(BİR  PEŞİN  HÜKÜM  ÖYKÜSÜ ) - BAĞIRMAK  YERİNE  KONUŞMAYI  DENESEK  PEK ÇOK  SORUN  HALLEDİLEBİLİR .
 

Televizyon  kanallarında  en  çok  seyrettim  programlar tartışma  programlarıdır.  Ama  işin  doğrusu  hepsi  de  aynı  tornadan  çıkmış  kafaların  tartışma adına  birbirlerine  güzellelemer  düzmelerini  hiç  mi  hiç  sevmem  ve  o  tür  tartışma programlarını  seyretmem.  Tabii  ki  tartışma  derken  kastım  evlenme  programlarında  ‘’  Beni birlikte  balık  yemeye  davet  etti  ama  bir  sokak  satıcından aldığı  kokoreçi  yedirmeye  çalıştı.  Hüüüü.  Ben  istemem  böyle  bir yalancıyı.  Hayallerimi  yıktı.  Onunla  evlenmeyeceğim’’  Diyen  dul  Fatma  ile  Namaza  gelince  sandalyede  kılıp,  evlilik  programlarında  ‘’Angara’nın  bağları’’  eşliğinde  döktüren  Mıstıva  Dayı’nın  ‘’  Kokoreç  cennet  taamı  mıdır  yoksa  alt  tarafı  b.klu  bir  kuzu  bağırsağı mı’’  tartışmaları  da  değil  kastım.  Memleket  melelerinin  ele  alınıp  ciddi  ciddi  tartışıldığı   ciddi  programlardan  bahsediyorum::

Evet..Ciddi  ve  tarafsız  (  Tabii  ki  tarafsız  derken  moderatörün  tarafsızlığı  söz  konusu  olmalı.  Yoksa  elbette  katılımcıların  bir  tarafı  olacak.)  tartışma  programları  güzeldir.  İlle  velakin  o  programlarda  da  zaman zaman  tansiyon  yükselir,  bağrışmalar,  hatta  masaya yumruk  atma  olayları  yaşanır.  Tabii  ki  en  gıcık  olan  konu  da  Bremen  mızıkacıları  gibi  her  kafadan  ayrı  ve  gür  seslerin  aynı  anda  çıkmasıdır.  İşte  o  anda  da  anında  zaping.

Oysa  insanların  birbirlerini  sonuna  kadar  dinlemeleri  o  kadar  da  zor  değildir.  Tabii  ki  (  Bu  ‘’Tabii  ki’’ yi  de  amma  çok  kullandım  değil  mi ?  Ama  maalesef  daha  da kullanacağım  galiba )  konuşan  ‘’ Mikorofon  bende  anasını  satayım.  Bekleyin  durun  lavuklar’’ tavrı  içinde  bir  başladı  mı  bir  türlü  bitmeyen  Arabın  yalellisine  döndürmezse  işi…

Rahmetli  babam  sanki  nasıl  bir  insan  olacağımı  bilmiş  de  koymuş  adımı:  Sami…Yani  duyan,  işiten..Ama  daha  çok dinleyen… TRT  nin  tek  radyo  olduğu  dönemlerde  radyo  spikerleri  ‘’  Muhretem  sami…Şimdi  Yurttan  Sesler  Korosundan Türküler  dinleyeceksiniz’’  derlermiş  mesela..Yani  ‘’  Sayın  dinleyiciler…’’

İyi  bir  dinleyiciyimdir.  İnsanların  lafını  bölmeyi  asla  sevmem.  Allah  sizi  inandırsın  bir  masada  herhangi  bir  konuda  konuşan  bir  arkadaşım  genelde  sadece  bana  anlatır  her  ne  anlatacaksa.  Çünkü  diyelim  ki  arkadaş Küresel  ısınmadan  bahsediyor;  işte  o  anda  diğer  arkadaşlardan  ikisi  ıspanaktan tatlı  olur  mu  olmazmı  muhabbetihne  dalmış  oldurlar.  Dir  başka  çift ‘’Öksürüğe  havlican  mı  yoksa  havsizcan  mı  daha  faydalıdır ?‘’ konulu  derin  bir  sohbete  dalmışlardır.  Bir  diğer  çift  ise  birbirlerine  bel  altı  fıkra  anlatıp  gülmektedirler…Garip  Sami ise  sohbeti  küresel  ısınma  ile  başlatmış  olan  arkadaşını  dinlemektedir.  Öylesine  dinlemektedir  ki  ‘’ Ya  dostum  ne  küresel  ısınması.  G.tümüz  dondu  iki  saattir  şurada.  Kalkın  da  sobaya  yakın  bir  yere  oturalım  bari. ‘’  Bile  diyememektedir.  Öylesin  can  havliyle  dinlemektedir  ozon  tabakasının  nasıl  delik  delik  delindiğini…

Offfff.  Dağıttım  yine.  Ana mevzuya  gelelim:

Bu  gün İstanbul’da  çok güzel  bir hava  vardı.  Oldukça  soğuk  olmasına  rağmen  bu  günlük  güneşlik  havada  evde  durmak  olmazdı.  En  iyisi  Avrupa  yakadında  Fatih’te  ikamet  etmekte  olan  abimi  ziyaret  etmekti. Şöyle  motorla  deniz üstü  yirmi  dakikalık  da  olsa  bir  seyahat,  günlerdir  gerim  gerim  gerilmiş  olan  sinirlerime  iyi  gelecekti.

 

Otobüs durağında  beklerken  baktım  Üsküdar  arabası  geldi.  Eh,  Üsküdar’dan da  karışya  geçilebildiğine  göre  ille  de  Kadıköy  arabasını  beklememe  gerek  yoktu.  Bindiğim  durak  güzergahın  ikinci  durağı  olduğu  için  otobüs  adeta  boştu.  Geçip  bir  köşeye oturdum.

Alvarlı  Camii  Durağına  kadar  otobüs e  binen-inen  olduysa  da  öyle  çok  kalabalık  değiliz.  Yani  bir  iki  genç  hariç  herkes  oturuyor.  Hatta  hâla  boş  yer  var.  Mesela  hemen  şoförün  arkasındaki  ikili  koltuk  boş.

Alvarlı  Camii Durağında  otuz beş  yaşlarında  bir  kadın  ve  beş  altı  yaşlarındaki  oğlu gelip  o  koltuğa  oturdular.  Otobüs  hareket  etti  ve  bir  sonraki  durağa  geldi.  Aman  Allahım…Sanki  Anadolu  yakası  komple  o  durakta  bu  otobüsü  bekliyorlar..Otobüs  hınca  hınç  doldu.  Millet  neredeyse  balerin  gibi  ayak  parmakları  üzerinde  duruyor.

Önce  yolculardan  biri  şoförün  tam  arkasındaki  ikili  koltukta  oturan  kadına  ‘’  Hanımefendi.  Çocuğu  kucağınıza  alır  mısınız?  Şu  yaşlı  teyze  de  otursun.’’  Dedi.  İşin  doğrusu  tam  o  koltukta  bir  insanın  çocuğunu  kucağına  alması  pek  de  mümkün  değildir.  Çünkü  oturan  kişinin  dizleri  şoförün  arkasında  panoya  değer. 

Her  neyse..Kadın  ‘’  ne  münasebet.  Niçin  çocuğu  kucağıma  alacakmışım?’’  Deyince  ortam  gerildi.

Bu  sefer  otobüs  şoförü  söze  girdi.

-Hanım..O  çocuğu  kucağınıza  alır  mısınız  lütfen.

Allah  Allah..Söylenen  söz  oldukça  makul  ve  mantıklı  bir  sözdü  ama  kadın  oldukça  şiddetli  karşılık  verdi:

-Saçmalamayın  lütfen.  Ben  bu  çocuğu  kucağıma  alamam.

Kendi  kendime  ‘’ Ulan  ne  şirret  kadınmış  bu  böyle.  Allah  kocasına  sabırlar  versin  ‘’  Dedim.  Ben  gibi  diğer  yolcular  da  gerilmişti.  Yaşlı  teyze  hâlen  ayaktaydı  ve  beş  altı yaşındaki  çocuk  o  koltukta  oturmaya  devam  ediyordu.

Otobüs  şoförü  arabayı  durdurup  kadınla  tartışmaya  başladı.  Kadın  bağırıyor,  otobüs  şoförü  bağırıyor,  derken  otobüs  tam  bir  curcunaya  dönüştü.  Zira  yolcular  da  karıştı  tartışmaya.


Tüm  yolcular  kadına yüklendi.  Eh  bu  kadar  tepki  gösteren  insan  olunca  haliyle  bana  iş  düşmedi.  Ben  sessizce  olayı  seyrediyorum  ama  içimden  de  kadına saydırıyorum.

Hemen  yanımda  ayakta  duran  bir  kadın  ‘’ Lütfen  şu  arabadan  iner  misiniz’’  Deyince  kadın  adeta  ateş  topu  oldu.  Resmen  sinir krizleri  geçiriyor  bağırırken. ‘’  beni  b u  otobüsten  hiç  kimse  indiremez’’  Diye. 

Allah  da  biliyor  ya.  Kadın  olmasa  miller  ağzını  burnunu  dağıtacak  kadının. 

Bir  başka yolcu ‘’ Madem  oğlunu  ille  de  oturtmak  istiyorsun,  belediye  otobüsüne  bineceğine  taksi  tut’’  Dedi.  Başka  yolcular  da  bir  sürü  şey  söyleyince  kadın  ve  çocuğu  kalktılar  oturdukları  yerden. 

Kalkmasına  kalktılar  ama  kadının  iki  gözü  iki  çeşme  başladı ağlamaya. 

‘’Haydaaaa..  Hem  suçlu  hem  güçlü.  Utanmadan  bir  de  ağlıyor.  Manyak  galiba.  Ruh  hastası  filan  olmalı’’  Diye  düşünüyorum. 

İşte  o  anda  bir  şey  dikkatimi  çekti.  Çocuk  annesinin  mantosuna  yapışmış  vaziyette  ağlıyor.  Ama  ağlamasından  daha  dikkat  çekici  olan  husus  ayakta  durmakta  zorlanıyor  olmasıydı.  Nitekim  az sonra  mızlamaya  başladı:  ‘’  Anne  ben  oturmak  istiyorum’’  Diye.

Kadın  öfkeyle  ve  ağlamaya  devam  ederek  oğluna  seslendi:

‘’Yere  otur.  Ne  yapayım.  İnsanlarda  insaf  ve  merhamet  kalmamış’’

Allah  Allah…Çocuk  maşallah  turp  gibi  görünüyor.  Yani  dışarıdan  baktığınızda  hiç  bir  rahatsızlığı  yok gibi.  Ama  belli  ki  var bir  rahatsızlığı.

Bu  sefer  daha  önce  kadına  saydıran  yolcuların  içini  bir   merak  ve  acıma  hissi  doldurmaya  başladı.  Genelde  paketleri  bıraktığımız  kısma  çocuğu  oturtmasını  söyledik. 

Kadın  ‘’  Böyle  bir  çocuğu  oraya  nasıl  oturtursunuz  ki’’  deyince  artık  belli  oldu  ki  çocukta  bir  rahatsızlık vardı.  Bu  rahatsızlık   tam  olarak  neydi  anlamak  mümkün  değildi.  Çünkü  çocuk  her  haliyle  normal  görünüyordu.

Bir  iki  erkek  yolcunun  da  yardımıyla  çocuğu  denilen  yere  oturttu  annesi.  Lakin  otobüs  Üsküdar’a  varıncaya  kadar  bir  taraftan  sıkı  sıkı  oğlunu  tuttu  bir  taraftan  da  başını  oğlunun  göğsüne  dayayıp  ağladı,  ağladı,  ağladı… 

Üsküdar’da  kadın  da  ben de indim  arabadan.  Çocuğa  dikkatle  baktım.  Yürümesinde  filan  da  bir  aksaklık  yoktu.  İşte  o anda  yıllar  önce  öğretmenliğini yaptığım Barış  adlı  öğrencim  aklıma  geldi.  Hani  yazmıştım  bir  yazımda :  Minyatür,  plastik iskeletten  korktuğu  için laboratuarda  işlenen  Fen  Bilgisi  derslerine  girmeyen  Hiperaktif  Barış…Bir  yeni  öğretmen  arkadaşımın  bir  türlü  Hiperaktifliği  bir  rahatsızlık olarak  görmeyip  bana  ‘’  Hocam  inanmayın  onun numaralarına.  Duygu  sömürüsü yapıyor’’  Dediği  için  o  öğretmenler  bayağı  bir  tartışmama  sebep  olan  Barış…

Tabii  ki  öğrenemedim  çocuktaki  rahatsızlığın  ne  olduğunu.  Sadece  annesinin  ‘’  Böyle  bir çocuk ‘’  ifadesi  vardı  elimde  delil  olarak.  Ama  her  ne  olursa  olsun  o  çocukta  bir  rahatsızlık  vardı  ve  annesi  ‘’  Çocuğum  rahatsız’’  Diyememişti  bir türlü.  ‘’  Çocuğum  rahatsız’’  demek  yerine  ‘’Saçmalamayın  ya ‘’ demeyi  tercih  etmişti.  Oysa  Bağırmak  yerine  ‘’ Evladım  rahatsız’’  Diyebilseydi  ne  kendisi  o  sinir  krizini  yaşayacak  ne  de  otobüs  şoförünü  ve  biz  yolcuları  rahatsız  edecekti. 

Bu  arada  tabii  ki  biz  yolcular  da  kadını  dinleme  yolunu  tercih  etmemiştik.  Ona  ‘’ Hanımefendi.  Çocuğun  bir  rahatsızlığı  mı  var?  Neden  mutlaka  oturmak  zorunda?’’  Diye  soracağımıza  cebinde  parası  olup  olmadığını  bile  bilmeden  ‘’  O  kadar  rahatınıza  düşkünseniz  taksi  tutun’’  demiştik.

Uzun  lafın  kıssası: Atalarımız  boş  yere  ‘’  İnsanlar  konuşa  konuşa  anlaşır’’  dememişler.  O  kadar  zor  mu  konuşmak?  Hiç  sanmıyorum.  En  azından  bağırmaktan  daha  zor  olduğunu  sanmıyorum. Ve  diyorum  ki:  Lütfen…  Lütfen  konuşalım…Bağırmayalım.  Bağırarak elde  edeceğimiz  tek  şey  varsa  o  da   nefret  şimşeklerini  üzerimize  çekmektir.  Ya  da  bu  olayda  olduğu  gibi  boş  yere  göz yaşı  dökmek..

Ve  son  olarak..Lütfen  şu  peşin hüküm verme huyumuzdan  vazgeçmeye  çalışalım. 
( (Bir Peşin Hüküm Öyküsü ) - Bağırmak Yerine Konuşmayı Denesek Pek Çok So başlıklı yazı Sami Biber tarafından 2.02.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.