5-) DUA

            Bu anlattıklarımız açısından duanın bir acziyetin değil, manevi âlem hakkında bilinçli olmanın, bütünlüğü bilmenin ve hissetmenin eseri olduğunu söyleyebiliriz. Bu haliyle sonuca etki eden bir faktör olmasından dolayı, hadiste “ Dua müminin silahıdır   denmiştir. Başka hadislerde ise “Secdede yapılan her dua müstecaptır ( icabet olunmuş)” ve “Kulun, Rabbına en yakın olduğu an, secde anıdır.” deniyor. Burada secde halini, varlığın, yokluğunu idraki ve gerçek varlığa yönelişi olarak bilmek gerekiyor. Zira, tasavvuf düşüncesinde, secde edende, varlığının gerçek varlık yanında yok hükmünde olduğunu idrak etmesi ve bu düşünceyle vücudunu simgesel olarak toplayıp küçültmesi sözkonusudur. Bu boyutta dua eden, duaya icabet edenle özdeşleşir. Ve dilenen şey gerçekleşir. ** “Yıldız ve ağaç secdededir.” (55/6) denerek de, her şeyin, aslında Allah’a boyun eğmiş halde yani secdede olduğu vurgulanır. Ancak şuurlu bir varlık olan insan, bu boyun eğişinin şuurunda olmadıkça, aslında secdede olduğunu kavrayamaz. Bunu kavraması ise, kulluğunu idraki olup, gerçeği ve huzuru bulmasıdır. Kunevi secde hali için şunları söyler: Kulu Allah, yokluktan varlığa çıkarmakla, kul Hak’tan uzaklaşmış oldu. Secde halinde kul, gerçek varlığını, halini, yani yokluğunu idrak ederek Hakka yaklaşmalıdır.” Kur’an’da,**“Şüphesiz Rabbim, duayı işitendir.” (14/39) denerek Allah’ın hiçbir duadan gafil (haşa) olmayacağı belirtilir.

           "Dua"nın kelime mânâsı, “çağırmak sevk etmek ve adlandırmak” anlamlarına gelir. Yani Allah’ın halifesi olan insanın deyim yerindeyse, özsel boyutundan Allah’ı yardıma çağırmasıdır. Dua, terim olarak aşağıdakinin yukarıdakinden yani kendinden üstte olandan bir şey istemesidir. Öyleyse duanın, Allah'a imanın ve kulluğun özü olduğunu görürüz. Nitekim Peygamber Efendimiz de, duanın ibadetin özü olduğunu ifade etmiştir. Çünkü dua, kendini ve Mevla’sını bilen kulun yaratıcısı ile deruni özü ile, içsel bir gönül bağı kurmasıdır.

            Allah’ın sünnetullahı, sebep sonuç ilişkisi içinde cereyan eder. ** “O'na her şeyden bir sebep verdik .” (18/84) İnsanın, başvurduğu sebeplerin sonucunu elde etme olasılığı çok yüksektir. Dolayısıyla, mesela kişinin bir sanat öğrenmesi, onu icra etmesi, esnafın iş yerini açması, çiftçinin tarlasını ekmesi, vb. davranışlar da bir duadır. Bu nevî dua, inanan- inanmayan her insan, hatta hayvan için dahi geçerlidir ki fiili dua adını alır. Bu tür dua, dünyevî  sonuç elde etme bakımından daha etkilidir. Ayrıca dua, fıtrî boyut yani yaradıştan gelen özellikler boyutu itibariyle de ele alınabilir. Bir çekirdeğin, ya da bir çocuğun sahip olduğu istidat veya herhangi bir varlığın içinde bulunduğu zorunlu ihtiyaç da Allah' a doğru O'nun rahmetini harekete geçiren bir dua durumundadır. Kur'an' da, duanın sadece insana özgü bir davranış olmadığı, aksine melekler dahil evrendeki her bir şeyin Allah' a şu veya bu şekilde dua ettiği ifade edilmektedir. Bu çeşit dua, hal duası olarak isimlendirilebilir. Kur'an-ı Kerim, dua konusunda, duası olmayacak olsa insanın herhangi bir değerinden bahsedilemeyeceğini söyleyecek kadar ileri gider.

            Burada duanın ne olduğundan önce, ne olmadığını irdelemenin yerinde olduğunu düşünüyoruz. Dua her şeyden önce, Allah'ı bilgilendirme ve haberdar etme değildir. İkinci olarak bir konuda Allah'ı ikna etme, O'na etki edip kararını değiştirme çabası da değildir. Zira Allah için, bu gibi yaradılmışlara özgü hususlar söz konusu olamaz. Son olarak dua, Allah'ın kendisinin koyduğu kuralları iptal etmesini, bizim için olmazı oldurmasını istemek de değildir. Çünkü O, mecbur olmasa da, uyguladığı kuralları çiğnemez, keyfî hareket etmez.

            Şuurun, madde ile kayıt altına girmeyen bağımsız, düşünsel bir yaşamı vardır. Hep dediğimiz gibi, Tasavvufta ve Modern Bilimle evren, beyin ve şuur hakkında ortaya konan bulgular göstermiştir ki, varlıkta hükmü yürümekte olan, parçalardan oluşmamış, sınırsız tek bir bilinç sözkonusudur. Herşey onun varlığından meydana gelmiştir. Gerçekte evrende, seyreden bilincin, kendi hakikatinin görüntüsünden başka hiç bir şey yoktur. İnsan zihni  yani iç dünyası, dışarda diye algılanan fiziksel dünya ile birebir ilişki içerisindedir. Ancak algıdaki körlük sebebiyle insan, karşılaştığı birçok oluşumun gerçeğini düşünüp değerlendirebilme düzeyinden çok uzak bir bilinç haliyle, olayların neden ve nasıl olduğunu bir türlü çözemeden, "başa gelen çekilir" tarzı  sınırlamalarla hayatını köreltir. İlmin gerektirdiği bakışla yaşayabilenler için ise insanın "karşılaştıkları," sistemli ve şuurlu bir şekilde gelişen, insan bilinci ile fizik dünya arasındaki karşılıklı etkileşimin sonuçlarıdır.

            Beş duyu ile bloke olmuş beyinlerin gözünde "dua", tanrı diye kabul edilen ötedeki bir varlıktan istekte bulunmaktır. Duyular ötesi gerçekleri değerlendirebilme özelliği ile var olmuş beyin sahipleri için ise "dua", ötedeki bir varlıktan istekte bulunmak değildir. İnsanın iç dünyası ile dışında görünen dünya arasındaki ayrımın esasta geçerli olmadığının anlaşılması; herşeyin birbiriyle ilintili olduğunun, bunun da özünde herşeyin evrensel tek bir bilinç ve güçten meydana geldiğinin gözlenmesi ve bu değerlendirmenin sonuçlarının yaşanması faaliyetidir. Rûyaların gerçekleşmesi veya bilinmeyen yerlerin, kişilerin önceden rûyada görülmesi türünden birçok olay da aynı şekilde insan bilinci ile evren arasındaki görünen ayrımın esasta geçerli olmadığına işaret eden müşahadelerdir.

            Kişi kendi özüne yönelerek dua ettiğinde, o andaki tüm yönelimi ve istemi tamamen kendi özünde, kendi iç dünyasında gerçekleşir. Ettiği duanın sonuçlarının dışında diye bilinen bu fizik dünyada ortaya çıkması, kişinin iç dünyası ile dışındaki dünya arasındaki bağın ve birliğin açık bir göstergesidir. Kimi vardır gözüyle görmediğine inanmaz ve inanmadığı için göremez. Kimide görmediği halde inanır, ve neticede görmeyip inandığını görür. Diler ve dileğinin gerçekleşmesini seyreder. Basiret sahibi için bir dileğin gerçekleşmesi, kişinin bilinciyle, gerçekleşen oluşum arasındaki dinamik birliğin ve bütünlüğün seyri, fizik boyutun oluşumları ile bilinç boyutunun değerleri arasındaki kaçınılmaz ilişkinin müşahadesidir. İncil’de, Eğer istediğiniz şeyler için içtenlikle dua eder ve isteklerinizin gerçekleşeceğine inanırsanız dilekleriniz yerine gelecektir.” (Markos 11:24) denir. Bu sanki elde etmişim gibi davranırım ve elde ederim meselesidir.

            Dua, olamayan birşeyin yoktan var edilmesi anlamına gelmez. Var olan ile bilinç arasındaki ilişkinin keşfedilmesi ve seyridir. Dua, sistemin işleyişine müdahale etmek veya onu değiştirmek anlamına da gelmez. Aksine dua, sistemin işleyişinin gereğini yerine getirmektir. Dua; kişinin kendini ve evreni, fizik boyutun ötesinde bilinç boyutunun değerleriyle tanımaya başlamasıdır. İnsandan zahire gelen, özünde mevcut özelliklerin keşfedilmesi ve değerlendirimesidir.

            Yaşanan çoğu olaylar hakikatte insanın kendi iç dünyasının halinin karşılığından, yani kendi elleriyle kazandığından başkası değildir. Nitekim, Kur'an-ı Kerim aşağıdaki ayette bunu vurgular: **"İnsan hayrına olan duası gibi, şerrine de dua eder." (17:11)  Emerson da benzer şekilde, Dualarınıza dikkat edin, gerçekleşebilirler der. Jack Ensign Addington’da İnsan gün boyunca düşündüğü şeylerin toplamıdır. Bütün zamanınızı başınıza gelmesini istemediğiniz şeyleri düşünerek geçiriyorsanız, ters yöne koşan bir futbolcudan farkınız yok demektir. Başarılarımızı havada kapıp benimserken, başarısızlıklarımızı nasıl da dramatize ederiz. Bu yanlış gol çizgisine koşmaktır ve her zaman bizim hatamızdır. Geliştirdiğimiz her olumsuz düşünce, yanlış yöne atılmış bir adımdır. derken, hayra odaklanmanın öneminden bahsetmektedir. İster gizlensin, ister açıklansın, bir şeyin bilinçte yer alması o şeyin Sistem indinde bilinmesidir.  Bilinçte oluşan herşeyin yapısına göre Sistemde karşılığı ortaya çıkar. Bilinçten her çıkan, tıpkı suya atılan bir taşın yaydığı dalgalar gibi zincirleme etkiler oluşturmaya devam eder. Her sahneyi, o sahneye göre oluşan yeni sahneler takip eder ve böylece bugünün temelleri üzerine yarının dünyası inşa olur. Hakikati olan Özündeki Birliğe kulluk eden Birliğin huzuruna, kişisel maddi çıkarları uğruna ayrılığa hizmet eden doğal olarak kendi kendine takılıp kalmış olarak ayrı- gayrılığın karşılığına erişir. Nasıl ki toplumsal huzursuzluğun gerisinde o toplumu oluşturan bireylerin hata ve eksikliklerinin yeraldığı, bireysel çıkarların çatışmasının yattığı ve ıslah edilmesi gerekenin toplumu oluşturan fertler olduğu anlaşılabiliyorsa, bireysel düzeyde karşılaşılan olayların gerisinde de dış dünyadan evvel iç dünyanın etkin olduğu farkedilebilmelidir. Şuur, madde ile kayıt altına girdiğinde, kişi er veya geç terk edeceği göresel değerleri sahiplenmek uğruna, başkalarıyla kavga ederek, onlara hükmederek, aldatarak aslında nefsine zulümden başka bir şey kazanmaz. Akıl, kendi içimizden yaptığımız bir “dua” ile dış dünyamızdaki oluşumlar arasındaki bağlantıyı çözer ve kendindeki “dua” denen manevi gücün etkisini, önemini, değerini farkeder.

( Mana Aleminin Gücü -- 19 - başlıklı yazı KENAN KOÇ tarafından 1/3/2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.