol pusludur yürüdükçe önünü gören insanoğlu. Yürüdükçe yaşadıkça kapılar bir bir aralanır bazen belirsizlik endişesi içinde kaybolan ve bir anda her şey bir güneş gibi görünen hissedilen bu hayat yolunda var olan. Hayatı neşesi hüzünleri acısı bir gölge gibi peşinde gelen, kalıcı ve sarsıcı etkisiyle etkileyen var olduğunu hissettiren yol arkadaşları ile yol alan insan… Bir çiçek gibi açan vakti geldiğinde solan hüzünleri acılar ve sevinçleri, tekrardan açan ve solan hayatı ile yol alan insanoğlu. Çoğu zaman sözlerin hislerin hazır olmadan sözleri ile hisleri ile giriş yaparak seni saran sarsan bir hayatın yolunda yuvarlanarak giden insanoğlu. Yanaklarına bir buse ile mutluluk konduran, bazen bir tokat ile uykusunda sersemliğinden yanlışından döndüren hayatın merkezinde yürüyen yuvarlanan insan gibiydi Murat ve Gülseren. Murat her zaman içinde Gülseren gibi bir arkadaşa ve daha sonrasında bir hayat arkadaşına sahip olmak için dualar etmiş ve duası kabul olmuştu. Dualarda bizim yoldaşımız arkadaşımız, Yüce Rahmana halimizi arz ettiğimiz sözlerin gönül dileklerinin tamamı samimiyeti, acizliğimizin yüce Rahmana ifadesi değil midir?
Yine günlerden bir öğle vakti, gönüllerin
bir birine açılma vakti, Murat ile Gülseren her zamanki pınarlarının başında
yan yana otururken, murat gönlünü Gülseren’e açmanın artık vakti geldiğini
düşünürken, Gülseren de bunu hissedercesine heyecanlı telaşlı azgın bir nehir
gibi Murat’ın gönlüne akarak kavuşmanın bir göl deniz olmanın telaşında
heyecanla bekliyordu. Kelimeleri tane tane seçmek için uğraşsa da kelimeler bir
birine dolanıyordu. Tam kelimeleri düzelterek söyleyeceği sözü anda kelimeler
boğazında düğümleniyordu. Elini Gülseren’in eline doğru usulca yaklaştırdı
avcuna aldı, sımsıcaktı, gönlü bir kuş gibi uçuyordu. Alnında sıcacık terler
dökünürken, Gülseren avcu ile Murat’ın elini sımsıcak sıkarak, söylemedikleri
sözleri anlatan bu el ele tutuşma ile anladığını söylüyordu. Bazen sözler
kelimeler konuşmaz gönül konuşur bakışlar eller konuşurdu. Bir yanardağ misali
kaynayan yüreğine mutluluk yağmurları yağmış serinletmiş huzur vermişti
Gülseren’in ellerini sımsıkı tutarak sıkması… Fokur fokur kaynayan yanardağ
artık patlamış, sımsıcak sıcaklığı ile gönüllerini sarmıştı.
Bundan
sonra güneş sevgi aşk ikisinin de gönlünü birlikte ısıtacak, aynı anda
üzerlerine doğacaktı, boşlukları yalnızlıklarını birbirleri aşk ve sevgileri
ile dolduracaktı. Her şeyi iyi yanından görmek, iliklerine kadar kimsesizliği
saracak insanlarla sardıran Yüce Allah’ın yardımı ile kurulacak dünya evi
yaşama kavgasında korkuları sildirerek ona destek olacak olanı gönderen yüce
Allah’a şükürler etti Murat.
Gülseren
gülümseyerek.
-Ben
bu yaşıma kadar anne ve babamı her gün seyrederim ve anlayamam, bazen mutsuz
olsalar da beraber mutsuz oluyorlar, bu mutsuzluklarını kendileri bir birlerini
severek sımsıkı sarılarak yok ettiklerine şahit oluyorum, umarım bizde…
Murat
derinden bir oh çekti.
-Bu
kadar anlayışlı olman benim için bir hediye yüce Allah’tan, sözlerimi
söyleyemeden beni anlayan seninle bir ömür boyu mutlu olmayı, hüzün acıda
yaşamayı istiyorum. Vaktiyle korktuklarımdan acılarımdan senin yanıma gönderen
yüce Allah'ın yardımıyla seninle aştım, sana verecek pembe panjurlu bir evim,
yeni eşyalarım olmasa da bu gönlümü veriyorum, sana söz veriyorum çok
çalışacağım ve her istediğini…
Gülseren
parmağı ile dudağına temas ettirerek sus demek istedi.
Murat
-Umarım
bu gönül güzelliğinle seni seçmiş olmam, sana pişmanlıklarını getirmez ve seni
üzmez. Ben sana aşığım, yüreğimi bir kuş misali uçurtan sana aşığım…
Gülseren
-Bunları
düşünme, gönlümdeki seni dinle sadece. Eleştirilerini kaygılarını kelimeleri
bırak bir kenara, gönlümdeki seni dinle…
İnsanın
bazen yapması gerekeni yapması gönül kapılarını sevdiğine açmasından daha güzel
bir şey yoktu bu dünya hayatının içinde. Anlaşılmak tabi ki hayatın en güzel
yanı olsa gerek. Dünya dışarıda değil, gönlün içindedir bunu iyi bilmek gerek,
içeride bir şey yoksa dışarıda da bir şey yoktur, gönülde kayıtsız kalmak, yaşadığın
dış hayatta da kayıtsız kalmaya da neden olacaktır haliyle. Gönülden
önemsemeyenler, dış dünyalarında ne kadar önemseler de pek bir önem arz
etmeyecektir. Sıradan bir hayatı yalnız yaşarken, seni sıradanlıktan kurtaran
gönlünde bahar rüzgârları estiren bir sevdiğin varsa, ona sevdiğini söylemek ve
anlaşılmak bence dünyada cenneti kazanmaya benzer. Gönül zenginliğimizi farkına
varmak sevmektir aşktır, onu birbirimizi severek harcayabiliriz, yoksa gönül
içinde mutsuzluğun karanlığına hapis etmek ise yok olup gitmesine neden olur. Aslında
dünya arzularımız hırslarımız en önemlisi de benliğimiz bizi aşka muhtaç
olmadığımız hissini verir ise sakın ona inanmayın, yoksa ihtiyacımız olmayan o
kadar ıvır zıvır gereksiz işler peşinde koşturur ki aşka sevmeye gülmeye mutlu
anları düşünmek için size bir an nefes bile aldırtmaz. Gerekli olan peşinde değil, gereksiz olanlar
peşinde koşmak nedense insana çok cazip gelir ve en sonunda bunu fark eder lakin
fakat bunu fark etmekte fayda vermez sağlamaz. Aman ha dikkat!
Mehmet
Aluç