Çıtır
Çiçek Pasajında bir
meyhaneye girdi, cam önünde bir masaya oturdu. Kendisiyle ilgilenecek bir
garson beklemeye başladı. Masalar arasında dolanan iki garson kızın gelip
sipariş almak için bir aceleleri yok gibiydi. Kızlardan biri sıska ama iri
memeli, diğeri ise tam tersine tombulca ama memesi var mı, yok mu belli
değildi. İkisi de ilgilendikleri masalarda yılışarak askıntı olan erkeklere
asık suratlarıyla karşılık veriyordu.
“Kendilerini bir bok
sanıyor olmalılar.”
Sıska geldi, “patron kaç yaşında olduğunu
soruyor,” dedi.
Çıkarttı, nüfus kağıdını
gösterdi kıza. “On dokuzumdayım.”
Kız nüfus kağıdını eline
alıp baktı. “Kusura bakma, biraz küçük gösteriyorsun da, malum polisler sıkı
tutuyor,” diyerek kimliğini iade etti. Sonra ne içeceğini sordu.
Bir ufak şişe rakıyla bir
karışık meyve söyledi.
Kız gidip siparişi
getirdi, bluzunun yakasından iri memelerinin çatalını göstererek servisini
yaptı.
“Kadehime rakımı da
koyuver,” dedi kıza. Maksadı kızın iri memelerini bir kere daha görebilmekti.
Kız denileni yaptı.
Şişenin kapağını açtı, kadehin yarısına kadar rakı koyup üzerini suyla
tamamladı.
Kız eğildikçe doyasıya
seyretti bluzun içini.
“Kafam kadar varlar!
Onları sulak yerde mi büyüttün?” deyip sırıttı. Cebinden bir elli liralık
çıkarttı. “Eğil de bahşişini oraya sokuşturayım!” dedi.
Garson kız eğildi, parayı
bluzun içine bıraktı. Doldurulan rakıyı eline alıp, “kadehimi onların şerefine
kaldırıyorum,” dedi.
Kız asık suratını hiç değiştirmeden, “teşekkür
ederim!” diyerek gitti.
Bol bol vakti vardı.
İçkiyi bir saate yayarak bitirdi, birkaç dilimlenmiş portakal ve elmadan ibaret
meyve tabağından bir şey yememişti, getirildiği gibi duruyorlardı. Kalktı,
hesabı ödeyip çıktı.
Cadde boyunca beş dakika
kadar yürüdükten sonra Taksim meydanındaki metro girişine geldi, metroya binmek
için derin merdivenleri indi. Binmesiyle metronun hareket etmesi bir oldu.
Gördüğü ilk boş koltuğa oturdu. Yanındaki koltukta on üç, on dört yaşlarında
bir kız çocuğu vardı. Okuldan çıkıp evine dönen bir sübyendi, fakat dökündüğü
koku pahalı bir fahişeninki kadar keskindi. Aklından, “annesinin parfümünü
aşırmış, muhtemelen dökünmesi gereken miktarı bilemediğinden şişeyi üstüne
boşaltmış,” diye düşündü. Tahmini doğru değildi. Kızın annesi parfümün nemenem
bir şey olduğunu bile bilmeyen gariban bir kadındı. Evet, pahalı bir parfümdü
dökündüğü, ama annesinden değil, bir parfümeri dükkanından aşırmıştı. Bunu bir
biz biliyoruz, çünkü öykünün perspektifinden bakıp neyin ne olduğunu
görebiliyoruz. Sakin bir yolculuktu. Yeraltında devrialem. Yanındaki kız
karanlığa girip çıktıkça bir yanıp bir sönen ışıklara bakıyordu. O da kıza.
Memeleri bile belli olmuyordu ama süründüğü o kokuyla onu bir fahişe kadar
tahrik ediyordu. Küçük maymun. Ona bir sarılabilmek için metronun aniden arızalanıp
karanlık tünelin içinde kalakalmasını diledi. Kızın korkuyla bir çığlık
atacağına emindi. Arıza giderilinceye kadar kızı teselli etmek bahanesiyle bir
güzel okşayıp öpebilirdi. Belki de tecavüz bile ederdi. Şip şak; karanlıkta
kimse fark etmezdi bile… Dileği tutmadı, metro duraklarda dura kalka yolculuğa
devam etti. Bir ara sarsıntıdan istifade kızın üstüne doğru kaykıldı, burnunu
saçlarına kadar sokup parfüm kokusunu daha yakından soludu. Kız hiç umursamadı.
Sanki hoşlandı bu temastan. Şişli’de inmesi gerekirken yola devam etti, kızı
bırakamadı. Birlikte 4. Levent’e vardılar. Kız kalktı, o da kalktı. Normal
davranıyordu. Kapıdan çıkarlarken yol verdiği kız gülümseyerek teşekkür etti.
Yürüyen merdivenlerin üstünde caddeye çıktılar. Kızın oturduğu yeri öğrenmek
istiyordu. Kız önde o birkaç metre arkasında, bir süre yürüdüler. Kız onun
peşinden gelmesi nedeniyle tedirgin olduğunu belli ederek adımlarını
hızlandırdı. Çevre kalabalık sayılırdı ve karanlık henüz tam olarak çökmüş
değildi. Akşam üstünün ala karanlığı. Kız caddeden ayrılıp yüksek binalar
arasında dar bir sokağa döndüğünde o da daldı sokağa. Kız onun peşinden
geldiğine iyice emin olmuştu artık. Aniden durdu. Karşısına dikildi.
“Niye peşimden geliyorsun
ya?” diye çıkıştı. “Bir bağırırsam herkes koşup gelir, o zaman görürsün
gününü!”
Telaşlandı. “Seni
korkutmak değildi niyetim, özür dilerim! Metroda yan yana düştüğümüz ilk andan
itibaren çok etkilendim senden. Sadece arkadaş olmak istiyorum. Başka bir
niyetim yok...”
Kızın cümleleri de,
mimikleri de çocuksuydu. “Niye arkadaş olmak istiyorsun ki benlen? Ben öyle bir
kız değilim bir kerem…”
“Elbette değilsindir.
Benim niyetim ciddi…”
“Metroda bir görmekle
hemen ciddi niyet mi olurmuş? İstemiyorum ben, arkadaşlık filan, rahat bırak
beni! Hem ben daha on üç yaşındayım.”
“Ben de on sekiz
yaşındayım, ne olmuş... Bir fark yok aramızda. Tanışalım, arada sırada
görüşelim, sen de benden hoşlanırsın belki…”
“Olmaz!”
“Olmaz diye kesip atma
işte! Yüzyüze görüşmek istemiyorsan telefonla konuşalım. Cep telefonumun numarasını
vereyim de çaldır beni…”
Kız, bu defa, “olabilir,”
dedi. Asıl niyeti onu başından defedip kurtulmaktı. “Yaz da ver madem.”
Kızın çantasındaki
kitapları gösterdi. “Ver şu kitabı, oraya yazayım.”
Kız çantasındaki bir
kitabı çıkartıp uzattı.
Aldı kitabı, ilk
sayfasındaki kenar boşluğuna numarasını yazıp iade etti. “Ara ama bak…”
“Bilmem… Ararım belki!
Hadi şimdi dön git sen madem. Burası bizim sokağımız, görüp yanlış anlayan olur
belki…”
“Tamam. Ha, bu arada benim
adım Arif. Senin ki?”
“Telefon edersem, orada
söylerim benimkini.”
“Tamam, sabırsızlıkla
aramanı beklerim ben de… Hoşça kal!”
“Güle güle!”
Bu ilk ilişkileri oldu.
Arif, gidiyor gibi yapıp
bir duvar dibine sinerek onun hangi apartmana girdiğini gördü.
Kız sokağın ortalarında
iki blok halindeki bir binanın dış kapısını açıp, merdivenlerden bodrum katına
indi, kapıcı dairesine girdi.
Babası, “geldin mi
prensesim?” diye karşıladı onu.
“Geldim,” dedi.
“Okul nasıl geçti?” diye
sordu babası.
“İyi,” dedi.
Annesi, “hadi soyun da
sofrayı hazırlamama yardım et!” diye seslendi mutfaktan.
Üstünü başını değiştirmek
için, iki kardeşiyle paylaştıkları odasına geçti.
Arif bir taksiyle Şişli’ye
döndü. Abide-i Hürriyet Caddesinde bir apartman dairesinde, onu süslü püslü bir
kokana kucaklayıp öperek karşıladı.
“Hoş geldin yakışıklım!”
“Hoş bulduk! Sana yakında
iyi bir çıtır düşüreceğim,” dedi kadına.
*
(
Çıtır başlıklı yazı
AliKemal tarafından
13.12.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.