Sorumsuzluğumun izlerini taşıyorum biraz da zaman ötesi bir düş’e serdiğim cümlelerin kaynadığı bir kazanda kepçe misali araklıyorum; onun bunun ardında bıraktığına sahip çıkmak adına içselleştirdiğim hüznü ve özlemi bağdaştırıyorum.

 

Kendi merkezime bir yolculuk aslında: Bir arşı bir de aşkı doya doya içtiğim.

 

Varlıktan ötesi ne yalan ne de sanrı sadece bir bedel tüm benzeme kaygımı bertaraf etmekle bozmuşken aklımı.

 

Acı bellediğimi seviyorum belki de ya da sevilmeyi arz edip sevgi sunuyorum öbek öbek.

 

Yanan ateşlerde çember çevirdiğim; susuz kuyularda küpümü doldurduğum; yansız sevdalarda bilediğim aşkın merkezine yolculuk.

 

Ben- merkezli cümlelerimi boykot ederken biliyorum ki; kendimi kendime uzak kılmalıyım oysa öncesinde böyle miydi? Hem ne amaçla yazmaya başlamıştım da kendimi kendime sunma özrüme atıfta bulunacaktı bir sonraki lüksüm?

 

Nazire eden bayat cümleleri istifliyorum yakmak adına: ha yakmışım içimin esaretini ha geri dönüşüm kutusuna atmışım tüm ihtimalleri de merkez edindiğim. Belki de kayıtsızlığın zarfında tek taraflı bir mektubun önsözüyüm: bazen okuyup kime hitap ettiğimi unuttuğum bazense okunup kim tarafından yazıldığının unutulduğu ya da umursanmadığı.

 

Tek yönlü hüznümle tek taraflı yüzüyle o taş plağın dostlar meclisinde hicaz/hazan makamlı şarkılar çalıyor ve yine o detone sesiyle kadın yüzlü adamlar eşlik ediyor boş sahnenin pervazına ilişmişken gecenin körü adlı mekanda suratsız şarkılar orkestrası.

 

Densiz kaygılarını öğütürken evren; demli serzenişlerin de görünmezden geldiği kayıp haklar cumhuriyeti.

 

Yorgun tayfasıyım hayatın, deme hakkımdan men edilmişken; yoğun detay trafiğinde yönümü şaşırmışken… ağza alınmayacak imgeler sızıyor aklın musluğundan… tıp tıp tıp…

 

İçli şarkıların bayat nakaratlarında uzak alabildiğine ve yeni şarkıların güftesine talip iken…

 

Zinhar yalan, diyen adam yüzlü kadınlar…

 

Seni seviyorum diye naralar atan bıçkın adamlar.

 

Ve haberlerin son durağında üç beş alt yazı: Şu şu şehirde … ve eşlik eden bip sesiyle esnemekten kendini son anda alan alı al moru mor spiker:

 

‘’Sayısını unuttuğumuz bir kadın cinayeti ve ne yazık ki…’’

 

Sunturlu bir küfür tam çıkacakken ağzından yayın kesiliyor.

 

Ya aklımın merdivenlerinde sek sek oynayan o çocuk gelinler…

 

Sefil kadınların tahakküm altında olduğu gerçeği…

 

Beyanlar…

 

Bariz bir öfke toplumda.

 

Bayat sancıları yaşlı dünyanın.

 

Genç kız arayışında sayısız erkek yine birbirine paslarken eski sevgililerini.

 

Pardon, adınız neydi?

 

Medeniyet.

 

Zanlı bir kelamda, yansız bir selamda ve destursuz bir cümle iken tıkındığımız o mezar başında, geç bir Fatiha gönderirken geçkin ölüler şehrinde sübyan bir korkuluk iken kadının cüssesi.

 

Minnacık kadınlar hem de salya sümük.

 

Kazurat adamlar salkım saçak.

 

Kayıp çocuklar annesiz, babasız.

 

Yanlış kıyımlar hele ki tezahüratı bir imge kadar giz dolu.

 

Sancılı evrenin aryaları ile ıslanan gönül dergâhları…

 

Sonsuzluğun minvalinde; sorumluluğun yitiminde ve aklı evvel aşk mağdurları.

 

Belki de şairin dediği gibi:

 

‘’Yazmasam çıldıracaktım.’’

 

Yanlı olmalı belki de yansız bir aşkı gölgelerken yüreğin tohumları ve susların gizeminde büyüttüğüm hayallerim üstelik irili ufaklı hele ki aşk pazarında göreceli aşklar düşmüşken tezgâha yeter ki adam gibi sevmeli ölümüne dahi, demek nasıl ki akıl karı değil kimine göre, sevdanın izdüşümünde eriyen cümlelerimle gömün beni gecenin en derinine.

 

Hüznün tınısına riayet ediyorum madem ruhu şad olsun merhum Baudelaire’nin hele ki özümsediğim o söylemi yok mu:

 

‘’Güzelliğe en yakışan, güzelliğin asıl hakkını veren duygu hüzündür.’’

 

Sılanın hasretine refakat eden bir önyargı belki de şairin gizemine tanıklık eden o saçma şiirlerim yine defolu yine benlik düzeyimin aşamalarında kala kalmışlığım bir başıma ve iç sesime ihanet etmeyi reddettiğim her şiirde ve her hikâyede biraz daha çözülüyorum biraz daha çoğalıyorum üstelik yankısını görmezden gelemeyeceğim hezeyanlarımda büyümeyi reddeden o küçük kızın gözlerinde Tanrısal boyutta iken yaşama sevincimin uzantısı nice şiir düşkünü cümlelerimde, önyargısız çökmüşken dizelere ve nice yangına mahal veren çömez duygularımdan arakladığım heceler belli ki doğmak da doğurmak kadar kutsal bir mefhum iken…

 

 

( Pardon, Adınız Neydi? başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 14.05.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.