On sekizinci yüzyıl başlarına kadar Rusya soylu sınıfa mensup iktidar sahiplerinin kendi şatafatlı yaşamları için kullandıkları bir sömürgeden ibaretti. Özellikle Osmanlılarla ardarda yapılan savaşlar yenilgiyle sonuçlanıyor, uçsuz bucaksız toprakların her yanında sefalet, cehalet kol geziyordu.

Bu sefil ülkenin kötü kaderine soylu çarlık hanedanına gelin olarak gelen bir Alman prenses son verecekti. Onun adı, Sophie’ydi. Sophie Fredericke Auguste von Anhalt-Zerbst…2 Mayıs 1729’da Anhalt-Zerbst bölgesinin prensi Alman Christian August, Prince of Anhalt-Zerbst ile karısı Joanna Elisabeth of Holstein-Gottorp’un kızları olarak Prusya’nın Szczecin (Stettin) kentinde (şimdiki Polonya sınırları içinde) dünyaya gelmişti.

Sophie, aslında Çarlık hanedanına yakın biri sayılırdı.

Rusya’da iktidarı elinde bulunduran Çariçe I. Elizaveta’nın kız kardeşi Anna’nın kocası Holstein-Gottorp dükü Alman Karl Friedrich’in yeğeniydi. (Kız kardeşinin kızı)

Çariçe I. Elizaveta, aynı zamanda kız kardeşi Anna’nın oğlu olan Peter’i veliaht olarak ilan etmişti.

Çariçe I. Elizaveta, on altı yaşındaki veliahti Peter’i evlendirmek için bir kız arayışı içine girdiğinde en uygun eşin kız kardeşi Anna’nın kocası Karl Friedrich’in de yeğeni on beş yaşındaki Sophia olacağına hükmetti.

Sophie, dayısının oğluyla 1744 yılında evlendirildi ve Rus Çarlığının gelini oldu. Onun Rusya’nın kaderini değiştireceği yol böyle açılmıştı.

Sophie, çok akıllı ve çok hırslı bir kızdı. Kendi yolunu kendisi belirleyebilecek kadar… Rusçayı Rusya’ya geldikten sonra kısa bir sürede öğrenmeyi başardı. Eski adını bırakarak bir Rus adı olan Katerina Aleksievna adını aldı. Babasıyla arasının açılmasını göze alarak Ortodoks dinine geçti.

1.Elizaveta’nın zorlamasıyla gerçekleşen bu evlilik Sophie’ye mutluluk getirmedi. Veliaht Peter, mensubu olduğu hanedanın genel yapısına uygun olarak şatafata aşırı düşkün, kibirli, bir anı bir anına uymayan dengesiz biriydi; çevresindekileri sürekli aşağılıyor ve pek çok düşman ediniyordu. Düşüp kalktığı kadınların haddi hesabı yoktu. Sophie’nin ondan nefret etmesi çok gecikmedi.

Sophie, zayıf karakterli kocasına karşı hiçbir zaman tepki göstermedi; tam aksine onun çevresindeki düşmanlarının çoğalması için çalıştı.

“Yıkmaktan korktuğumun altını oyarım”

Bunun için güçlü erkeklerle birlikte olmaktan ve sevgililerini büyük malikânelerle ödüllendirmekten çekinmedi. Özellikle de gözde subaylarından Gregory Orlov ve Gregory Potemkin’i daima elinin altında tuttu. Özellikle olağanüstü yeteneklerle donanmış bir asker olan Potemkin, Katerina’nın adeta sağ kolu idi ve kalbini kaptırdığı kadının güçlü kalması için tüm hünerlerini sergiliyordu.

Veliaht Peter ile olan evliliklerini bu şekilde on sekiz yıl sürdürdü. Bu süreçte 1754’te, ileride imparator olacak olan I. Pavel, 1757’de Anna Petrovna ve 11 Nisan 1762’de Alexei Grigorievich Bobrinsky dünyaya geldi.

Nihayet, 5 Ocak 1762’de Çariçe I. Elizaveta öldüğü gün Peter, III. Petro adını alarak tahta oturmuştu. Sıra artık III. Petro’yu devre dışı bırakarak iktidarı tek başına ele almasına gelmişti.

Bu umduğundan da kısa sürdü. III. Petro’nun çarlığı sadece beş buçuk ay sürdü.

Sophie, subay sevgilisinin bağlantıları ile görevleri III.Petro’nun can güvenliğini sağlamak olan muhafız alayını ona karşı ayaklandırmayı başardı. 28 Haziran 1762 tarihinde bir saray darbesi sonucu III. Petro’yu tahttan indirtti ve kendisini Rusya çariçesi olarak ilan ettirdi. III. Petro ise 17 Temmuz 1762, Ropsha’da öldürüldü. Artık Rusya’nın tek hakimi oydu.

Dizginleri ele aldığında cahil, dağınık, bilgiden ziyade efsanelerin at koşturduğu ve Avrupa’ya kıyasla oldukça geri bir ülkenin üzerine oturmuş olduğunun bilincindeydi. Otuz iki yaşındaki Sophie, Çariçe II. Katerina ünvanıyla tac giymeye giderken kafasında tek düşünce vardı: Bu büyük ülkeyi geri kalmışlıktan kurtarmak ve modern bir ülke haline getirmek. Kremlin Sarayı’mn kalbindeki katedrallerden birinde, Novgorod Başpiskoposu’nun da katılımıyla tacını giydikten hemen sonra St. Petersburg’a geri döndü. Yapılacak iş çok, aciliyet had safhadaydı.

Avrupa’daki birçok kişi onun iktidarının çok sürmeyeceğini düşünüyordu. Öyle ya, bir Alman ebeveynden doğmuş Rus kanı taşımayan bir çariçe olur muydu? Oysa böyle düşünenlerin anlayamadıkları ise onun ne kadar zeki ve hırslı olduğuydu. Zeki, hırslı ve kendini Rusya’yı kurtarmaya adamış biri…

Çariçe II. Katerina, durumunu koruyabilmek için neleri yapması ve neleri yapmaması gerektiğini çok iyi biliyordu. Rusya’da ilk reform hareketlerini başlatmış olan Büyük Pedro’nun (kendisinden önceki çariçe I. Elizaveta’nın babası ve kocası III.Petro’nun büyük babası) hizmetinde bulunmuş yöneticileri etrafına topladı. Onlardan en etkili olan Nikita Panin’i baş danışmanlığına ve Dışişleri’ne getirdi. Sevgilisi ve sağ kolu Potemkin’e önemli devlet işlerini emanet etmekten geri kalmadı. St. Petersburg’da kendisine sadık çekirdek bir kadro oluşturdu. Ülkenin korkuyla yönetilen bir imparatorluk değil, temel yasalara sahip bir monarşi olmasını istiyordu.

İktidarını ayakta tutabilmek için Rus asillerinin ve özellikle belli başlı soylu ailelerin desteğini almaya özen gösterdi. Bunun için onlara bazı tavizler de verdi. Örneğin, III. Peter’in asillere askerlik zorunluluğunu kaldıran düzenlemesini onayladığı gibi, onlara birçok ayrıcalık tanıdı, unvan verdi, toprak ve bu toprakların işlenmesi için devlete ait köleleri toprak ağalarına ve asillere vererek, köleliği daha da kurumsallaştırdı. Toprak ağalarının köleler üzerindeki etkisini yaygın hale getirdi ve köleliği yeni ele geçirilen topraklarda da uygulamaya soktu. Kararlıydı, Rusya’nın zenginliğini arttıracaktı. Madem Rusya bir tarım toplumuydu, o halde toprağa eğilmeliydi.

Rusya’da ilk Meclisi o kurdu. Yeni oluşturduğu meclisi Yazlık Saray’da topladı. Kendisine verilen bilgilerden ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durumun ne kadar berbat olduğunu hayretle öğrendi. Yüz milyon nüfuslu ülkesinin bütçe açığı 17 milyon rubleye ulaşmıştı ve kimse hâzinede ne var ne yok tam olarak bilmiyordu. Durum karanlıktı...

“Desenize ülke ekonomisinin hali içler acısı!”

Bu bilgilerden en kötüsü ise Rus ordusunun büyük bir bölümünün yurt dışında olduğu ve askerlere aylardır maaşlarının ödenmemiş olduğuydu.

“Desenize ordunun hali içler acısı!”

Senatörlerin bu içler acısı memleket hallerine gerekçeleri aynıydı: Yolsuzluklar, adil olmayan kötü yönetim…

Çariçe II. Katerina, onlara, "Rusya’da kaç şehir var?" diye sordu. Bunu bilmiyordu ve öğrenmek istiyordu.

Ne yazık ki, bunu Rusya’da doğmuş büyümüş olan Senato’dakiler de bilmiyordu.

“Desenize yönettikleri ülkeyi bile tanımayan siz senatodakilerin de hali içler acısı!” Senato memurlarına emretti: “Bir harita getirin de bakalım!”

“Elimizde şu an bir harita mevcut değil efendim…”

“Of! Desenize bürokrasimizin ve bürokratlarımızın da hali içler acısı!” Cebinden çıkardığı 5 rubleyi, görevlilerden birine verdi. “Lütfen, gidip sınırlarımızı ve şehirlerimizi gösteren bir harita satın alıp getirin! Bu arada, harita gelinceye kadar, hepinizden beni dikkatle dinlemenizi rica ediyorum! Öncelikle şunu bilmenizi istiyorum: Benim yönetimimde Çar Büyük Pedro’nun ülkemiz için başlattığı, ama neticelendirmek için ömrünün yetmediği Batılılaşma hamlelerini sürdürerek ülkemizi en az Avrupalı ülkeler kadar güçlendireceğiz! Bunun için siz senato üyeleriyle birlikte mücadele etmeliyiz. Bana yapacağım reformlarda destek olacak mısınız?”

“Evet!” sesleri bir uğultu halinde yükseldi…

Çariçe II. Katerina, o günden itibaren her gününü aktif olarak ülkenin yönetimi ile uğraşarak geçirdi. Rusya’da hızlı bir reform süreci başlattı. Araya sanata olan ilgisini ve tabii ki aşklarını da sıkıştırarak… Sanat, aşk ve reformlar!

Ülkesini tepeden tırnağa değiştirmeyi kafasına koyan bu kadının sahnede olduğu tek alan devlet işleri değildi. Sanat gibi bir tutkusu daha vardı. Tahta çıktığında imparatorluk hâzinesindeki sanat eserlerinin sayısı sadece birkaç düzineydi. Dünyanın tüm şaheserlerinin kendi ülkesinde olmasını isteyen Katerina, kısa zamanda bu sayıyı 3 bin 926’ya çıkartacaktı! 1764 yılında Avrupa’dan satın aldığı 250 tabloyu sergilemek üzere St. Petersburg’da Hermitage Müzesi’ni inşa ettirdi. (Bu müze sonraki çarların da katkılarıyla dünyanın en eski ve en büyük müzelerinden biri haline geldi.)

Yakın çevresinde daima ‘aydınlanmacılara’ yer verdi. Fransız aydınlanma edebiyatı ile yakından ilgiliydi. Politikalarını da bu akımın etkisinde belirliyordu. Zamanın Fransız filozofları Voltaire, Diderot ve D’Alembert gibi isimlerle sık sık yazışmalar yapıyor, çalışmalarına mali destek veriyor, hatta Diderot örneğinde olduğu gibi, sarayını bu isimlerin oyunlarına açıyordu. Voltaire onun için, “Kuzeyin Semiramis’i” diyordu. Diderot’un kütüphanesini ve ölümünün ardından da Voltaire’in kitaplarını ülkesine getirtti, imparatorluk kütüphanesindeki kitap sayısını birkaç yüzden 38 bine kadar çıkarmayı başardı! Edebiyat, sanat ve mimaride ülkesini şaha kaldırdı. Fransız sanatçı Etienne Falconet’e, Büyük Petro’nun büyük bir kayanın üstündeki bir ata oturmuş şekilde, görkemli bir heykelini yaptırmıştı. (Bu heykeli bugün St. Petersburg’da görmek mümkün; üzerindeki "Büyük Petro, Büyük Katerina” yazılı plakasıyla.) "Yaptıklarımı gelecek kuşaklara bırakmak isterim."

Halkı ona “Büyük Katerina” adını taktı, çünkü Rusya, Katerina’sına çok şey borçluydu. Modern Rusya’nın mimarıydı o…

Katerina ismi Türkiye’de daha çok hayali ’Baltacı-Katerina’ hikayesiyle anılır. Denilir ki, “Rus Çariçesi Katerina Osmanlı Sadrazamı Baltacı Mehmet Paşa ile yakınlaşarak, karşılığında Kırım’ı kopardı.” Bu cahilce bir palavradan ibaret bir hikayedir. Baltacı Mehmet Paşa’yla Prut Savaşı sırasında antlaşma yapan Çariçe I. Katerina’dır ve o anlaşmayla Kırım filan verilmiş değildir. İki olay arasında 45 yıl vardır.

Tahta çıkmasının üzerinden 6 yıl geçmişti ki III. Mustafa yönetimindeki Osmanlı’yla savaşan (1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı) Katerina, I. Abdiilhamit ile Küçük Kaynarca Antlaşması’nı imzaladı, Kırım bu antlaşma ile bağımsız oldu. Bununla birlikte, tüm Rus liderlerin yüreğindeki ’sıcak denizler’ hevesi Katerina’nın da içini ısıtmış olacaktı ki Çariçe 1783’te Kırım’ı ele geçirdi. Bu durumu kabullenmeyen Osmanlılar, I. Abdiilhamit liderliğinde tekrar Ruslarla savaşa (1787- 1792 Osmanlı-Rus Savaşı) girdi. Lâkin bu savaştan yüzünün akı ile çıkan Çariçe oldu. Kırım’ı Rus topraklarına kattı. Osmanlılar III. Selim döneminde Katerina’yla imzaladıkları Yaş Antlaşması’yla Kırım’ı Ruslara bırakmak zorunda kaldılar.

Otuz dört yıllık iktidarının ardından, 17 Kasım 1796, sabah 10 civarında banyodan çıkarken beyin kanaması geçirdi ve felç oldu, kısa bir süre sonra da hayatını kaybetti. (Mezarı:Tsarskoye Selo, Pushkin, Saint Petersburg, Rusya)

O, bir Alman olarak doğmuş ama bir Rus olarak ölmüştü.

( Sophie: Rusya’nın Alman Çariçesi başlıklı yazı AliKemal tarafından 15.12.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.