Yıl 1988..Henüz başlamıştım öğretmenlik mesleğime…İçimde göreve başlamanın heyecanını yaşarken, yaklaşan kış mevsiminin soğukluğu da yavaş yavaş kendini göstermeye başlamıştı. 
İstanbul’ da tayin yazımı aldığımda, Kars’ı tanıyan eş, dost ve arkadaşlarımın bana “Ayvayı yedin !” demeleri kafamda var olan endişeleri iyice arttırmıştı. Çünkü terör olaylarının en yoğun yaşandığı dönemlerdi o yıllar. İşte bu endişelerle geldiğim Kars’ın Digor ilçesine bağlı Bayırbağı Köyü de, yurdumuzun en doğu ucunda yer alan köylerden biriydi. Hemen doğusunda Ermenistan’ ın bir köyü bulunuyordu. Yani manzaramız bile yabancıydı, hem de çok yabancı… 
Köyümüz tipik bir Anadolu köyüydü. Ama köyde içme suyunun olmaması, sağlık ocağı ve cami gibi “olmazsa olmaz”larının eksikliği de cabasıydı. Benim açımdan da işler pek iç açıcı değildi hani…Çünkü o yıla kadar göreve başlayan öğretmenlerden en uzun süre kalanı sadece altı ay kalmıştı. Köye geldiğimde “hocam ne kadar kalacaksınız köyümüzde?” sorusunun sorulması da bu iddiayı güçlendiriyordu. 
Aralık ayıydı. Yavaş yavaş kar yüzünü göstermeye başlamıştı. Küçücük lojmanımda sobamı yakmış, akşam yemeğimi hazırlama telaşına düşmüştüm. Bu sıra da lojmanın kapısının vurulduğunu duydum. Kapıyı açtığımda kıvırcık saçları, iri siyah gözleri ve parlayan dişleri ile her zaman gülümseyen öğrencim duruyordu. Bu öğrenci benimle yakınlaşmaya çalışan ilk öğrencim; İlhan’dı. Elinde getirdiği bir tas yoğurtla belli ki bu yakınlaşmayı geliştirmek istiyordu. İlhan, hem benimle konuşuyor, hem de içeride açık olan televizyonun sesini dinliyordu. Aslında gelmişken hayatında hiç görmediği televizyonu da izlemek istiyordu besbelli…”Hadi gel içeri televizyon izle, sana göre çizgi film var” dediğimde içeri koşuşunu görmeliydiniz. Kolay değil, on yaşındaydı ve televizyonu ilk kez görüyordu. 
İlhan, iri gözlerini televizyonda oynayan çizgi filme odakladığından, dünya ile olan ilişiği kesilmişti adeta… Küçük masama hazırladığım akşam yemeğimi yemeye başlamıştım. Hemen İlhan’ın getirdiği ve masanın bir köşesinde duran yoğurttan bir kaşık aldım. Tam ağzıma götürürken kaşığıma aldığım yoğurdun içinde bir tane zeytin olduğunu fark ettim. Ama ne de olsa zeytindi, ne zararı olur ki diyerek ağzıma attım. Ama o da ne? Defalarca çiğnediğim, en ufak parçalarına kadar ezdiğim zeytinde çekirdek yoktu. Yoğurtla birlikte yuttuğum bu zeytin benim yediğim ilk “çekirdeksiz zeytin”di. Fakat bir gariplik vardı..Yuttuktan sonra hissettiğim koku ve tat, ne yediğimi bana kısa sürede hatırlatmaya yetmişti bile…Yediğim şeyin çekirdeksiz zeytin değil, koyun dışkısı olduğunu anlamak çok zor olmamıştı. Buraya gelirken “ayvayı yemeği” göze almıştım ama, çekirdeksiz zeytin yemeyi aklıma bile getirmemiştim. Ne de olsa misafirdim ve “umduğumu değil,bulduğumu yemiştim”. 
(Tuncay DEMİRHAN) 
( Umduğunu Değil Bulduğunu Yemek başlıklı yazı T.DEMİRHAN tarafından 17.12.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.