1 Ya Hu Ve Adem- 2.bölüm . Adem Ve Evrim - 8 -

     II.2.2) Araf suresi:

                       “(Allah buyurdu ki) : Ey Adem! Sen ve eşin cennette yerleşip dilediğiniz yerden yeyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın! Sonra zalimlerden olursunuz.” (7/19).

                       Dikkat edelim, bahsedilen cennette, yaklaşılmaması gereken, yaklaşıldığı taktirde yaklaşanı zalim eden bir oluşum vardır. Oysa salt cennette bu tür şeylere yer yoktur. Bahsedilen cennet, dünya yaşamındaki varlıkların, dünyada, cenneti şuurla yaşamaları anlamında bir cennettir. Ancak bu varlıklar, dünyada oldukları için, varlığı zulme düşürecek bir oluşum gibi, dünyasal etkilere de açıktırlar. Zulüm, haddi aşıp bir hakkı, yerinden başka bir yere ilişkilendirmektir. Ve ancak dünyasal bir yaşamda zulüm söz konusudur. İster cennet ister cehennem olsun, bu manada, ahirette zulme yer yoktur. Çünkü Allah haksız yere zulmetmez. Ahirette ancak ektiğini biçme vardır. Demek Allah, Adem’le Havva’yı sonra zalimlerden olursunuz diye uyardığına göre, etrafta zalimler de vardır ya da en azından Adem’le Havva zalimleri ve zalim olmayı biliyorlardır. Bu durum ise, ancak dünyasal bir hayatta söz konusu olabilir. Burada zalimleşmeyi simgeleyen bir etken olarak yasak ağaç dikkat çeker. Muhammed Esad’ın yorumuyla, yasak ağaç, Yaratıcı'nın insanın arzu ve eylemleri için koyduğu sınırları, yani insanın Allah vergisi kendi tabiatını zorlayıp bozmadan aşamayacağı sınırları simgeleyen bir temsilden ibarettir. Bize göre ise, daha net bir ifadeyle yasak ağaç, insanın dünyevi bedeninden ve bilincinden, tam ifadeyle bilinci tamamen dünyevi hedeflere ve bedensel zevklere kitlemekten başka bir şey değildir.

                         Bu konularda Prof. Süleyman Ateş şöyle der: “Adem şeytanın iğvasıyla yasak ağaca yaklaştı, cinsiyet ağacından yedi. Böylece hiçbir ızdırap ve tasa duymadığı ilk hayatından, maddi- beşeri hayatına indi. (7/22)’ de dendiği üzere, şeytanın onları aşağı sarkıtması, şehvet duygu ve düşüncelerine indirmesi demektir. Yasak ağaçtan yeyince hemen cinsel organlarının görünmesi, bu yasak ağacın cinsel birleşmeden kinaye olduğu düşüncesini güçlendirir. Demek ki Adem ve eşi daha önce şehvet düşüncesi hissetmiyorlardı.” Günümüzün çoğu felsefi psikoloji kuramlarına göre üreme çabası, içinde sonsuz yaşama isteği olan insanın, bu isteği kendi bedeni için yerine getiremeyeceğini bilmesi sonucudur. En azından gelecek kuşaklarla soyunu devam ettirerek bir nevi sonsuz hayata ulaşma ihtiyacını karşıladığı için son derece güçlü bir isteğe dayanır. Hatta hayvanlarda da bu isteğin gücüne, ve temel yaşamsal bir faaliyet alanı oluşuna bakılarak, örtülü bir şuurla da olsa onlarında sonsuz hayat amacıyla genlerini gelecek kuşaklara iletmek için çırpınıp durdukları düşünülür. İşte şeytanın Adem’e fısıldadığı sonsuz yaşam, aslında kişisel değil, ancak gelecek kuşaklara genlerini iletmeyi sağlayabilen, bu kadarla sınırlı bir sonsuz yaşamdır. Bunlarla birlikte şu da bir gerçektir ki, insan ya da hayvanın üremeye düşkünlüğü, içlerindeki bu tarz örtülü bir bilincin onları yaptırıma geçirmesinden çok, üreme eyleminin büyük bir şehvet ve haz kaynağı olmasındandır. Bu gerçekten hareketle, doğa bilimlerinin öne sürdüğü gibi, canlının doğası ya da doğa, bir şekilde üreme işlevinin çok istenecek derecede zevkli ve hatta çoğu koşullarda zevkten de öte bir ihtiyaç olması gerekliliğini canlı bünyelerinde oluşturmuştur. Canlılar bu itici güdü sayesinde neslin devamını sağlar. İnsan dahil hayvandaki sperm ve yumurtaların yani üreme hücrelerinin bolluğu ve hayatlarının büyük bir bölümünü kapsayan üreme çabası bunun göstergesidir. Aynı bolluk bitki tohumlarında da görülür. Ancak, gelecek kitaplarımızda bahsedeceğimiz üzere, doğanın canlılar üzerinde açığa çıkan bu bilinci ve kudreti, elbette doğa ötesi bir bilinç ve kudretin yansımasıdır. Üreme hücrelerinin bolluğu ve çeşitliliği de, gerçek hayat sahibi olan Allah’ın Hayy (mutlak hayat sahibi) isminden gelir. Yani bolluk, sonsuzun sınırlarımız içine yansımasından başka bir şey değildir. Bu takdirde üreme, şeytan tarafından fısıldanan fakat Allah’ın zaten takdir ettiği yani oluşmasına izin verdiği (ki her şey öyledir, aksi hal Allah’ta acziyet fikrini doğurur) hatta Adem’in yaradılışı ve cennetten çıkarılışı ayetlerinden de anlaşıldığı üzere, izin vermekten çok deyim yerindeyse, olmasını istediği bir şeydir. Zira bu çıkarılış sayesinde insan halife olmuştur. Aslında  Allah’ın başlangıçta insanı yaratma nedeni de budur. Bu takdir, her olayın ardındaki gizli hikmetin çok güzel bir örneğidir.

                          Halife kelimesi, dilimizde kalfa anlamına gelmektedir. Asıl anlamı da temsilcidir. Yani insan, deyim yerindeyse Allah’ın kalfası ve/veya temsilcisi konumundadır. Bu konuma, hiçbir yaratığa bahşedilmemiş irade ve akıl sayesinde ulaşmıştır. Aslında hiçbir yaratığa bahsedilmemiş dememiz yanlış olabilir. Çünkü, meleklerin, programlanmış varlıklar olduklarından irade ve akıl yürütmeden mahrum olduklarını kabul edebilsek bile, bizzat Kur’an’ın anlatımıyla bilmekteyiz ki akıl yürütme ve irade (ki bunlar aslında iç içe kavramlardır) şeytanın ve cinlerin de sahip olduğu özelliklerdir. Ancak şeytan, bu özellikleri sırf nefsi yani izafi zatı için kullanır. İnsan ise bu özellikleri kullanarak özsel Zat’a ulaşabilir olduğundan, şeytan için halife denemez de, insan için denebilir. Yine şeytanın insan üzerindeki hükmü, aslında insan gibi, bu iki özelliğe de sahip olabilmesinden ve bunları insan üzerinde kullanabilmesinden kaynaklanır. Ancak Kur’an’da dendiği gibi, bu hüküm, zorlayıcı bir hüküm değildir. Çünkü bu sefer tersten söylersek, aynı özellikler insan da da vardır. Yani silahlar eşittir. Hz. Muhammed bir hadisinde “Allah Ademi kendi suretinden yaratmıştır.” ve/veya “Allah Ademi Rahman suretinde yaratmıştır.” derken, insanın bu özsel Zat’a ulaşabilme yetisine sahip halifeliğine dikkat çekmiş olur. Allah’ın, yaratmış olduğu bütün varlıklar arasında kendi sıfatlarını en çok verdiği varlık insandır. Hatta gelmiş geçmiş tüm insanların farklı özelliklerini ve bir insanın içinde atıl olarak bulunan, zamanla derece farklarıyla açığa çıkacak ya da çıkamayacak örtülü tüm özellikleri dikkate aldığımızda, Allah’ın tüm sonsuz sınırsız sıfatlarını insanlıkta tecelli ettirdiğini bile düşünebiliriz. Onun için ona eşref-i mahlûkat* denmiştir. Hatta insana eşyaya hakimiyeti oranında bir ölçüde yaradan, olaylara hakimiyeti oranında da bir ölçüde irade sahibi, bu iki hakimeyetiyle de kudret ve ilim sahibi vasıfları bile verilir ki bu vasıflar, Allah’ın en önemli vasıfları arasındadır.

                        Şimdi, yasak ağacın bazı Hıristiyan düşünce ekollerine göre de, kadınla erkek arasındaki cinsi yakınlaşmayı simgelediğini belirterek tekrar yasak ağaç konusuna dönelim. Hıristiyanlıktaki evlenmemeyi ibadet kabul eden ruhbaniyet görüşünün de (örneğin kutsal bakire Meryem Ana’nın yolunda olan ve bundan dolayı deyim yerindeyse Allah’ın haremleri sayılan rahibe ve bazı mezheplerde, bu yol için yemin etmiş rahipler) bu düşüncelerden filizlendiği düşünülebilir. Ancak; Hamdi Yazır’ın da üzerinde durduğu gibi, Yasak ağaçtan yemek, asıl anlamıyla, Allah’ın vekilliğini yani halifeliği sağlayan özsel içkin ve aşkın Zat’ı unutmaktır. (ki Kur’an’ın ifadesiyle, insan çok unutkandır) Ve vekil değil asıl olma iddasına kalkışarak izafi ve değişken, yok olucu benliği ya da zatı ön plana almak  olarak yorumlandığında, bu vekili asıl mertebesine çıkarmaya yönelim, insanın asli yaradılışından değil, şeytanın telkininden ortaya çıkar. Yasak ağacı, sadece insanın yaradılışı gereği olan üreme faailyetine bağlamak yerine, insanı mutlak hakikatten uzaklaştırıcı her türlü fiil, davranış, duygu ve düşüncelerde görmek gerekir. Ancak tüm bu insana ait özelliklerden, bir yönüyle dünyevi bir varlık olan insanın geri durması da beklenemez. Bu durumda doğru yol, insanın yaradılışına uygun olan şeyleri aşırıya kaçmadan ve İslami ahlaka uygun bir şekilde gönül rahatlığıyla yapmasıdır. Ama ne olursa olsun yaptığı şeyleri yapmanın, asıl yaradılış gayesi olan halifelik idrakinden onu uzak düşürmemesidir. Öyleyse fiilin değil fiile verilen zihinsel anlamın ve bu anlamlar bütünü olarak zihnin Allah’ı bilmekten uzaklaşmaması gereğinin ön plana çıkarılması gerekir. Nitekim “Dünya sevgisi her hatanın başıdır” hadisinde bu yasak ağacın mahiyetini anlıyoruz. Demek ki başlangıçta Adem, dünyasal hayata bağlanma sınırına yaradılışı gereği yaklaşmamış, yasak ağaçtan yememiştir. Ama dünyada yaşadığına göre her ihtiyacını olduğu gibi cinsel ihtiyacını da karşılamakta idi. Sadece hayatı, bunlardan ibaret değildi. Şeytanın yaptığı, Adem’in özsel şuurunu ve dikkatini, zevk, ihtiyaç ve benzeri duygusal tepkilerle kendi varlıksal ancak izafi olan bütünlüğüne çekmektir. Hamdi Yazır şöyle der: “Yasak ağaca yaklaşmak, Adem ve Havva için, yaradılışça mümkün ise de, dinen yasaktı. Ağaç, yer sınırlarından bir sınırı, onun meyvesinden yemek de, davranış sınırlarından bir sınırı gösterir. Ayıpları örten Yüce Allah, bir rivayete göre bir nur ile görüşlerine kapatarak onu örtmüş, kendilerinden gizlemişti. Anlaşılıyor ki insan, ne kadar yüksek olursa olsun, bilkuvve ayıptan uzak değildir. Bu şekilde insanın yaradılışı, iyiye de kötüye de meyillidir.”

“Derken, şeytan, kendilerinden gizlenmiş çirkin yerlerini onlara açmak için ikisine de vesvese verdi. Dedi: "Rabbinizin sizi şu ağaçtan uzak tutması, iki melek olmayasınız yahut ölümsüzler arasına katılmayasınız (ebediyen cennette kalırsınız) diyedir.” Bir de onlara “Muhakkak, ben sizin hayrınızı isteyenlerdenim.” diye yemin etti.” (7/20-21)

 1.si, şeytan bu cennete girebiliyor. Bunu başarabilme nedeni, söz konusu cennetin dünyasal boyutunu kullanmasıdır. Yoksa salt cennete giremez. 2. si, böyle bir cennette yaşayanların, kendilerinden gizlenen çirkin yönleri vardır ki, bu da o cennetin dünyasal yönüyle ilgilidir. Salt cennet varlıkları tamamen arınmadan cennete giremez (cehennemi ya da dünyevi hayattaki arınma). 3. sü bu varlıklar, vesveselenebiliyor. Oysa bu da gerçek cenneti bir yaşamda düşünülemez. Vesvese, hışırtı, fısıltı gibi gizli ses demektir. Bundan dolayı zihinde birbiri arkasına gelip tekrar eden gizli söze vesvese ve bir nefse böyle söz bırakmaya da, vesvese vermek denir. Vesvese, aslı olmayan bir kuruntuya kapılmaktır. Cennette gerçeğin değil de kuruntunun olabileceğini düşünmek, en hafif tabiriyle bu cennetin Deccal’in cenneti diye tanımlanan yalancı cennet olduğunu iddia etmektir. 4.’sü, bu varlıklar ölümsüz olmadıklarını biliyorlar,yani ebedi olarak cennette olmadıklarını. Çünkü dünyasal bedenleri bozulmaya mahkûmdur. Ancak bilinç halleriyle cennet hayatı tadabiliyorlar.

                       Şeytan’ın Adem’i kandırmak için cennete girebilmesi, tüm tefsircilerin ortak görüşü ve Kur’an ayetlerinin de açık ifade ve diziliş sıralarıyla anlaşılacağı gibi: Şeytan’ın daha önce cennetten kovulmuş olmasına rağmen gerçekleşebilmiştir. Bu gerçeğe yorumcular, Şeytan o zaman cennetten kovulmuş olsa da Adem’i ve Adem’in çocuklarını azdırma imkanı ortadan kaldırılmamıştı diyerek tevil yapmak zorunda kalmışlardır. Hatta şeytanın cennete değil, ancak cennetin kapısına gelerek deyim yerindeyse bahçe kapısına Adem’i çağırıp oradan beri kandırdığını, yada bir yılan kılığına girerek haşa sanki Allah’tan saklanabildiğini ve cennete sızdığını söyleyenler dahi olmuştur. Hasan Basri’ye (öl.728) göre, insanı imtahan sırrı dolayısıyla Allah’ın vermiş olduğu bir kuvvetle, iblisin kendisi değil, vesvesesi cennete ulaşmıştır. Elmalılı’ın tefsirinden edindiğimiz bilgiye göre, Ebu Müslim İsfehani, bu cennetin yeryüzü cennetlerinden biri olduğunu düşünmüş, böylece Adem ve iblisin, ikisinin de cennette olma durumunu açıklayabilmiştir.   

                       (7/20) ayetinde geçen sev’eh, kötü, çirkin, ayıp anlamına gelen bir kelime olsa da, kadın ve erkeğin cinsel organları anlamına da gelir. Cinsel organın açılmasıyla insan kötü duruma düşer denerek, kelimenin aslının cinsel organ anlamını verdiğini, tali anlamlarının sonradan dilde kazanıldığını söyleyen dilbilimciler vardır.

( Ya Hu Ve Adem- 2.bölüm . Adem Ve Evrim - 8 - başlıklı yazı KENAN KOÇ tarafından 2.02.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.