Söz Altın Sükût Gümüş Olsun
İslam’ın altın çağının Abbasiler Dönemi’nde yaşandığı kabul gören bir
görüştür. Abbasiler Döneminde alabildiğince geniş özgürlük ortamı olduğu ve
âlimlerin rahatlıkla çalıştıkları ve bilim ürettikleri bilinir. O altın çağda âlimler
sadece uhrevi alanında değil, tıp, astronomi, felsefe ve benzeri dünyevi
konularda da özgün çalışmalar yapıp yeni yeni buluşlar yapmışlardır.
İslâm felsefecileri
antik Helen ve Roma eserlerini kendi dillerine çevirip bu eserlerin yeniden gün
ışığına çıkmasına neden olmuşlar. Ve İslâm âlimleri inceledikleri antik
çağların felsefi görüşleriyle kendi görüşlerini harmanlayıp yeni sentezler
oluşturmuşlar. Bu çabalar sonucu insanlığın gelişmesine katkı sağlayacak çok
kıymetli eserler kaleme almışlardır.
Günümüzde çağdaş
uygarlık diye nitelediğimiz batı uygarlığı, antik felsefi görüşleri
Müslümanlardan öğrendiler. Bununla beraber Müslüman bilim insanlarının
eserlerini de kendi dillerine tercüme edip yıllarca üniversitelerinde ders
kitabı olarak okuttular.
Nihayet Avrupa
Rönesans ve reform hareketleriyle orta çağın karanlıklarından azat oldu.
İnsanların fikirlerinden dolayı türlü işkencelere tabi tutulduğu Engizisyon
uygulamaları tarihin çöplüğüne atıldı.
Bir zamanlar “Dünya
Güneş’in etrafında dönüyor.” dediği için idama mahkûm edilen Galileo ve yine
fikirleri yüzünden ateşte yanmaktan kurtulamayan Bruno’nun daha sonra
heykelleri dikildi.
Avrupa hızlı
biçimde aydınlanma dönemine girdi. Matbaanın icadıyla batıda aydınlanma olgusu
daha da hız kazandı. Avrupa’nın çeşitli kentlerinde üniversiteler kuruldu.
Üniversitelerde yetişen bilim insanları insanlığı refaha kavuşturacak icatlar
yaptılar. Bilim baş döndürücü hızla gelişti.
Kuduz aşısından,
çiçek aşısına, röntgen ışınlarının keşfine kadar sağlık alanında ki buluşlar,
telefonun keşfi derken bu gün bilimi rehber edinen ülkeler uzayın keşfine
çıktılar.
Tüm buluşlar,
keşifler bilimsel çalışmaların önünün açılması, bilim insanlarına serbestçe çalışacakları
özgürlük alanlarının açılmasıyla oluştu.
Bilim insanları
yetişmesi ve halkın aydınlanmasının temelinde eğitim-öğretim sis-temlerinin
zamanın ruhuna uygun plan uygulanmasından kaynakladığı aşikârdır. Zamanın ruhu
deyinde ne anlamalıyız eğitim-öğretim açısından?
Bugün dünya
siyasetinde söz sahibi ülkeler yeni kuşakları anlayarak okuyan, olayları
neden-sonuç ilişkileri içinde irdeleyecek nitelikte yetiştirme çabası içinde
oluyorlar. Düşünen, dürüst, bilgili, etik değerlere saygılı ve erdemli olması
isteniyor öğrencilerin ve halkın. Soru sormaktan, söz söylemekten çekinmeyen yurttaşlar
olsun istiyor.
Ekonomik güçleri ve
aldıkları eğitim sonucu günümüzde bir Fransız, bir İtalyan, bir Kana-da benzeri
ülke yurttaşları yarın ne olacağı kor-kusu duymadan özgürce yaşıyorlar.
Düşüncelerini serbestçe ifade edebiliyorlar. Söz söylemede kendilerine güveniyorlar.
Çünkü duyguları bastırılmadan büyümüşler.
Bizlerde, şark
toplumlarında durum nasıl? Biz hala kullanım süresi geçmiş sözlerin arkasına
sığınıyoruz. “Söz gümüşse, sükût altındır.” atasözünü içselleştiriyoruz.
Sükûtun altın, soru
sormanın gümüş olduğu yüz yıllar yaşandı bu topraklarda. Babam anlatırdı,
“Bizler çocukken büyüklerle konuşmak, onlara soru sormak ayıplanırdı. Hatta
büyüklerin odasında oturmamıza bile müsaade edilmezdi.” Cumhuriyetin ilanından
önce Kuran-ı Kerim okumasını bilip, namaz kıldıracak kadar bilgisi olan köy
mollaları çocuk okuturlarmış köylerde.
Okuttukları konular
ne? Bildikleri kadar otuz iki farz, mealsiz namaz sureleri ve Kuran’ı
hatmettirmek. Elde kırılmaz kızılcık sopası. Ve falaka… Molla, belletecek
konuları, çocuklar sessizce öğrenecekler dünyanın öküzün boynuzlarında
durduğunu!
Anlatmaya devam
edelim İslam dünyasının garip hallerini biraz daha. Bu diyarlarda tarikatlar,
cemaatler söz sahibi oldular yıllarca. Mezhepler yerden darı bitercesine çoğaldı.
Şeyhler, müritler at oynattılar. Güzelim dinimizi kişisel çıkarları için
kullandılar. Yüzlerce hurafe icat edip halkın aydınlanmasının önünü kestiler.
Batı matbaayı bulup
kitap basarken bizim kalem erbabı mesleğimiz elden gider diye yıllarca
matbaanın ülkemize gelmesini engellediler. Matbaa geldiğinde de maalesef bu
icadı gayri Müslimler kullandı çoğunlukla.
Günümüzden tarihin
derinliklerine doğru bir göz atarsak son yüz yıllar içinde İslam dünyasında
hiçbir yeni bir buluşa rastlayamıyoruz. Nedeni çok basit, düşünen insan
yetiştirecek idari ve eğitim sistemi yok bizlerde. Bu gün İslam ülkeleri kan
ağlıyor. Aralarında birlik beraberlik sağlanmıyor. Demokrasi adına yaprak
kıpırdamıyor bu ülkelerde. Başta krallar, şeyhler çoğunlukla. Halk sefil,
yöneticilere biat edip, el-etek öpmek zorunda.
Demokrasiye geçmiş
bir ülke var aralarında. Laikliği benimsemiş, çağdaş uygarlık düzeyine çıkmayı
hedeflemiş bir ülke. Türkiye… Lakin bizde demokrasiyi kendimize benzetiyoruz.
Sık sık anayasa değiştirmekle debeleniyoruz. Bir türlü uzun soluklu çağdaş bir
müfredat programı yapamadık. Sükûtun altın olduğu anlayışı bir türlü geçemedik.
Söz söylemede
kendine güvenen kuşaklar yetiştirebilirsek ancak sorunlarımızı bağırarak değil
konuşarak çözme olgunluğunu erebiliriz. Onun için diyorum ki, bundan böyle söz
altın sükût gümüş olsun.
(
Söz Altın Sükût Gümüş Olsun başlıklı yazı
sahara tarafından
21.12.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.