1 Ya Hu Ve Adem - 36 -

11.3-) Materyalizm, Diyalektik, Dualizm, Ampirizm ve İdealiz

                            

                            Materyalizm; bütün evrenin, her varlığın ve olgunun, en temelde maddi özellik gösteren öğelerden oluştuğu, bunlarla ilgili açıklamaların da bu öğelere ve aralarındaki ilişkilere indirgenebileceği yolundaki görüştür. Maddecilik özellikle, dualist ve tinselci (ruhçu) görüşler karşısında gelişmiştir. Bunların ilkinden daha çok tekçi özelliğiyle, ikincisinden ise idealizme karşı gerçekçi özelliğiyle ayrılır. Dualizm’ de her varlık ya da oluşun, çoğunlukla birbirine zıt iki temel unsurdan meydana geldiği kabul edilir. Yani tüm varoluşlar ve oluşlar, birbirine indirgenemeyen karşıt iki unsurla tanımlanır.

                                Ruh-madde, Yaratan-yaratılanlar, öteki dünya-bu dünya, iyillik-kötülük, dişil-erkek ya da aydınlık-karanlık olan bu ikilik, Çin düşüncesinde Yin-Yang ile, Hint düşüncesinde Tamus-Satya ile, İran düşüncesinde Ahura mazda- Angra mainyu ile karşımıza çıkar. Dualizmdeki apayrı ve birbirine indirgenemeyecek iki varlık görüşüne karşı maddecilik, varlığın en temelde tek bir biçimi olduğunu gösterir. Buna göre, düşünsel ya da zihinsel denen olgular ya maddi olguların karmaşık biçimleridir ya da varlıkların temellerindeki yapıya indirgenerek açıklanabilir. Tinselci ve idealist görüşler karşısında da maddecilik düşünsel ya da zihinsel olguların kendi başlarına var olmadıklarını, görünürdeki var oluşlarının ise onları olanaklı kılan maddi bir temel üzerinde açıklanabileceğini ileri sürer. Ruh-beden ya da düşünce-madde ayrımının aldatıcı olduğunu, bu iki varlık türünün gerçekte tek bir maddi temelden oluştuğunu söyler. Yani aşırı idealistlerin (duyumsalcılar) dediğinin aksine (örneğin Berkeley) Madde zihnin ürünü değil; bilakis bizzat zihin maddenin ürünüdür.

                                 Yunanlılardan bugüne kadar tüm felsefe tarihi iki zıt düşünce okulu arasındaki bir mücadeleden ibarettir: Materyalizm ve idealizm. Felsefi anlamda İdealizm, dünyanın yalnızca düşüncelerin, zihnin, ruhun, ya da daha doğrusu fiziksel dünya var olmadan önce var olan İdeanın bir yansıması olduğu görüşünden hareket eder. Duyularımızla bildiğimiz kaba maddi şeyler, bu okula göre kusursuz İdeanın kusurlu kopyalarıdır. Antik dönemde bu felsefenin en tutarlı savunucusu Platon’dur. Ancak İdealizmin Platon’dan önce de bir evveliyatı vardı. Örneğin Pisagorcular her şeyin özünün ‘sayı’ olduğuna inanıyorlardı.

 

Pisagorcular genelde maddi dünyaya, özelde de, ruhu esir eden bir hapishane olarak gördükleri insan bedenine karşı bir hor görü beslediler. Bu, çarpıcı biçimde ortaçağın keşişlerinin dünyaya bakışını hatırlatır. Gerçekte Kilisenin, düşüncelerinin birçoğunu Pisagorculardan, Platonculardan ve yeni-Platonculardan almış olması pek muhtemeldir.

                                  En eski Yunan filozofları “hilozoistler” olarak (Yunancada, “maddenin canlı olduğuna inananlar” anlamında) biliniyorlardı. Antik filozofların en büyüğü olan Aristoteles, eski hilozoistler kadar tutarlı olmamasına rağmen, bir materyalist olarak görülebilir. Yunan biliminin İskenderiye dönemindeki büyük başarılarının temelini döşeyen bir dizi önemli bilimsel keşif yapmıştır. Rönesansın başat felsefi akımı Materyalizmdi. İngiltere’de bu, Ampirizm (tüm bilginin duyulardan kaynaklandığını savunan düşünce okulu) biçimini aldı. Bu okulun öncüleri Francis Bacon (1561-1626), Thomas Hobbes (1588-1679) ve John Locke (1632-1704) idi. Materyalist okul, İngiltere’den, devrimci bir içerik kazandığı Fransa’ya geçti. Diderot, Rousseau, Holbach ve Helvetius’un ellerinde felsefe tüm mevcut toplumu eleştirmenin bir aracı haline geldi. Bu düşünürler 1789-1793’te Feodal monarşinin devrimci yıkılışının yolunu hazırladılar.

                                  Yeni felsefi görüşler deney ve gözlemi teşvik ederek bilimin gelişimini hızlandırdılar. 18. yüzyıl bilimde büyük bir atılıma tanık oldu (özellikle mekanikte). Ancak felsefede 1700’den sonraki büyük ilerlemeler ise, İdealist filozoflar tarafından kaydedilmiştir. Fransız devriminin etkisiyle Alman İdealisti Immanuel Kant (1724-1804) önceki tüm felsefeyi topyekûn bir eleştiriden geçirdi. Kant sadece felsefe ve mantıkta değil bilimde de önemli keşifler yaptı. Onun güneş sisteminin kökenlerine ilişkin Bulutsu (nebula) hipotezi (daha sonra Laplace tarafından matematiksel bir temele kavuşturuldu) şu anda genel olarak doğru kabul edilmektedir. Felsefe alanında, Kant’ın başyapıtı Saf Aklın Eleştirisi, Aristoteles tarafından ilk geliştirildiği günden bu yana gerçekte değişmeden kalmış olan mantık biçimlerini analiz eden ilk çalışmaydı. Kant felsefenin en temel kabullerinin çoğunda örtük olarak var olan çelişkileri gösterdi. Gelgelelim bu çelişkileri (‘çatışkıları’) çözmeyi beceremedi, ve sonunda dünyanın gerçek bilgisinin olanaksız olduğu sonucunu çıkardı: “Görünüşleri bilmek mümkünse de, şeylerin “kendinde” nasıl olduklarını bilmemiz asla mümkün değildir.”

                                      Ancak bu fikir yeni değildir. Felsefe tarihinde defalarca tekrarlanmış ve genel olarak öznel idealizm dediğimiz isimle adlandırılmıştır. Aynı fikir Kant’tan önce İrlandalı rahip ve filozof George Berkeley ve klasik İngiliz Ampiristlerinin en sonuncusu David Hume tarafından ileri sürülmüştü. Temel argüman şöyle özetlenebilir: “Dünyayı duyumlarım aracılığıyla yorumlarım. Bu nedenle, va rolduğunu bildiğim tek şey duyu izlenimlerimdir. Örneğin bu elmanın var olduğunu söyleyebilir miyim? Hayır. Tüm söyleyebileceğim, onu gördüğüm, hissettiğim, kokladığım, tattığımdır. Bu bakımdan, gerçekte bir maddi dünyanın var olduğunu hiçbir surette söyleyemem.” Öznel idealizmin mantığına göre, eğer gözlerimi

 

 

kaparsam dünya var olmaktan çıkar. Nihayetinde bu Solipsizme (Latince, “solo ipsus”, “tek ben” demektir), yani sadece ben varım düşüncesine varır.

                                  Felsefe tarihinde en büyük atılımlardan biri, 19. yüzyılın ilk on yıllarında George Wilhelm Friedrich Hegel(30)(1770-1831) ile geldi. Hegel yapıtlarında bütün felsefe tarihini etkili biçimde özetleyen, yüksek zekâya sahip bir Alman İdealistiydi. Hegel, Kant’ın ‘Çatışkılarının’ üstesinden gelmenin tek yolunun, çelişkilerin sadece düşüncede değil, gerçek dünyada, fiilen var olduğunu kabul etmek olduğunu söyledi. Bir nesnel idealist olarak Hegel’in, insan aklının gerçek dünyayı bilemeyeceğine dair öznel idealist argümana tahammülü yoktu. O’na göre düşünce biçimlerinin nesnel dünyayı mümkün olduğu ölçüde yakından yansıtması gerekir. Bilgi süreci, soyuttan somuta, bilinenden bilinmeyene, özelden evrensele doğru ilerleyerek, bu gerçekliğe gitgide daha derinlemesine girmekten ibarettir.

                                  Antik dönemde, özellikle Herakleitos’un (İ.Ö. 500) naif, fakat parlak özdeyişlerinde, ama aynı zamanda Aristoteles’te ve diğerlerinde de büyük bir rol oynayan diyalektik düşünme yöntemi, kilisenin Aristoteles’in biçimsel mantığını cansız ve katı bir dogmaya çevirdiği Ortaçağda terk edildi.  Kant’ın ona itibarını iade etmesine kadar tekrar görünmedi. Ne var ki diyalektik, Kant’ta yeterli bir gelişme göstermedi. Diyalektik düşünme bilimini en yüksek gelişme noktasına çıkarmak Hegel’e düştü.           

                                 Hakim mekanizm felsefesine tek başına kafa tutması olgusu Hegel’in büyüklüğünü göstermeye yeter. Yalıtık olaylarla değil süreçlerle uğraşan Hegel’in diyalektik felsefesi, şeyleri ölü olarak değil canlı olarak, yalıtık değil karşılıklı etkileri içinde ele alır. Bu felsefe, dünyaya bakmanın şaşırtıcı ölçüde modern ve bilimsel bir yoludur. Gerçekten Hegel birçok bakımdan zamanının çok ötesindeydi. Ancak diyalektiği, idealizmle birlikte kullandığı için, Friedrich Engels’e göre Hegel, diyalektiğin tüm felsefe tarihinde boşa çıkan en büyük beklentisiydi. Burada doğru fikirler baş aşağı duruyordu. Diyalektiği sağlam bir temele oturtmak için, Hegel’i baş aşağı çevirmek, idealist diyalektiği diyalektik materyalizme dönüştürmek gerekiyordu. Bu Karl Marx’ın ve Friedrich Engels’in amacıydı ve modern diyalektik materyalizm bu şekilde kurulmuş oldu.

                                 Biliyoruz ki her şey sürekli bir hareket halindedir, nötrinolardan süper-kümelere kadar. Örneğin Yerin kendisi, Güneşin etrafında yılda bir kez ve kendi etrafında günde bir kez dönmek suretiyle sürekli hareket halindedir. Güneş de kendi etrafında 26 günde bir kez dönmekte ve galaksimizdeki diğer yıldızlarla birlikte 230 milyon yılda galaksiyi dolaşmaktadır. Daha büyük yapıların (galaksi kümelerinin) da bir tür büyük dönme hareketi yapıyor olmaları muhtemeldir. Bu, atomların değişen hızlarla birbiri etrafında döndükleri ve molekülleri oluşturdukları atomik seviyeye varıncaya değin, maddenin bir karakteristiği olarak görünmektedir.

                                   Ancak Diyalektik düşüncenin temel noktası, onun değişimi ve hareketi temel alması değil, hareketi ve değişimi çelişki temeline dayanan olgular olarak görmesidir.

 

Geleneksel biçimsel mantık çelişkiyi kapı dışarı ederken, diyalektik düşünce onu kucaklar. Çelişki tüm varlığın temel bir özelliğidir. Maddenin ta derininde yatar. Tüm hareketin, değişimin, yaşamın ve gelişmenin kaynağıdır. Bu fikri dile getiren diyalektik yasa, karşıtların birliği ve iç içe geçmesi yasasıdır. 14

 

( Ya Hu Ve Adem - 36 - başlıklı yazı KENAN KOÇ tarafından 26.01.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.