“Bir gün bu şehirden gideceksin

Pırıl pırıl ışıklı bir istasyonda

Elinde ufak valizin.”

 

 Giray bu dizelerinde sanki benim yaşamımla ilgili bir kesiti betimliyordu. Evet, ellerimde valizlerim daha otuzlu yıllarımı yaşadığım bir dönemde kendimi Kuzey Almanya’nın yemyeşil ovalarının ortasında bir kentte buldum. Altı yıl gurbette yaşayacak, yurttaşlarımın acı vatan diye adlandırdıkları ülkede çocuklarımıza öğretmenlik yapacaktım.

 

Öncelikle bu ülkeye gitmekte birincil amacım çocuklarımın yükseköğrenimlerinin mali yönünü karşılamaktı. Öğretmen maaşıyla çocukları üniversitede okutmak ip üzerinde cambazlık yapmaktan zordur. Üstüne üstlük çocukların oturduğun ilden başka ilde okuyorlarsa, gel de altından kalk; varsa babayiğitliğin! Dileğim gerçekleşti. Mali sıkıntılara çözüm bulmak adına güneş doğdu. Ayrıca batıya gitmek hep içimde bir ukde olmuştur.

 

Ülkemde yaşadığım yıllar boyunca özgürlük, barış, huzur, güzel günler görme isteğim hep bir başka baharlara kaldı. Yetmişli yıllarda yaşanan çalkantılar hiç dinmedi. Bunun yanında memurların örgütlenme çabaları sürekli engellendi. Öğretmenliğe başladığım yıllarda grevsiz sendika hakkı vardı öğretmenlerin. TÖS adlı sendikada örgütlenmişti öğretmenlerin büyük çoğunluğu. Memur sendikalarının nihai hedefi grevli, toplu sözleşme hakkı almaktı.

 

Öykümün konusu sendikaları anlatmak değil. Lakin şu kadarını belirteyim. Ülkemizde, grevli toplu sözleşme olgunluğu düzeyine gelinmedi denilerek memurların bu isteği hep ötelendi! Öteleniyor! Batıda çalışanların emeklerinin sömürülmediğini hep okuduk. Almanya ve daha farklı Avrupa ülkelerinde çalışan işçiler, çalıştıkları ülkelerin her yönüyle kalkınmalarını tamamlamış, yurttaşlarının refah içinde yaşadıklarını anlattılar yıllarca.

 

Ülkemde ekonomik zorlukları aşmak adına öğretmenlikten öte birçok alanda farklı işler yaptım. Kitap pazarlama, yağlı boya, badana, okulda ücretli spor kolu çalışmaları… Ekonomik zorlukların yanında ülkede yaşanan sıkıyönetimler, insan hakları ihlallerinin verdiği tinsel sıkıntılardan azat olmak adına Almanya’ya içimdeki özgürlük özlemini gidereceğim bir diyar olacaktı.

 

Amacım gerçekleşti. Sıkıntılar biter mi? Konut sorununu bir türlü gönlümce çözmek olanaklı olmadı refah ülkesinde... Ülkemde mesleki yönden sıkıntılar yaşamadım. Okulda aldığım pedagojik bilgiler, kendimi yenileme çabalarım, sürekli kitap okuyan bir öğretmen olarak başarılı çalışmalara imza atıyordum. Yabancı ülkedesin, öğretmensin. Lakin yabancı dil! O konu ülkedeki eğitim sistemimizin acı durumu bizleri hep yarım bıraktı yabancı meslektaşlarımız arasında! İki aylık bir dil kursuyla Almanca öğrenerek geldik bu ülkeye!

 

Ağlamak sızlanmak için gelmedim.  Disiplinli çalışma düzenini kendilerine yaşam biçimi yapmış insanlarla kısa sürede anlaştım. Dillerini öğrenmek için çok çaba harcadım. Evimin her tarafına yeterli düzeyde Almanca öğrenmek adına kalıp cümlelerden oluşan kısa metinlerle süsledim. Bu ülkede yeşil rengin en koyusu ve bol bol sisli, bulutlu havalar insanın ruhunu karartır. Nazım’ın şiiri:

“Hiçbir şey gidermez iç sıkıntımı

Memleketimin şarkıları ve tütünü gibi.”  Örneği duygular tüm benliğimi sarmıştı. Ülkemin insanlarının büyük çoğunluğu, yurttaşlarımızın sorunlarına çözüm amaçlı kurdukları derneklerde bol bol pişti oynayarak zaman geçiriyorlardı! Tıpkı anavatandaki gibi!

 

İşte böyle şartlar altında sanatın insan ruhunu bir anne şefkati sıcaklığında ısıtan, arındıran işlevi tek sığındığım emin bir liman oldu. Edindiğin bir kasetçalarda memleket türküleri, şarkıları dinleyerek efkâr dağıttım. Doksanlı yıllar mektuplaşmanın güzelliği henüz tedavülden kalkmamış. Anayurttan aldığım mektuplarla yakınlarımın ve arkadaşlarımın sıcaklığını kalbimin en uç noktalarında hissettim. Ben de gurbetin havasını ve mektuplarımla dostlarıma iletmeye çalıştım. Ankara’da yükseköğrenim yapan oğlum mektubunda gönderdiği bu şiir durumumu ne güzel betimliyordu:

          SÜRGÜN

♥Gökyüzünde yeryüzünde

Gün doğdu mu her gün ilk gün

Her gün aydınlıktır

Yoksa ümit her yer loş karanlıktır

Yar gurbette can yürekte

Bir kafeste ne amansız

Sonsuz ayrılıktır geçmez zaman

Her gece hep aynıdır

Fırtınada ak ayazda

Sürgün her yerde hep yalnızdır

Gül açsa da kuş uçsa da görmez

Dargındır

Her durakta her uykuda

Sürgün her nefeste yalnızdır

Her şafakta her yudumda

Hasret sancıdır

Yol alsa da, ses duysa da

Dağ aşsa da her yan en son

Her an son adımdır tek başına yalnızlık

Bir yankıdır♥                 Aysel Gürel

 

         Oğlumun gönderdiği şiir benzeri, lisede okuyan kızım da her mektubunda bana şiirler gönderdi.

 

         Yurtdışında çalışan Türk öğretmenlerinin yapması gereken önemli görevi yurttaşlarımızın katılımını sağlayarak ulusal bayramlarımızı gerektiği gibi kutlamaktır. Bu kutlamalara yabancı konukların katılımını sağlamak halkların dostluk ve barış içinde yaşama iradelerinin canlı tutulması adına olumlu bir çaba oluyordu.

 

         Yabancılar bizim zengin folklorumuza büyük hayranlık duyuyorlar. Almanya’da ayağım yer tutmaya başlayınca hemen halk oyunları ekibi kurma çalışmalarına başladım. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı vardı önümüzde. Bu çalışmalarda Kindergarten denen Alman anaokulunda çalışan iki kadın Yurttaşımız vardı. Onların yardımlarını unutamam. Çalıştıkları okulda bir salonda çalışmamı sağladılar.

 

         Alman meslektaşlarıyla birlikte çalışmalarımı sık sık izlerlerdi. Günlerde çalıştım. Kasetçalar için hazırladığım oyun havalarıyla memleketimin davul-zurna ile icra edilen ezgilerini Kuzey Almanya semalarında bol bol yankılandı. Öğrencilerime şiirler de ezberletiyordum. Şiire olan tutkunluğumu hisseden Türk ve Alman meslektaşlarım benden şiir okumamı istediler. Neden olmasın. Ülkemde öğretmen odalarında meslektaşlarıma şiirler okuduğum günleri anımsadım. Ezberimde olan şiirlerden birer ikişer dörtlük okuyuverdim:

 

Ağlasam sesimi duyar mısınız,

Mısralarımda;

Dokunabilir misiniz,

Gözyaşlarıma, ellerinizle?

 

Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,

Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu

Bu derde düşmeden önce.

 

Bir yer var, biliyorum;

Her şeyi söylemek mümkün;

Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;

Anlatamıyorum.

 

Tahattur

Alnımdaki bıçak yarası

Senin yüzünden;

Tabakam senin yadigârın;

"İki elin kanda olsa gel" diyor

Telgrafın;

Nasıl unuturum seni ben,

Vesikalı yarim?

 

 Orhan Veli’yi andık. Hatta Tahattur şiiri teması üzerine Vesikalı Yârim adlı bir sinema filminin yapıldığını anlattım. Almanlar meslektaşlarıma başka zamanlarda da şiirimizden daha başka örnekler sundum. Sanat hudut tanımaz derler. Bu sözün ne kadar gerçek olduğunu şiirleri okuduğumda Alman meslektaşlarımın gözlerinin parlayan ışıklarında hep hissettim.

 

         Kindergartende çalışan Türk kızımız evlendi. Alman meslektaşları bana bir istemde bulundular. Kızımızın düğününde ona bir sürpriz yapmak istediklerini söylediler. Halk oyunlarımızdan birini öğretmem isteniyordu. Böylesi bir öneri çok hoştu. Artvin’in ünlü Atabarı’na çalıştık hayli zaman. Kızımızın okulda bulunmadığı güne denk getiriyorduk çalışmamızı.

 

         Düğün, Türkler ve Almanların da katılımında büyük bir salonda yapıldı. Kadınlı erkekli Alman meslektaşlarımızla Atabarı’mızı oynadık. Oyunun türkü olarak ırlanan ilk dörtlüğünü  birlikte söyledik. Yurttaşlarımız bu gösterimizi coşkuyla alkışladı. Birçoğu yanıma gelerek çok duygulandıklarını belirtim teşekkür ettiler.

 

“Bahçesi var bağı var

Ayvası var narı var

Atamızdan yadigâr

Bizde ata barı var”

 

         Folklorumuz, şiirlerimiz, şarkı ve türkülerimizden örnekler seçip müzik korosu kurdum. Böylesi sanatsal etkinliklerle yurttaşlarımızın Türkiye özlemlerini bir nemse gidermenin doyumsuz hazzını yaşadım altı yıl boyunca. Bu etkinliklerde şairlerimizden seçtiğim özgün şiirlerle sanatın birleştirici gücünden bol bol yararlandım. Uzak diyarlarda insanımızın asimile olmadan birlik ve dayanışma içinde ulusal ve geleneksel kültür değerlerimizin yozlaşmadan sürdürülmesi yurttaşlarımızın ve ülkemizin geleceği açısından yaşamsal önem taşır.

 

Yine bu bağlamda, derneklerimizin de katkısıyla bir dostluk günü organize ettik. Dostluk günümüzü organize etmekte öncelikle amacımız Almanya’da filizlenen yabancı düşmanlığını olgusunun dal budak salmasını önlemekti. Itzehoe adlı çalıştığım küçük kent ve çevre yerleşim yerlerinde oturan tüm vatandaşlarımız ve komşuları Almanların katılımıyla hoş bir etkinlik gerçekleştirdik. Hamburg’dan ses sanatçıları davet edildi. Öğrencilerimle halk oyunları gösterimizle eğlenceye ayrı bir renk kattık.

 

         Almanlarla tarihin derinliklerden beri sürüp gelen dostluk ilişkilerimiz içerikli bir konuşma yaptım. Konuşmanın Almancasını bir öğrencimiz okudu. Alman yerel yöneticiler de kısa kısa konuşmalar yaptılar. Bizimkiler göbek dansı yapan bir sanatçı bile getirmiştiler. Alman dansçı kadın Nesrin Topkapı’ya taş çıkartırcasına büyük alkış topladı. Dostluk duygularının ivme kazandığı böylesi bir günde şiir okumamak olmazdı elbette. İki şairimizin her okuyuşumda gözlerimi yaşartan; aralarındaki dostluk duygularının yüceliğinin betimlendiği şu şiirle güne katkı sağladım:

            Düşümde

Düşümde gördüm Cahit’i:

Banka gibi bir yer,

Aynı servise verilmişiz,

Yolumu gözler.

 

Baktım ki, toplamış memurlarını

Nutuk çekmede şefimiz.

El edip geçecektim yerime

Sessiz.

 

Cahit bu, dayanamadı, boynuma atıldı.

Gözyaşlarını duydum yüzümde bir ara.

O, düşümde ağladı.

Bense uyandıktan sonra.

                                      Ziya Osman Saba

 Şiirlerle iç içe geçen yıllar adlı anı-öykülerim devam edecek.

 

( Şiirlerle İç İçe Geçen Yıllar –ıv- başlıklı yazı sahara tarafından 15.03.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.