Her işe besmeleyle başlamak bizi doğru hedefe götürür, başarılı kılar. Besmele çekmek, Rabbin bir ve tek olduğunu, Rahim ve Rahman olan Allah’a teslimiyeti ifade eder. Biz giriştiğimiz işte gayret eder, sabreder ve en sonunda tevekkül ederek, sonucu ne olursa olsun başka işlere yöneliriz. Biliriz ki, etrafımızda her şey vardır ancak, o var olan ya bizim hayrımızadır ya da değildir, bu iki seçeneği öğrenmek için çabalarız. Sonuçta bizim sınavımızdır ve yaşamın temel felsefesidir. Herkes, ben bilirim, gördüm dese de, onun gördüğü ya da bildiği bize uygun olmayabilir. Yani giydiğimizi hazır almakla, terzide diktirmek çok faklıdır. Hazır aldığımız ucuz olur ama, terzi vücut ölçülerimize göre her şeyi düşünür ve en uygun giysiyi uzun uğraş alan zaman sonucunda bize diker. En doğru olan, bizim gayemizde, Terzi’nin dikişine benzer yol olmalıdır…


Hani derler ya, “Ya Hû! Aklın hiç mi çalışmıyor, bu kadar para verip de terzide diktiriyorsun, bak aynı giysi ne kadar ucuz oysa mağaza da…” Ancak verdiğimiz paranın yüksekliği değildir gaye, sonucunda varılması gereken en iyi hedeftir. Belki, işin en başında hazır giyim en doğru gibi görünür ama zamanla görünür ki, elbise çok kısa sürede yıpranmış, bollaşmış ve rengini atmıştır. Pantolonu atınca, ceketinin de tek başına giyilmesi mümkün olmadığından, elbiseyi giymek de mümkün olamayacaktır… Çok beğendiğimiz için onu kısa sürede kaybetmek bizi mahvedecektir. Huzursuz edecektir. Giyime karşı bir bıkmışlık hissi verecektir.


Doğru işi yapmak ve bu çerçevede hedefe ulaşmak, sınırlı ömrümüzde zaman kazandırır, yaşamı güzelleştirir, yokluğu anlamayı kolaylaştırır, Rabbimizin gücünü ve kudretini görmemizi sağlar ve ona olan aşkımızı perçinleştirir.  Gaye aslında Allah’ı anlamak ve onu tanımaktır. Her karşılaştığımız olayda, çaresizliğimiz ve başarısızlığımız da Allah’a sığınmak ve ondan yardım beklemek, işte bu gayeye ulaşmada bizi olgunlaştırır. Her insana sunulan eşitçe adalet içinde, kimseden farkımız olmadığını, hangi ekonomik seviye de ya da kültürde olursak olalım, aynı mezara girdiğimizde de bu eşitliği anladığımız gibi, yaşarken bunu görmek ve anlamakta mümkün olacaktır. Herkes vatanına eşit ve imkan çerçevesinde bir şeyler kazandırır, sonuçta bu bütünlük tablonun Mona Lisa olmasını sağlar!


Her ömrün gayesi, Rabbimizi tanımaktır ve yalnızca ona teslim olmaktır. Teslim olacağımız Rabbimizde, İhlas süresinde anlatılan gibi olmalıdır. Nedir ihlas süresi:


“De ki; O Allah bir tektir. (2) Allah eksiksiz, sameddir (Bütün varlıklar O'na muhtaç, fakat O, hiç bir şeye muhtaç değildir). (3) Doğurmadı ve doğurulmadı. (4) O 'na bir denk de olmadı.” 


İşte Rabbimiz burada anlatılan Rabbimizdir. Ne Hıristiyanlar gibi, Baba Oğul ve Ruhtur, Ne Yahudiler gibi insanla güreşen tanrıdır, ne budistler gibi, gözümüzü kapadığımızda bulduğumuz tanrıdır, Ne de Deizm gibi, peygamberi kabul etmeyen Allah inancıdır… Allah, uğruna emir yasaklarından vaz geçtiğimiz, para, aşk, iş, özgürlük…   Gibi tanrılar da değildir.  Allah, eğer biz ibadet edersek, yaptığımız ibadetten fayda sağlamaz. Allah yaptığımız işten dolayı bir kazancı olmaz. Allah birini sevdiğimizde onun aşkından aşık olmaz. Allah, yalnızca kendisine kul olmamızı arzular, ne aracı ne de isyan edilen özgürlüğü de yasaklamıştır. Eğer biz kullar bir şeyi inatla istersek, sonucuna kendimizin katlanacağı her şeyi yaratır. Bu yarattığından da, sonuçlarından da bizi hesabı öldükten sonra soracaktır. İnatla Allah’ın emir ve yasaklarından başka yola gitmek ve yaşamak sonucu daima hüsran olur… Sigara içmek, uyuşturucu almak, alkol almak, kumar oynamak, birine aşık olup, illa aşık olmasını beklemek gibi! Sonuçta Allah bize değil, biz Allah’a muhtacız!


Eğer biz ihlasla Allah’a giden yola demir atarsak, hayatta her zaman dimdik yürür, yokluğu tanır, dimdik, çıta gibi gezer, su üstünde yüzer, bu dünyada yaşar gibi görünürüz ama başka bir batında yaşarız. İşte bu insan gerçekten mutludur. İslamı Allah’a tam manasıyla kul olup yaşayan ancak, bu şekilde mutlu olur.  Besmele’nin sonucunda şükür vardır ve elhamdülillah deriz. Bu anlayışa sahip olmayan nicelerinin olduğu bir toplumda, onu gören yalnız ve derviş gibi değerlerle tanımlar, deli gibi görür… Zaten deli denen kişi, toplumdan kopan ve normal insan gibi yaşamayan demektir… Namaz kılan, oruç tutan … Deli görüyorsanız, inanın o Allah dostudur. Onu tanıyın. Çünkü, o Allah’ı tanımış gerçek insandır!


Saffet KURAMAZ

( Allah’ı Tanımak Lazım başlıklı yazı safdeha tarafından 8.10.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.