“Biz insana, ana babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır.” Lokman süresi, 14. ncü Ayet.
TRT Çocuk -ki içlerinde en
masumu-, Cartoon Network, Disney Channel, Kidz TV, Planet Çocuk, Minika Çocuk,
Minika Go gibi kanallar, malumunuz günün
büyük bir bölümünde sürekli çizgi film vermekteler ve bu yayın diliminin
fazlalığının çocuklarımıza olan psikolojik ve sosyolojik etkileri üzerinde ne
tür etkileri olduğunu, ilk öğretimde rehber öğretmenlik yapan bir dosttan
yaptığımız sohbet esnasında kaygıyla dinledim. Bunları yazıya dökmek ve
paylaşmak gerekliliğini üzerime vazife bildim.
Sonuçta, ister baba, ister dede olalım bu seviyede çocukları olamayan ev
de yok.
Paylaşımı yaptığım dostun aynı
zamanda 3 çocuk sahibi bir baba olarak, zaman zaman evinde çocuklarının bu
kanalları izlemesinde bir beis görmediğini konuşmasından anladım. Hoş evinde
sadece TRT Çocuk kanalı izlenebiliyormuş ve diğerlerini de silmiş ama bu ne
zamana kadar devam edebilecek diyor. Toplumun diğer fertleri, veliler, belki
bizim kadar hassas yaklaşamıyorlar bu duruma, aynı zamanda çocuk kanallarının
"bakıcılık" görevi de eklenirse, bu durum karşımıza problem olarak
çıkabiliyor diyerek konuşmasını tamamlıyor...
Rehber öğretmeni dost, her sene
1. sınıfa kaydolan öğrencileri gözlemlediğini, gerektiğinde rapor tutarak bunu
belgeliyormuş. Her sene yeni gelen öğrencilere göz tarama testi yaptıklarında,
mesela bu sene 1. sınıf öğrencilerinin görme sorunu yaşadığını düşündüğü öğrenci
sayısı oranı %48’lerdeymiş.
Elbette bu fiziksel sorunların
oranı...
Asıl dikkat çekmek istediği,
çocukların psikolojik ve sosyolojik profilleri... Her sene yeni kaydolan
öğrenciler arasında, sosyal kurallara uyma, arkadaşlık ilişkilerinde ve
toplumsal duyarlılık gösterebilme noktalarında zorluklar yaşayan öğrencilerin
oranı hızla artmaktaymış...
Bu durumun nedenleri
araştırıldığında, bilimsel makaleler ve uzman görüşlerine başvurulduğunda akla
ilk gelenlerin;
-Apartman hayatı,
-Kalorili yiyecekler,
-Gdo'lu yiyecekler,
-Sezaryenle doğum oranlarındaki
artış,
-Hormonlu gıdalar,
-Türk aile yapısındaki
değişimler,
-Çocuklarımızın izlediği yayınlar
Öncelikli olarak sorun
oluşturmaktaymış...
Çocukların reklam filmleri ve
çizgi yayınlarının bombardımanına uğradıklarını söylüyor resmen!
Bu bağlamda, bir baba, bir
vatandaş, bir öğretmen olarak isteği, çocuk kanallarının pedagoglar,
Psikologlar, Psikolojik Danışmanlar ve alanında uzman kişilerden oluşan bir
grubun denetlenmesi yönünde. Malum kanallardaki çizgi filmlerin bazılarındaki
diyaloglar o kadar hızlıymış ki, bizler hayatta o kadar hızlı konuşmuyoruz, bu
hızlı konuşmaları (günün büyük bir bölümünde) izleyen çocuklarımız gerçek
hayatta da hızlanmaya, davranışlarını kontrol etmekte zorlanmaya, sosyal
hayatta güçlükler yaşamaya başlayabiliyorlar diyerek konuşmasına devam ediyor.
Okullar da, çocukların topluma adapte olma noktalarının temelini bu kriterlerin
oluşturduğunu ve bu öğrencilerle karşılaştıklarında, velilerle iletişime
geçerek uzmana yönlendirdiklerini, Sonra ilaç tedavileri ile normalleşme
sürecinin başlatıldığından bahsediyor...
Sonuç olarak çocuklarımızın yarın
toplumumuzun birer yetişkini olacağı ve bu bağlamda toplumun şu anda yaşayan
yetişkin her bireyine bu konunun çözümü hususunda ağır bir sorumluluk
düştüğünü... Konuyla ilgili hangi kurum ve kişiler var ise bu kanalların
detaylı denetlenip, yayın saatlerinin sınırlanması gerektiğini vurgulamıştır…
Bu olayı yaşayan ilkokul öğretmeni
bir arkadaşımla konuyu paylaştığımda,
“Bana göre, anne ve babalar
sokağın güvensiz oluşundan dolayı, çocuklarını daha tehlikeli ama görünmez olan
ekranların başına mahkûm etmektedirler. Ekranlardaki tehlike birdenbire ortaya
çıkmadığı için, ebeveynler tehlikeyi fark ettiklerinde iş işten geçmiş
bulunmaktadır. Bu çocuklar, derslerinde başarılı olsalar bile, arkadaşlarına
karşı acımasız, öfkelerini kontrol edemeyen ve bunun gibi birçok davranış
bozuklukları sergilemektedir. Bunu fark eden eğitimciler, velileri danışmana
yönlendikleri zaman veliler, bu durumu kabul etmekte zorlanıyorlar ve büyük
oranda eğitimciyi suçluyorlar. Danışmana gidenler ise, ilaç tedavisi önerildiği
zaman, veliler zararlı diye çocuklarına kullandırmıyorlar ve olay çözümsüz kalıyor.
Olayın çözümünün, okul çağına kadar anne
ve baba kontrolünde, çocuktan kurtulmak için çare olan ekran yerine, doğal
oyunlar ve meşgaleler çerçevesinde, sevgiyle ilgilenilmesindedir. Çocuğun temel sorunu ilgisizliktir. Okul
çağına gelmiş çocukların bu büyüyen sorununu, devletin ilgili kurum ve kişileri
ile çözüm aramak, çözümsüzlük üretmektedir. Sevgisiz kalmış çocuğa ancak aile
sevgi verebilir. “ Dedi.
İşin aslı, sorun çok büyük… Bu
sorun, kişilerin eş seçiminde, eşler arasında ki yetişme biçimlerinde,
evlendiklerinde, çocuk sahibi olduklarında nasıl bir yol izleyecekleri
eğitimsizliktedir. Günümüzde, sadece maddi değerlerle bir araya gelip, evlilik
müessesi tesis eden çiftlerin, çok çalışmaları ve çocuklarına zaman
ayırmamaları, ayırsalar bile nasıl bir yol izleyecekleri konusunda
plansızlıkları ve anı kurtarmaya çalışarak çocuğun büyümesini sağlamaları ile
ilgilidir. Çocuk doğmadan önce, çocuğun fiziksel sağlığı kadar ki, hamilelikte
yapılan sportif hareketler gibi, çocuğun doğduktan sonraki ruhsal sağlığını
nasıl korunacağının anlatılması ve iyi bir eğitim alması gereklidir. Umarım bu konuda gerekli eğitimler çocuk
doğmadan önce alınır. Belki de anaokulu gibi, hamile hanımların ve eşlerin
gittiği okullar zorunlu hale gelir.
En vahimi, Lokman süresi 14. üncü
ayette geçen ana babaya şükret emrine itaat etmeyen, yukarıda bahsedilen
problemlerden dolayı sorumluluk almayan ve bananecilik içinde ilişkilerini
şekillendiren bir nesil ortaya çıktı maalesef. Allah sonumuzu hayreyleye
inşallah…
Saffet Kuramaz