Kırkdört yaşında, küçük bir tahta masada. Soğuk bir sonbahar sabahında. Yazmayı düşündüğüm hikayemden buğulanmış bir camın önünde, baş parmağımın açtığı küçücük bir alternatif pencereden dünyayı izliyorum. Nereden anlatmaya başlayacağımı çok iyi bildiğim hikayemi sizin nerede anlamaya başlayacağınızı bilmiyorum. Çünkü gerçek hayat hikayeleri bilinmezliklerle doludur. Anlatması, anlaması ve inanması güçtür.

İster inanın ister inanmayın bu dünyaya şeklini ben verdim. Bugün ki ülkeler sınırlarını bana borçlular. Eğer müreffeh bir ülkede refah ve huzur içinde tüm sevdiklerinizle beraber yaşıyorsanız bu benim sayemde. Hercümerç olmuş, adına artık ülke bile denemez toprak parçalarında perişan bir vaziyette ömrünüzü sürüklüyorsanız bu benim yüzümden. Kendi ülkenizden çok çok uzaklarda  dönme umudu olmadan, aldığınız her nefesi kar sayarak yaşıyorsanız bunun müsebbibi de benim. Dünya tarihinde savaşlarda ölmüş bir çok insanın kanına ben girdim. Yerküre yetiştirdiği bir çok bilim insanını benim hediyem olarak kabul edebilir. Hayran hayran okuduğunuz tüm romanlar şiirler, dinleyip büyülendiğiniz tüm melodiler ezgiler, hüzünlendiğiniz tüm şarkılar, ağıtlar, tutkunu olduğunuz resimler, tiyatrolar, filmler yani bu dünyayı yaşanır kılan tüm güzellikler de benim sayemde var bugün. Zamansız ölen milyonlarca çocuk benim yüzümden öldü. Sayemde milyonlarca kişi ölümden kurtuldu.  Ben bir yaratıcı değilim. Sadece şekil verenim.

Ben geçmişe, bugüne ve geleceğe şekil verenim. Bu dünyayı hiçbirinizin bilmediği hatta tahayyül dahi edemeyeceği bir geçmişten çıkarıp bu yola soktum.  

Bildiğimi bilmeniz, hikayemin sonunda beni doğru yargılamanız için çok önemli. Size kendimi ve yaşadıklarımı tüm içtenliğimle, kendimi övmeden, yermeden katıp eksiltmeden anlatacağıma güvenin. Çünkü anlattıkça, size yalan söylemekle elime geçen hiçbir şey olmadığını göreceksiniz. Beni göklere çıkarmanız, samimi ya da yavşakça beni pohpohlamanız bir zerre su denize ne katarsa onu katar bana, beni yerin dibine sokmanız, yolda görseniz yüzüme tükürecek kadar benden tiksinmeniz bir zerre su denizden ne götürürse onu götürür benden.

 Bu sulu kürenin geldiği bu zamanda bile ben hala tahta topal bir kalemi bıçakla açıp tükenene kadar yazan biriyim. O ahşaba dokunduğumda hissettirdiklerinin, bana hatırlattıklarının, çıkardığı cızırtının meftunuyum. Dünyada artık esamesi okunmayan hatta horlanan bir melankoliğim. Rüyalarında delilik sınırında gezinen bir yaşlının, gerçek dünyada ki aklı başında, ağırkanlı gölgesiyim. Hala hangi rengi sevdiğine karar veremeyen bir karasız ama kendisinin koyu kara olduğundan emin sıradan olmadığına çok pişman sıradışı bir faniyim.  Münzeviyim. Bu şeklini verdiğim dünyanın, bu hayatın bir ruhu varsa, çürümüş, kokuşmuş olmalı. Öylesine kokuşmuş ki ruhuna sinmiş insanlığın o kesif koku. Elimden gelse ağıt yakmak isterim şekil verdiğim, var olmuş, var olan ve var olacak zamana.

( Zamanın Efendisi başlıklı yazı zadegan tarafından 3.01.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.