titreyen mum ışığında,
yırtıldıkça sayfalar,
korkardı kalem üşüyen
parmaklardan.
hüzün dolu duygularda
tükenirken umutlar,
gerçeklerden uzaktı kurulan
renkli düşler.
ayrılığın sancısı yaralı bir
kalbin dehlizlerinde naralar atarken,
sonbahar aşkı kış günlerine
gebe.
uzun kış gecelerinin
yalnızlığına mahkum bir yürek,
prematüre bir aşkın doğumuna
eşlik ediyordu,
gözyaşları içinde.
görünür nemli pencereden ay
ışığı silüetleri.
ürperti veren yaprakları
dökülmüş ağaç dalları,
duruyor tam karşıda ölü
bekleyen mezarlık bekçisi gibi.
şekilsiz gölgeler sessizlik
içinde kıvrak danslarını sunarken,
gelgitler yaşanıyordu izleyenin
ruhunda.
arıyor kalemi isteksizce
üşüyen bir el,
mum ışından medet umarak.
yazacak ne kaldıysa…
yüzlerce yırtık sayfada
sadece bir kelime,
bir isim,
unutulmayan sevgiliydi
prematüre aşkta.
heyhat!
karşıdaki yapraksız kalmış
dallar gibi sessiz kalan ey kadın!
üşüyor bir yürek selamsız bıraktığın
kış ayazlarında.
ve hala…
ve umutla…
ılık bir esinti bekliyor
dudaklarından.
lakin,
yorgun gözlerde derin bir
isyan:
yeter,
yeter be adam!
prematüre bir aşkla nereye
kadar?
arar durur parçalanmış
resmini,
ki o resim,
nefrete dönüşen prematüre aşktan
kalan bir izdi.
ey kadın!
izlerin o kadar derindeki
resim bir bahane…
şahit olmuştu yastık uzun
kış gecelerinde,
prematüre aşk için ağlayan
bir yüreğe.
düşlere dalmalı sabahlara dek.
öncesinde bir şeyler
yazılmalı ki,
düşler huzur bulmalıydı.
kusmalıydı nefretini
harflerin ilmini kullanarak.
kötü sözlerle dolu kelimeler
mızrak gibi yüzüne çevrilmişken,
yırtıp atılan bu kaçıncı
sayfa?
tüm uğraşlar beyhude…
ruhunu saran nefret
bulutları sadece,
ama sadece,
akıtıyordu gözyaşlarını
prematüre aşka.
ey aşk!
olsan da prematüre,
içmişti gönül bir kez aşkın şarabını merhametsiz bir kalpten,
ayılamaz ki.
Mehmet Macit
15.11.2016
Dikili/ İzmir