1 Ya Hu Ve Adem - 33--

10.2-) Kul Huve Allahu Ahad

 

                                  

                            Kul (De ki, Söyle) : bu söz, peygambere ve hitap olunan herkesedir. Maksat, söyleneceklerin bilhassa ilahi beyan olduğu ve bunların aynen söylenmesi ve böylece tebliğ edilmesi gerektiğini tembih etmektir. Bu hitapta ;’ sadece akıl, mantık ve ilim ölçülerine uyarak bulduğun, doğruladığın bir gerçek olarak değil, Allah’ın bildirdiği hak kelamı olduğunu, şeksiz, şüphesiz, kalbinle onaylayıp dilinle söyleyerek, kendi kendine söylediğin gibi, başkalarına da söyle anlamı vardır.’. Herkez de böyle söylesin.

 “Birbirlerine hakkı tavsiye ederler” (Asr 103/3).

 

                            Huve (O) : Öncelikle arap gramerinde müpteda ve haber kavramını açıklayalım. Müpteda ; başlangıç, başta olan anlamına olup, isim cümlelerini meydana getiren iki unsurdan başta olan isme işaret eder. Haber ise sonradan gelen anlamına olup, isim cümlesindeki müptedadan sonraki isimleri kapsar. Mesela Allahuekber isim cümlesinde Allah müpteda, ekber de haberdir. Nüzul sebebine göre, hakkında sorulmuş olan Allah’a, ayetin soruya cevap olarak geldiği düşünüldüğünde, işaret etmek gerekir. Ancak ardından gelen haberde de yine Allah isminin bulunması, (Kul huve Allah) bu zamirin varlığını dikkat

 

 

 

çekici hale getirir. Yani neden sadece O ya da sadece Allah denmiyor da O Allah deniyor? Bu durum için yapılabilecek bazı yorumlar şunlardır:

 

                                  Huve ya da Hu, evvel ve ahir olan ve her şey üzerinde hazır ve nazır olan Vacibül vücud Allah’ın zatına işaret eder. Yani Hu, zaat boyutu itibariyle Allah’ın aldığı isimdir. O boyutta başka bir varlık düşünülemeyeceğinden isimi alan ve veren ikiliği ortadan kalkar. Ve Zat’a O demekten başka bir şey düşünülemez. İbni Sina, Allah’ın Zat mertebesinde O’nu ancak “O” demekten başka bir şekilde idrak ve ifade edemeyeceğimize işaret ederek bu sureyi yorumlar. Bu mertebede kendisini ancak kendisi bilir. Zatını akılların alması mümkün değildirt. Bu nedenle bu mertebede ancak O denir. O, Vacibül vücud olan Allah’ın zatı ve hüviyeti demektir.

 

                                Fahreddin Razi’ye göre: Burada Huve, Allah ve Ehad olmak üzere üç lafız vardır. Her biri Allah’ın bir makamına işarettir.

 

1.makam : mukarrebin (yakin, yaklaşmış, Allah’a yakın olduğu için şerefli olan, melek) makamıdır., Allah’a gidenlerin makamlarının en yükseğidir. Bunlar, varlıkların varlıklarında Allah’tan başka varlık görmemişlerdir. Varlığı zaruri olan ancak Allah’tır. O’ndan başkası mümkünattır (Olması ya da olmaması mümkün olabilen, varlığı ya da yokluğu düşünülebilen tüm mevcudat ve unsurları). Mevcudat, mümkünattan ibarettir. Mümkünatın varoluş açısından tek tek mahiyetine bakıldığında, yok hükmünde olduğu görülür. Vahdet-i vücud diyerek, mümkünattan ibaret olan kainatı Vacibül vücud gibi görme, Panteizmdir. Küfürdür! Mümkünat, varolmak için sebepe muhtaçtır. Varlığı kendi özünden gelmeyen şeyler (evrendeki her şey böyledir), kendi başlarına kalınca ya da incelenince, yok demektir. Çünkü onların varlığı kendilerinden değil, geçmişlerinden gelir ve tüm varlığın geçmişide, Allah’a dayanır. Allah’ın ise geçmişi ya da geleceği yoktur. O zamanın hükmünde değildir. “Dikkat edin, Allah tarafından yaratılmış olan her şey yok olmaya mahkumdur, batıldır”

 

                               Mümkünat yok hükmünde olduğundan, Hu makamındakiler, akıl gözleriyle Allah’tan başka var olan göremezler. Yakinler nazarında Huve, sadece Allah’ı işaret eder. Yakin için zaten hakikatte iki ayrı mevcut olmaz. Yani ikilik olmadığından, Hz. İsa’nın dediği gibi ikiyi bir ettiklerinden, O demek onlar için tam ve yeterli bir bilgidir. Çünkü yakin bilgisine göre, O zamirinin Allah’tan başka işaret edebileceği ikinci bir mevcut yoktur. Ayrıca incelediğimiz ayette, zaten Huve Allah dediğinden, Allah’a işaret aşikardır. Ama yakin bilgisine göre bu ayette Huve zamiri, Allah ismine değil, kendisi bizatihi isim olarak doğrudan doğruya Allah’ın zatına işaret etmektedir. Bu durumda Hüve’yi Esma-ül hüsna’dan kabul etmek daha uygun olmaktadır.

 

                             “Tanrınız tek bir Tanrı’dır. O’ndan başka Tanrı yoktur. O’nun merhameti çoktur, rahmeti sonsuzdur.” (Bakara 163)

 

ayetinde, O rahman, rahimdir (la ilahe illa hüverrahmanirrahym) diyerek Hüve’ye rahman ve rahim sıfatı veriliyor. Oysa zamir sıfatla nitelendirilmez. Ancak isim nitelendirilir diyerek, Hüve zamir değil  Allah’ın ismidir diyenler vardır. Öyleyse, ister zamir ister isim olsun, Allah’ın zatına işaret ettiğinden Hüve’nin haberi, Allah’tır. Ehad’da haberden sonra ikinci haberdir.

 

Buna göre mana “O Allah’tır, birdir” olur.  Yani önce yaratıkları yaratmadan önceki makam, Hüve vurgulanıyor. Sonra Hüve’nin âlemleri yaratırken Allah makamında olduğu, bilahare âlemlerle birlikte bir bütün olarak Ahad makamında olduğu vurgulanmaktadır. Hüve ile mutlak, değişmez bir varlık işaret ediliyor. Mümkünatı varlık olarak görmeyen, yalnızca kendi zatından başka bir sebebe muhtaç olmayan Hüve’dir. Kendi varoluşu bizzat kendiliğinden gerekli olan Hüve’dir. Bir an yokluğunu düşünmek, bizim gözümüzde varolan ve gözlemleyebildiğimiz alemlerden bir alem olan kainatın varlığından dolayı, imkansız olan Hüve’dir. Vacib-ül vücut Allah’ın zatını tanıyanlar için Hüve demekle belirli bir tanımlama yapılmış olur. Allah: 1. makam mukarreblerin (yakinlerin) makamıdır demiştik. Ki yakinler için mutlak varlık Hüve’dir.

 

2. makam : Ashab-ı Yemin’in makamıdı.  Bunlar için mutlak varlık Allah’tır. (Yemin: sağ el, sağ taraf, sağ) Görüldüğü gibi ikinci makamdakiler bir yön ile işaret edilir. Yön, mekanın gereğidir. Yani kainatta yön olmazsa olmaz. Zamanda, her şey de mekanın bir bakıma yönün içindedir. Yön ile sağın vurgulanması, Allah’a inancı simgeler. Yani bu makamdakiler için artık ikilik vardır (yani kainat yok hükmünde de olsa vardır). Ama bu ikiliği yaradana inanç da vardır. Bunlar Allah’ı mevcut, halkı da mevcudat tanırlar. Bu nedenle bunların gözünde ister istemez kesret denen çokluk, özetle ikilik meydana gelir. O ikilik ki, biri varlığı vacip ve yok olma imkanı bulunmayan Allah’ın zatı (Hakk), öbürü de yok iken var, var iken yok olabilen yaratılmış varlıkların çokluğudur (Halk). Bunların O sözünden Hakk’ın zatını anlamaları için “Hüve” lafzına Allah isminin de eklenmesi gerekir. Sürekli değişen geçici varlıklar için O demek uygun olmaz ama, bu kesret arasında yalnızca O sözü tek başına Cenab-ı Hakk’ı ifadeye de yetmez. Yani Hakk’ı halktan ayıracak bir belirleyici gerekir. Öyle ki bu makamdakiler, birçok farklı gruplar olarak düşünülebilir. Örneğin çokluğu o derece yaşarlar ki Allah’ı yaratılanlardan tamamen ayrı olarak, yaratılanların tamamen haricinde kabul edebilirler.

 

3. makam: Ahad ,  Ashab-ı Şimal’in makamıdır ki hepsinden aşağısıdır. (Şimal: sol el, sol taraf, doğuya yönelenin solunda kalan yön yani kuzey) Bunlar Vacibül vücudun, ilahın birden fazla olmasını uygun görebilirler ki bunları reddetmek için Ahad (bir) denmiştir. Dikkat edilirse bu makam da yön bildirir ve zaman ve mekana bağlılığı gösterir. Bu makamdakiler için kainat bizatihi mevcut olarak var hükmündedir. Kainatı gözlemleyerek maddeyi oluşturan unsurlarda, maddenin özünde bir güç olduğunu gören kişi, 2. makamdakiler gibi kainattan ayrı olabilecek bir yaratıcı gücü düşünmeyip, varlığı yarattıklarıyla bütünleşmiş bu güce inanırlar. 2. makamda olduğu gibi bu makamında çeşitli yansımaları vardır. Panteizm, Materyalizm, hatta bir yönüyle Vahdeti vücut düşüncesi ve Ateizm de bu makamdandır. Bu makamdan 2. makama geçenlerin algıladıkları Allah kavramı, artık sadece hep ikinci makamda olanların algıladıkları Allah kavramından farklıdır. O Allah, yarattıklarından ayrı değil, yarattıklarıyla beraberdir. Buradan da 1. makama yönelmek kolaylaşır. Şöyle ki, ikinci makamdakiler varlığın varolabilmiş olması, varlığın varlığı hakkında uzun uzadıya düşünme ihtiyacı hissetmez, Allah yarattı der, geçerler. Ama 3. makamdakiler düşündükleri için 2. makama dahil edebileceğimiz bazı düşünce gruplarının gökteki Allah’ını reddedip ateist olabilirler. Ancak onlara gerçek, Ahad ile açıklandığında düşünceleri gerçeğe erer ve 2. makamdakilerden daha kolay 1. makama varabilirler.

 

                                Hüve, nüve (çekirdek) gibidir. Her şeyin özündeki O’dur. Maddenin derinine indikçe dalgalar evreni, onun da alt bileşenlerine indikçe hiçlik (Hüve) ile

 

karşılaşmamız doğaldır. Hüve, alemler yaratılmadan önceki haldir. Her zaman olan haldir aslında.  O yüzden şu anda gözlemlediğimiz alemin aslı olan maddenin derinine indikçe Hüve ile yani gerçek olan şeyle yani hiçlikle karşılaşırız. Aslında yok olan hiçlik değil, bizatihi maddenin kendisidir. Her zaman olmuş olan sadece Hüve’dir ve o hal, bize göre, biz maddeyle ve ikilikle kayıtlı olduğumuzdan hiçliktir.

 

                                Tüm bunlarla birlikte belirtilmelidir ki, Hüve’nin yorumunda meşhur olanı, Hüve’nin zamir-i şan olmasıdır. Zamir-i şan, cümle başına gelerek, işin önemi hakkında, “önemli olan şudur ki:” şeklinde kullanılır. Bu durumda Hüve şan, Allah müpteda (başlangıç), Ahad haberdir. Yani O Allah ki Ahaddır, O Allah Ahaddır, O Ahaddır, Allah Ahaddır anlamlarıyla yorumlanır. Hüve’nin zamir-i şan olması durumunda vurgu, Hüve’yi batında ve zahirde bütün kemal sıfatlarıyla tecelli ettiren Allah ismine ve O Allah’ın zatını kesretten ayrı tutan O’nun birliğini ifade eden Ahad isminedir. Bu yorumla, Hüve ile yapılan vurgu ve Kulhuvallahuahad cümlesinin anlamı, Allah’ın birliği hükmünden ibarettir.Zaten esas maksatta bu hükümdür. Allah, sıfatlara hakkıyla ve eksiksiz olarak sahip olduğu, bütünüyle varlığı kendisine ait bulunduğu için, ilahlık O’nun hakkıdır. Gerçek ibadet edilecek varlık olan Allah birdir, ikincisi olamayacak olan tektir, biriciktir. Evvel ve ahir, ortaktan uzak,

 

“Hiçbir şekilde benzeri olmayan” (Şura 11) hep birdir, yegane birdir.

 

“Ehad, ezelde ve sonrasında hep bir olan ve beraberinde bir başkası bulunmayan fert, tektir.” (İbnul Esir, enNihaye fi Garibil hadis). Bu öyle bir isimdir ki, beraberinde zikronulabilecek herhangibir sayıyı red ve inkar için kullanılır. Mesela Arapçada “bana hiçbir kimse gelmedi” derken ehad kullanılır. Ehad, bir anlamında olan vahid yerine kullanılsa da, aslında aralarında önemli bir fark vardır. Vahdetin kendinden başkasını reddetmek demek olan esas manasında ehad sözü, en olgun ifadedir. Vahid kelimesi göreceli

ve karşılaştırmalı da olabilir.  Sayısal bir anlam ifade eder. Ehad ise, zatın ne bölünme, ne görecelik, ne de karşılaştırma şeklinde hiçbir sayıyı kabul etmeyen, hiçbir şekilde iki olması veya iki şeyin bulunma ihtimali olmayan gerçek birdir. Hep bir ve daima birdir. Yani vahid ile ehad eş anlamlı değildir. “Allah’tan başka hiçbirşey ehad ile tasvir edilemez” (Ezheri)

Mesela, recülün ehadun, dirhemin ehadun denilmez; reculün vahidin, dirhemin vahidin denir (adamın biri, bir dirhem gibi). Ehad fert, yani tek demektir. Ehad, Allah’ın yalnızca kendine ait olan sıfatlarındandır. Ehadlıkta hiçbir şey O’na ortak olamaz. Ehad, vahid kavramını da içerir ama, vahid ehadı içermez. “Bir kimseye hiçbir vahid karşı koyamaz” denildiğinde biri karşı koyamaz ancak iki veya daha fazlası karşı koyabilir anlamı çıksa da, “Bir kimseye hiçbir ahad karşı koyamaz” denildiğinde iki veya fazlası karşı koyabilir anlamı çıkmaz. Ona karşı koyabilecek hiç kimse yoktur anlamı çıkar. Vahid ispatta, ehad ise reddetmede kullanılır. İspatta “bir adam gördüm (vahid ile)” denir. Redde ise “hiç kimseyi görmedim (ehad ile)” denir ve geneli ifade eder.

“Sizden hiç kimse bana engel olamazdı” (Hakka 47) ayetinde de ehad kullanılmıştır.

 

                               Ehad sıfat halinde, sadece Allah’ın sıfatı olarak kullanılır. Ahad kelimesinin aslı vahaddır. “Ehada adet anlamı verilmez, örneğin sayı saymaya başlanırken ehad, isneyn,… denilmez” (Sa’leb) bir yüzyıl, bir bin yıl anlamında, mietün ehadün, elfun ehadün denmez. Hattabi, ehadiyet zatın tekliğini, vahadiyet sıfatta eşi olmadığını ifade eder demiştir. Çünkü zaat, hiçbir şekilde başka bir zatın varlığı ihtimalini ve düşüncesini barındırmayacak şekilde

 

ehad (bir) dir. Sıfatta ise kemal vasıflarıyla başka varlıklarda olamayacak sıfatlar açısından eşsiz, bir (vahid) dir. Başka düşünürler de, ehadiyet ne zatında ne sıfatlarında ortağı olmayan bir tektir demiştir. Bazıları da Allah hakkında, zaat ve sıfat birbirinden ayrı olmadığından, vahid ile ehad aynı hükümdedir deyip, ehad kelimesini vahid diye tefsir etmiştir. Ayrıca bölünme ve parçalanmayı kabul etmeyen vahid diye de tarif edilmiştir. “Ehad anlamına kullanılan vahid, bütün yönlerden birdir. Çünkü ehadiyet karşılaştırma çeşitlerinin hepsinden kurtulmuş olan özdür. Göreceli olan sayısız varlıkların, zatın ehadiyyetinde yok olmasıdır. Bu özelliğinden dolayı tenzih (Allah’ı noksanlıklardan uzak tutma anlamıyla) maksadıyla kullanıldığında, vahidden üstün tutulur. Çünkü vahidiyet sayısal çoğalmanın reddinden ibarettir. Aynılığın çokluğu vahidiyette de reddedilmiş olsa da onda göreceli bir çokluğun varlığı akla gelebilir.” (Ebul Beka)

 

( Ya Hu Ve Adem - 33-- başlıklı yazı KENAN KOÇ tarafından 25.01.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.