Demiş “Ey güzel peri çıkmalıyız yukarı,
Çünkü vatanımızdan oldukça kaldık ayrı.

Eğer sağ ve salimen kavuşursak vatana.
Gönülden sever misin varır mısın sen bana”

Sonra almış kızları kuyu ağzına gelmiş,
Hadi ipi sallayın geldim diye seslenmiş.

Ağabeyleri o anda oldukça şaşırmışlar,
Daha sonra ipleri ard arda bağlamışlar.

Kuyudan aşağıya yavaşça sallamışlar,
Kızları birer birer yukarıya almışlar.

Üçüncüye gelince dönmüş sevdiceğine,
Demiş ki “Yeryüzüne çıkmalısın sen önce.

Eğer beni göndersen seni almayacaklar,
İpi aşağı atıp burada koyacaklar”

Oğlan demiş “Olur mu seni yalnız bırakmak,
hiç yakışır mı bana önce yukarı çıkmak.


Onlar benim canımdır komazlar burda beni,
Şayet öyle olsa da sen hiç üzme kendini.

Yazımız da ne varsa elbet başa gelecek,
Seven gönüllerimiz mutlaka birleşecek.”

Kız ayrılmadan önce;
Demiş “yârim ne olur çok iyi dinle beni,
Kardeşlerin burada bırakırlarsa seni.

Konağın arkasında iki tane kapı var,
Kapının bir açık öteki kapalı dar.

Açık kapıyı kapat, dar kapıdan geçiver,
Orda bağlı aç bir kurt, minnacık bir kuzu var.

Kurdun önünde ot var. kuzununkinde et var,
Otu kuzuya yedir; etiyse aç kurda ver.

Daha sonra karşına iki koyun çıkacak,
Birden bire ortalık sislenip kararacak.

Koyunların renkleri biri ak biri kara,
Ak koyuna binersen çıkarsın yukarıya.

Aman dikkat et binme sakın siyah olana,
Gidersin maazallah yeraltı dünyasına.”

Yukarıda;
Ağabeyleri ise düşünmüşler durmuşlar,
Oğlan aşağıdayken sinsi plan kurmuşlar.

“Böyle geri dönersek ne deriz babamıza,
Nasıl çare buluruz biz bu yüz karamıza.

Artık kral babamız hiç bize güvenir mi?
Tacı küçük kardeşten başkasına verir mi?

Onu ne edip edip kuyuda bırakmalı,
Kralın huzuruna biz ikimiz çıkmalı.

Babamız sorduğunda nerede kardeşiniz.
Devle savaşıyorken (Baba o öldü) deriz”

İkisi de anlaşmış “evet öyle yapalım.
Küçük kardeşimizi kuyuda bırakalım.”


Son kızda yukarıya salimen çıkıvermiş
Büyük oğulda ipi aşağıya düşürmüş.

Kız ağlamış haykırmış demiş ki“ sen ne yaptın?
Kardeşini almadan ipi aşağı attın.”


Oysaki o sizleri ne kadar çok severdi,
Ağabeylerim beni; burda bırakmaz derdi.

Böylemidir sizlerin kardeşlere vefanız,
Nasıl insanlarsınız yok mudur Allah’ınız.

Sizin bu yaptığınız mutlaka bilinecek,
Bir gün gelecek elbet cezanız verilecek.”

Büyük oğul sinirli demiş “Beni dinleyin,
Hele bu olanları babamıza bir deyin.

Yemin olsun Allah’a hiç acımam sizlere.
Keserim başınızı atarım dehlizlere.”

Çaresiz kalan kızlar razı gelmiş kadere,
Küçük kız devam etmiş üzüntülü günlere.

Küçük oğul görünce ipi kuyu dibinde,
Bir kez daha sitemler eylemiş kaderine.

Düşünmüş metanetle “Elden ne gelir” demiş,
Pek zalim kardeşleri onu derinden üzmüş.

Demiş kendi kendine ”biz atiye koşalım,
Bütün kötülüklerle yılmadan savaşalım.

Anlımıza yazılan elbet başa gelecek,
Bu gün ağlayan gözler bir gün elbet gülecek”.


Küçük oğul çaresiz gerisin geri dönmüş,
Allah benim sonumu hayır eylesin demiş.


Üzüntülü bir halde sunak yanından geçmiş,
Son derece kasvetli pis bir dehlize çıkmış.


Etraf nemli ve kötü her taraf yosun tutmuş,
Sanırsın bu mekânı yüce Mevla’m unutmuş…

Koku desen leş gibi var her türlü haşere,
İnsan iskeletleri dağılmışlar her yere.


Hayli zaman yürümüş bu karanlık dehlizde,

Demiş büyük Allah’ım sen çıkar beni düze.


Neden sonra bakmış ki karşıda iki kapı,
Birisi açık imiş ötekisi kapalı.



Açık kapıyı örtmüş kapalıdan yürümüş,
Sevdiğinin dediği bir bir oluyor imiş.

Sonra aç bir kurt ile minik bir kuzu görmüş,
Kurt önündeki otu minik kuzuya vermiş.

Kuzunun önünde de büyükçe bir et varmış,
Eti almış kuzudan o aç kurda yedirmiş.

Onlar yerken yemleri doğru yürümüş gitmiş,
Fazla uzun gitmeden yol birdenbire bitmiş.

Demiş: “Hay Allah! Nedir? Başımdaki bu oyun.”
Bakmış az ileride görünür iki koyun.

Koyunlardan biri ak öteki ise kara,
Beyaza biner ise çıkarmış yukarıya.

Sevinçle atlar iken ak koyun üzerine,
Her taraf zindan gibi görünmüş gözlerine.


Meğerse ak yerine kara koyuna binmiş,
Birkaç saniye içinde yerin dibine inmiş.

Kaldırmış kafasını bakmış ki yukarıya,
Ne bulut var ne yıldız bütün sema kap kara.

Aklı başından gitmiş demiş, “Geldim nereye?”
O kadar yorulmuş ki uyku dolmuş gözlere.


Uzanmış yere yatmış derin uykuya dalmış,
Bir ninenin,“Kalk yavrum’’ deyişine uyanmış.

“Rüya mıdır? Acaba benim gördüğüm.” Demiş.
İnsan sesi duymuş ya bu onu sevindirmiş.

Bakmış yaşlı bir nine ona doğru bakıyor,
Sanırsın ki yüzünden rahmet nuru akıyor.

Oğlan dönmüş kadına ‘‘Merhaba nine.” Demiş.
Çok susamış kadından azıcık su istemiş.

Kadın demiş: ‘‘Evladım burada su bulunmaz,
Zalim dev çeşmesinden hiç kimse su alamaz.

Ülkede tek çeşme var bir dev başında bekler,
Öldüremedi onu nice baba yiğitler.

Sunak olarak alır her hafta bir huriyi,
Sonra ancak bir saat bizlere verir suyu.

Zalim dev suya yapmış oldukça çetin büyü,
Hiç kimse kaldıramaz üstündeki büyüyü.’’

Oğlan demiş: ‘‘Olur mu? Ben devi öldürürüm,
Şu mağdur insanların yüzünü güldürürüm.


Hele bana bir yolu tarif eyle sen nine,
Sonra kovanı da al takıl benim peşime.”


Kadın demiş: “Evladım önümüz kışa doğru,
Bu yıl sen kırar mısın? Bu ninene odunu…



Soğuklar bastırırsa aniden ben nedeyim,
Bende senin peşinden hayır dua edeyim. ”

Oğlan demiş: “Bu yıl ben, odun kırayım sana,
Belki yazar sevabı yüce yaradan bana.”

Sonra almış baltayı odunları doğramış,
Bunu gözleyen nine sevincinden ağlamış.

Öyle bir çalışmış ki bütün odunlar bitmiş,
Yaşlı kadında şehrin yolunu tarif etmiş.

Demiş “Çok dikkatli ol yol tehlike doludur,
Yılan çıyan çok boldur sağı solu korudur.

Kılıcını bırakma aman sakın elinden,
Karşına canavarlar çıkabilir aniden.

Bir ulu ağaç göreceksin şehre girmeden,
O ağacın altında uyu iyice dinlen.”

Oğlan veda eylemiş demiş yaşlı nineye,
“Sen merak etme nine deve aldım hediye,

Kılıcımın darbesi onu yere serecek,
Dev ölünce tüm ülke şenlenip sevinecek.”

Sonra yola koyulmuş yalın kılıç elinde,
Yorulmadan bıkmadan yürümüş gündüz gece.

Yılan çayan ne varsa kılıcından kaçmamış,
Nice canavarlara keskin kılıcı çalmış.

Hele ki yedi başlı bir ejderha var imiş,
Ejderha kahramanı iyice uğraştırmış.

O dahi kılıcından öz nasibini almış,
Küçük oğul başların hepsini parçalamış.

Neden sonra yol bitmiş ulu ağacı görmüş,
Ağacın eteğinde “Uyumalıyım “demiş.

Sonra yere uzanmış derin uykuya dalmış,
Feryat eden kuşların seslerine uyanmış.

Ağaca doğru bakmış büyükçe bir yuva var,
İçerisinde ise feryat eden yavrular.


Bir bakmış ki o da ne!

Kalın vahşi bir yılan sürünerek geliyor,
Yuvadaki yavrular inim inim inliyor…

Ağaca çıkar ise yavruları yiyecek,
Ana kuş yavrularım diyerek inleyecek.

Yılan kuşlara doğru hamlesini yapmadan,
Kılıcı çekip onu parçalamış kahraman.

Yavruların feryadı sevince dönmüş o an,
Yine uzanmış yere uyumuş küçük oğlan.

Neden sonra dev gibi bir Anka kuşu gelmiş,
Elinde kılıç ile yatan oğlanı görmüş.

Kuş hissetmiş kalbinde onarılmaz bir acı,
Zannetmiş yavruları öldürmüş bu yabancı.

Uçmuş büyük bir taşla çabucak geri dönmüş,
“Oğlanı bu taş ile öldürmeliyim.” Demiş.

Tam taşı atacakken bir yavru dile gelmiş,
“Anne ne olur onu, sakın öldürme.” Demiş.

‘‘Aç bir yılan bizleri nerdeyse yiyecekken,
Hepimizi kurtardı o yılanın elinden.”


Zümrüdü Anka kuşu oğlana dua etmiş,
“Ne diler isen dile, dile sen benden.” Demiş.

Oğlan demiş: ‘‘Şimdilik hiçbir dileğim yoktur.
Benim derdim şu anda sadece susuzluktur.

Zalim devin elinden suyu geri almalı,
Ona kurban verilen canları kurtarmalı.”

Söylemiş veda etmiş tekrar yola koyulmuş,
Fazla geçmeden şehrin ışıklarını görülmüş.

Sokaklarda dolaşmış bakmış bütün insanlar,
Gayet üzgün ve mutsuz bazılarıysa ağlar.

Yaklaşmış birisine “Neler oluyor? ’’ demiş.
Deve kurban gününün olduğunu öğrenmiş.

Ama bu gün dev ille prensesi istermiş,
Yoksa artık bir daha hiç su vermeyecekmiş.

Küçük oğul adama demiş: “Hele gel benle,
Bu devi bir ziyaret eyleyelim seninle.

Bu nasıl bir devdir ki bir damlacık su vermez,
Onu burdaki hiçbir, kahraman öldüremez.”

Neden sonra birlikte subaşına gelmişler,
İkisi de bir kuytu köşeye gizlenmişler.

Çeşmenin üç tarafı derin bir uçurummuş,
Dev evini oranın tam merkezine kurmuş.

Dev çıkmış dışarıya beş metre boyu varmış,
O anda gözlerini büyük bir korku sarmış.

Gözleri fıldır fıldır, eller desen çok iri,
Sanırsın birer kazma onun keskin dişleri.

Kılları uzun uzun, sanki korkunç bir ayı,
Yürüyorken yerleri, oynatır ayakları.

Oğlan düşünmüş: ‘‘ Acep bunu nasıl etmeli?
Devi bu uçurumdan aşağıya itmeli.


Bu devle savaşması hiç kolay almayacak,
Çare yok bu uğraşa girmeliyim çabucak.’’

Sonra kalkmış ayağa dikilmiş karşısına,
Söylemiş: ‘‘Son bir ihtar veriyorum ben sana,


Canını seviyorsan çeşme başını terk et!
Ya kılıç darbemden öl ya da bu diyardan git.”

Dev kükreyerek dönmüş: “Demiş bre sen kimsin?
Sen gibi yiğitleri ne ettim bilir misin?

Şu uçuruma bir bak, ne canlar göreceksin,
Seninde sonun öyle oraya gideceksin…”

Oğlan çekmiş kılıcı: “Bu öyle kolay değil,
Ya defol git buradan ya da önümde eğil.

Şu elimde gördüğün bir sihirli kılıçtır,
Öldürdüğü devlerin sayısı belki kırktır.”

Dev kılıcı görünce kahramanın elinde,
Demiş: ‘‘ Söyle bu kılıç ne arıyor ki sende,

Bu kılıç kardeşimin kılıcıydı daha dün,
Senin eline nerden ve nasıl geçmiş bu gün?

Yoksa kılıcı ondan öldürüp temi aldın?
Eğer öyle olduysa sen yandın ki ne yandın.’’

“Evet” demiş: ‘‘Doğrudur asıl sen şimdi yandın,
Kardeşinin başını bedeninden ayırdım”

Dev daha da hiddetle şiddetlice kükremiş,
“Şimdi seni tamuya göndereceğim.” Demiş.


Öyle bir saldırmış ki sanki gök gürlüyormuş,
Hırsından devin gözü hiçbir şey görmüyormuş

Oğlanı almak için türlü numara yapmış,
Oğlan gayet ustaca kahramanca savaşmış.

Bir fırsatını bulmuş kılıcını sallamış,
Kılıç darbesi devin ayaklarını almış.


Diz üstüne düşen dev açmış iki kolunu,
Savurmuş ileriye vurmak için oğlanı.

Çevik bir hareketle sıyrılmış bu darbeden,
Dev uçmuş aşağıya haykırarak tepeden.

Zalim devin ölümü dalga dalga yayılmış,
Bunu duyan prenses sevincinden bayılmış.

Susuz kalan insanlar oraya toplanmışlar,
“Bu cengâver kim? ” Diye birbirine sormuşlar.

Herkes kova elinde çeşmeye doğru koşmuş,
Çeşmenin kornasından kıpkırmızı kan akmış.

Çeşmeden akan kanlar devin kötü kanıymış,
Bunu gören insanlar bir şey anlayamamış.

Neden sonra çeşmeden kan yerine su akmış,
Devin kötü büyüsü çeşme üstünden kalkmış.

Ülkenin kralı da büyük mutluluk duymuş,
“Kahramanı huzura alın.” Diye buyurmuş.

“Ne diler ise bizden yerine getirilsin,
İster ise ülkenin anahtarı verilsin.

Bir tanecik kızımı devden kurtaran odur,
Kahraman ister ise benim damadım olur.”

Oğlan huzura çıkmış Krala etmiş hürmet,
Kral demiş: “Yiğidim çokça eyledin zahmet.


Suyumuzu kurtardın zalim devin elinden
Ne diler isen dile Allah’ını seversen.”


 “Hünkârım!” demiş oğlan: “Dileğim yalnız şudur:
Vatanımdan ayrıyım sayamadım kaç gündür.




Eğer mümkünü varsa gönder beni vatana,
Artık kavuşmalıyım gözü yaşlı anama.”

Kral demiş: “İnan ki öyle bir gücüm yoktur,
Buraya gelenlerin sonu burda kalmaktır,

Diler isen prensesi iste sana vereyim,
Kırk gece Kırkta gündüz size düğün edeyim.”

Oğlan demiş: “Hünkârım benim bir yavuklum var,
Yolumu beklemekten gözleri yaşlı ağlar.”

Vezirlerden birisi huzura gelip durmuş,
“Hünkârım bir çaresi belki bulunur demiş.

Bir Anka kuşu vardır ulu ağaç üstünde,
Derler ki zaman zaman çıkarmış gökyüzüne.

Rica eylesek ondan yardım eder mi? Bize,
Bu konuyu arz etmek istemiştim, ben size.”

Oğlan demiş: ‘‘O kuşu çok yakından tanırım,
Bir gidip konuşursam beni kırmaz sanırım.”

Veda etmiş krala tekrar yola koyulmuş,
Çok geçmeden ağaçta Anka kuşunu bulmuş.

Demiş Anka kuşuna: “Vardır senden dileğim;
Özledim, vatanıma artık gitmek isterim.

Bir hayli zaman oldu ayrı geçen günlerim,
Hem anam, hem babamı, hem yârimi özledim.

Eğer mümkün olursa uçur beni vatana,
Kavuştur vatanıma dua edeyim sana.”

Kuş demiş: ‘‘Zor bir iştir benden bu istediğin,
Başım gözüm üstüne olsun senin bu emrin.

Yukarı kırk günlük yol uçmak için güç ister,
Kırk parça kuyruk ile bir o kadar su yeter”

Oğlan gitmiş krala bildirmiş arzusunu,
Almış kırk bidon suyla semiz koyun kuyruğu.

Kuyrukla suyu kuşun kanadına bağlamış,
Oradaki dostların hepsiyle vedalaşmış.

Sonra kuşun kocaman kanadına yerleşmiş
Kuş ise: “Hazır mısın? Hadi ya Allah! Demiş”


Zümrüdü Anka hızla yukarı doğru uçmuş,
İstediği bazen su bazen de bir kuyrukmuş.

Gu demiş kuyruk yemiş su demiş suyu içmiş,
Kuşun kanatlarında günler haftalar geçmiş.

Neden sonra tepeden hoş bir ışık görünmüş,
Oğlanın kalbi çarpmış “Geldik” diye sevinmiş.

Kuş tekrar gu deyince bakmış ki kuyruk bitmiş,
Baldırından bir parça kesip kuşa yedirmiş.

Kuş baldırı yememiş dilaltında saklamış,
Yukarıya çıkınca oğlan biraz aksamış.

Kuşdilinin altından et parçasını almış,
Oğlanın yarasının üstüne yapıştırmış.

Kısa bir an içinde yarası iyi olmuş,
O anda gözlerine hoş bir mutluluk dolmuş.

Kuş oğlanı uçurmuş çabucak vatanına,
Demiş görevim bitti veda edeyim sana.


Veda etmiş ayrılmış uçmuş gerisin geri,
Oğlan girmiş sarayın, kapısından içeri.

Onu canlı görenler hayret içinde kalmış,
Anası ve yârinden başkası inanmamış.

Sevdiğinin kalbine büyük mutluluk dolmuş,
Kırk gece kırkta gündüz onlara düğün olmuş…

 

Küçük oğul küçük kız muratlarına ermiş,

Yüce Mevla’m onlara çok güzel bir kız vermiş.

 

Gökten henüz üç elma düşmemiş başlarına,

Masalımın devamı belki gelir yarına...  

( Masal 2 Bölüm 3 başlıklı yazı Nizamettin tarafından 14.05.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.