İlkokul yıllarından beri aramızda su sızmaz cinsinden
dostumun son yıllarda yaşadığı hazin bir anısını öyküleştirmem için benden
istekte bulunmuştu. Dostumun isteğine hayır diyemezdim. Anlattıklarını yazıp,
kendisine sundum. Mutlu oldu. Ortaya çıkan öyküyü birlikte bir kez daha okuduk.
Enine boyuna yaşanan olayları bir kez daha irdeledik. Arkadaşım daha da
anlatmak istiyordu. Belli ki, anlattıklarıyla kalbine saplanan okun acısını
henüz unutmamış olduğu anlaşılıyordu. Ben sordum, o anlatısına devam etti.
Anlattıkça
ferahlıyor, ruhunu kaplayan acılarını bir nemse unutuyordu. Beni en çok üzen ve
hayal kırıklığına uğratan durumu bilmem ki, nasıl söze döksem. Yazdıklarında
sürekli bir yetersizlik vardı. Sanki benim içtenliğime güvenmiyordu. Araya
girdim:
“Madem
yazdıklarında yetersizlik, nasıl diyeyim bir içtenliksizlik vardı. Peki, o
zaman nasıl unutulmaz bir arkadaşlık nasıl oluştu aranızda?”
Durum
tam da öyle değil. İlk zamanlar çok hoş, şiirsel cümlelerle süslüydü yazdıkları.
Her cümlesi beni mutlu ediyordu. Günlerim sürekli onu düşünmekle, yazdıklarını
tekrar tekrar okumakla geçiyordu. Ben coşkun ırmaklar gibi coşup ha bire
yazıyordum. Arkadaşlıktan, hümanist duygulardan, barıştan, insan sevgisinden
anlatıyordum. Okuduğum güzel şiirlerin ve onun şiirlerinin ruhumda oluşturduğu
zapt edilemez hazların yaşamıma kattığı güzellikleri betimliyordum. Belli ki, o
da yazdıklarımdan haz alıyordu.
Ara ara
sitemler edip bana kısa yazdığından yakınıyordum. Benim coşkuma ayak uyduramadığını
söylüyordum. Cevaben, “coşkun, neşen hiç bitmesin” türünden cevaplar alıyordum.
Fazla bir beklentim yoktu. Biricik dileğim, yazın dünyasında yere sağlam basan
bir şair arkadaşla iletişim içinde olmak. Onu yakından ve daha iyi tanımaktı.
Gerçi ben şiir yazma eylemi içinde olmadım. Fakat Eyuboğlu’nun dediği gibi,
“Zifiri karanlıkta gelse şiirlerin hası,/ Ayak seslerinden tanırım.” Evimde
ellinin üzerinde şiir kitabı var. Ne zaman ruhum sıkılsa bu kitaplardan birine
uzanır, efkâr dağıtırım.
Sanata,
emeğe büyük saygım vardır. Bir eser üretmek hiç kolay değildir. Şiirimizin
büyük ustası Nazım Hikmet, bir şiir yazıp ortaya çıkarmak bir kadının çocuk
doğurması kadar zor bir eylemdir diye anlatır. Güçlü ve düzeyli şiirler yazan
bir şairle iletişim içinde olmak benim için uçsuz bir mutluluk kaynağı. Şair
arkadaşımın yazdıklarını okumak fırından yeni çıkmış taze ekmek kokusunu tadı
bırakıyordu dimağımda.
Gelecek
günlerde beni kendisine hayran bırakan şair arkadaşımla buluşmak uzun uzun
sohbetler etmeyi hayal ediyordum. O güzel şiirlerini hangi duygularla yazdığını
öğrenmek bir şairin tin dünyasını daha yakından tanımak için her fedakârlığa
hazırdım. Örneğin yağmurun yağması, arkasından gökkuşağının oluşması ruhunda
hangi duygular oluşturur? Ya da güneşli bir günde engin bir denizi seyrederken şiir
yazmak için esin perisi yanınızda belirir mi? Daha neler hayal ediyordum…
Şair
arkadaşımın benim gibi birçok arkadaşı vardı. Paylaştığı şiirlerine sevgi
sözleri, ilan-ı aşk cümleleri yazıyorlardı. Ben bu durumu düzeysizlik olarak
karşılayıp eleştiri getiriyordum. O tip
yazılara sadece gülüp geçtiğini söylüyordu.
Giderek
yazdıklarının rengi soldu. Hatta bazı yazdıklarıma cevap yazmaz oldu. Bunun
üzerine ben de önce de anlattığım gibi kırıcı ve eleştirel yazılar yazdım.
Aramıza kara kedi girdi. Bu kez hiç hoşlanmadığım biçimde kendisine sevgi
sözleri yazan arkadaşına cevaplar yazmaya başladı. Gerçi aynı tonda yazmıyordu.
Lakin saygı duyduğum, arkadaşlığına son derece önem verdiğim bir değerin düzeyini
düşürmemesi gerekirdi. İşte bu eylemini şu şiir ne güzel betimliyor:
Kime
kin ettin de giydin alları
Yakın iken ırak ettin yolları
Mihnet ile yetirdiğim gülleri
Vardın gittin bir kötüye yoldurdun
Sen beni sevseydin arar bulurdun
Zülfünün telinden bağlar dururdun
Madem ayrılıkmış senin muradın
Niçin beni ateşine yandırdın.
Vefasızlığın
ruhumda bıraktığı izlenimleri bu türkü sözleri gibi hiçbir yazı daha iyi
anlatamaz. İşte bu durumlar devam ettikçe şairsel duygular yara aldı. Ulu çınara
böcekler dadanmıştı. Hümanist duygular körelmeye başladı. Aramızda iletişim
koptu. Zaman geçti yine yazışmaya başladık. Fakat ne yazık ki, eski güzelliği
ve coşkuyu yakalamak bir türlü kısmet olmadı. Aramız tekrar açıldı. Şimdi ise
iletişim tamamen koptu. Atmosferimizi kesif bir sis kapladı.
Dostuma
artık şu soruları sormanın zamanı gelmişti:
“Peki,
şair arkadaşının sosyal durumu ne durumdaydı? Belkide arkadaşın senden daha
farklı beklenti içine girmişti. Sana inanıyorum. İlişkileriniz sadece
anlattığın gibi sadece hümanist duyguları paylaşmak üzerine mi kuruluydu?”
Arkadaşım hiç tereddüt etmeden sözlerini sürdürdü.
İnan
olsun insanların duygularıyla oynamak, daha açık söyleyeyim Kazanovalık yapmak
aklımın ucundan geçmez. O bakımdan sana anlattıklarımdan öte bir dileğim ve
beklentim olmadı. Söz alıp son sözlerimi söyledim:
Dostum,
senden ummayacağım kadar hatalar yapmışsın. O insanı kırmaya, üzmeye hakkın
yok. Güzel güzel yazışmak varken kırıcı olmak niye! Şair arkadaşın senin yerine
haliyle kendisini kırmayan arkadaşlar edinmiştir. Dünyada güzel sözler yazan
sadece sen değilsin. Şansını kullanamamışsın. Kim bilir arkadaşın üzerinde eğer
iyi etki bırakmışsan bir gün seni yeniden arayabilir.
Bu son
sözlerimi duyumca dostumun yüzünde güller açıldı. Acaba dediğin olur mu? Diye
heyecanlandı. Sözlerini şöyle sürdürdü:
Allah’tan
ümit kesilmez. Hepimiz insanız, hata yapabiliriz. Günah işleme özelliği olmayan
melek değiliz. Hatalarımı itiraf edip özür diledim. Dilerim arkadaşım bir gün
özrümü kabul eder. O kadar insancıl duyguları benliğinde taşıyan arkadaşımın
benim masum duygularıma olumlu cevap verir umuyorum. Eğer öyle bir durum olursa
yaşama yeniden başlarcasına mutlu olurum. Kendime yakışan davranışlar sergiler
yoğurdu üfleyerek yerim. Kırıcı olmamaya aşırı özen gösterilirim.
Evet, ümitli olmak istiyorum. Çünkü
kendisinden özür dileyen insanların özürleri onurlu insanlarca geçte olsa kabul
görür inancını taşıyorum. Çünkü iyi insanlar kalplerinde sürekli kırgınlık
duygularıyla yaşayamazlar.