Sonbaharımdayım. Ömrünce bekledim,bekliyorum.
Ya çıkıp gelmezsen bir
köşeden ?
İçimdeki kırmızı bir korku…
…
Dünyanın en güzel
sesleri senin dudaklarından dökülüyor sanki.
Yada küçük not
defterime sokuşturduğum gizli kelimeleri bulup bulup onları okuyorsun sanki
kulağıma.
Sen geleli beri
Eylüller terk etti bu diyârları.
Nisan nisan açıyorsun
bende.
Ben mavi hülyalarımın
içinden bakıyorum sana.
…
Yine Ağustostu.İnadına
sıcaktı.Caddeler,sokaklar,evler inadına yanıyordu.Kuşlar inadına susuyordu.Bu
sıcaklığın seninle bir alâkası olmalıydı.İçimi kavuran hasrette inadına sana
benziyordu.
…
Yoktun…yıllardır
yoktun.Bilmediğim,görmediğim sana söylenmek üzere yıllarca o kadar çok cümle
biriktirmiştim ki içimde.Gelişinle artık
tren katarları gelip geçiyor içerimden.Yusufçuk kuşları en güzel nâğmelerini o
bildik iki kelimeyle “guguk…gugukkk” ‘a sığdırıyorlar.Karabataklar çığlık
çığlığa dalıp dalıp çıkıyorlar içerimin denizlerine.Ve sesin ,ilk duyduğumda
sesin hüdhüd (çavuş kuşu) kuşuydu tıpkı Süleyman’a Belkıs’tan haberler
getiren.Ve zaman geçtikçe ben Süleyman olmuştum sende melikeler melikesi
Belkıs,benim için…Artık kanatlarımdın benim.Masal ülkeme doğru yol almak için
Kaf dağına,dağımıza gidiyorduk seninle yedi kutsal vâdiyi aşıp, efsanedeki gibi
“ben”leri “biz” yapmak,biz olmak,biz’de yanıp,arınıp,her şeyi geride bırakıp
yeniden birbirimize doğmak için…
…
Artık süvarisini
bulmuş renkler at sürüyor kalbimin atardamarında.
Ah o kuşlar…kuşlar…
....gece yalnızlıklarım.....Süleyman Altunbaş...