Bir cuma sabahı Güneş öyle güzel doğmuştu ki; Adeta Feyza
maveradan ayrılmış, yeni Bir Dünya oluşmuş okyanuslar kabarmış, dalgalar sahili
vurmaktaydı Sanki Nisan yağmurlarının ardından
beyaz beyaz bademler çiçek açmış.
Kırlangıçlar gökyüzünde dans ediyor. Bir günlük yaşam hakları olan
kelebekler bile iki gün yaşıyordu adeta. Yani öylesine güzel bir gündü. Tarifi
imkansız sadece yaşanası.
Cennet kız gelin olmuştu. Gelin olduğu günün ilk sabahıydı.
Oradan oraya koşuyor yerinde bir türlü duramıyordu. Sildiği yerleri bir kez
daha siliyor bir ahıra, bir kümese koşuyor oda yetmiyor mutfağa tekrar koşuyor
bir daha ortalığı süpürüyor oda yetmiyor pastalar börekler yapıyordu.
Sanki biraz saf alık gibi
Sanki bir ördek kaz çalık gibi
Ya da elde durmayan balık gibi
Duramıyordu yerinde Cennet
Nurettin Cennet’in koşturmalarını gülümseyerek seyrediyor.
Ne kadar güzel ve yerinde bir tespit yaparak eş seçtiğini bir kez daha fark
ediyordu. Cennet’i seyreden sadece eşi de değildi üstelik kaynanası ve
kaynatası da pek bir memnun vaziyette seyrediyorlardı gelinlerini. Ne şanslıydı Nurettin sadece yüzü değil huyu
da güzel bir eşi vardı. Kalkar kalmaz işe koşturup yüzünü bir kere bile asmadan hizmet etmişti.
Kaynana acaba kendini kabullendirmek için mi yapıyor diye
aklından geçirse bile ses etmemiş gelinini gülümseyen ve takdir eden sözlerle
övmüştür. Cennet ise sanılanın aksine her gün aynı neşe aynı heyecan ile kalkıp
evin ve ahırın tüm işlerini yapıyor anne ve babasına hürmette kusur etmiyordu.
Her sabah sevgi ve hürmetle eşini işine uğurluyor. Akşama
özel olarak istediği bir yemek olup olmadığını sorarak hayır duası ile işine
yolluyordu.
Nurettin işten eve hep bir sevinçle ve her gün daha büyük
sevgi ve özlemle dönüyordu. Aylar geçmiş ama eşine olan sevgisi daha da
artmıştır.
Günler günleri takip etti. Beş ay geçmişti. Dile kolay sevgi
ve muhabbet dolu beş ay. Nurettin’i Cennet’i yine sevgi dolu sözlerle işine
uğurlamıştı. Aradan birkaç saat geçince işyerine gelen bir telefonla yüreği cız
etti.
– Oğul gelin
hastalandı eve gel!
Anasının sesiydi telaşlı olduğu sesinden belliydi. Patrona
ne dediğini bile hatırlamadan bir panik bir telaşla alelacele işten çıktı. İlk
otobüse binerek köye geldi. Aklında binlerce soru vardı. Hiçbir şey dememişti
ki Cennet ağrısı sızısı bile yoktu. Kuş gibiydi bir oyana bir buyana kanat
çırpan serçe gibiydi adeta.
Yanakları al al,
dudakları pespembe olan Cennet’ine ne olmuştu.
Eve gittiğinde Cennet yarı baygın yatıyordu. Annesi alnına
bez koymuş komşu kadın ile ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Cennet
konuşamıyordu bile. Dudakları kurumuş, rengi solmuştu.
Köyden hemen bir araba ayarlayıp annesini de yanına alarak şehirde ki hastaneye
gittiler. Cennet hala suskun beti benzi atmış bir haldeydi. Nurettin bu duruma
çok üzülüyor. İyiden iyiye korkuyordu.
Acile yetiştirdiler Cennet’i. Doktor ve hemşireler hemen
odaya aldılar bir takım tahlil ve tetkikler yapılmaya başlandı. Çok zaman
geçmemişti aslında ama Nurettin için bu geçen dakikalar sanki asırlarla çarpılıyordu.
Yüreğini bir el tutmuştu.
– Ne oldu Cennetim
sana ne oldu.
Bu sözü sanki doktor duymuş gibi yanına gelivermişti. Elini
omzuna koydu.
– Bir şey olmadı oğlum. Diyerek gülümsedi babacan bir
tavırla.
Nurettin iyice telaşlandı
- Peki o zaman bu hali
nicedir doktor
Doktor Nurettin’in halinden onun ilk defa baba olacağını
anlamıştı. Gülümsemesi tüm yüzüne yayıldı. – Baba oluyorsun olan bu…
Nurettin sevinçten ne yapacağını bilemeden koridorda bir o
yana bir bu yana hem ağlayarak hem gülerek koşmaya başladı. Sonra döndü
doktorun elini sonra anacığının elini öptü. Yaşlı kadının da yanaklarını sevinç
gözyaşları yıkıyordu. Babaanne oluyordu.
– Ya Rabbim şükürler olsun. Beni de torun sahibi eyledin…
–Yanına girebilir
miyim doktor bey?
Kafasını doktor tabi der gibi sallayınca içeri koşarak girip
Cennet’e öyle sarıldı ki. Cennet bir an ürperdi.
– Cennetim dünyanın
en güzel annesi olacaksın. Beni dünyanın en mutlu erkeğiyim şu an.
Nurettin'in
bulutlar sağ elde Cennet sol elde
Türküler
söyler giderken çamur ta belde
Nurettin’e
merdiven dayanır ne basamak
Merdivenlerden
çıkıyordu tırmanarak
Cennet Bir
kibrit tuttu baktı şöyle gözüne
Sanki bülbül
konmuştu Nurettin'in yüzüne
Öttü hemen Cennet’in
üstüne eski bir aba
Annesine
bağırıyordu “ baba oldum ben baba”
Cennetim hep
böyle olsun senin hastalığın
Bakma bana
öyle güzelim dalgın dalgın
Nurettin Cennet’in üstüne titriyor ağır kaldırtmıyor tüm
ağır işleri kendi işten gelince yapıyordu. Annesi ise Cennet’in yükünü
hafifletmek için o koca haliyle elinden geleni yapıyordu. Karnı gittikçe
büyümeye başlamıştı Cennet’in Nurettin baba olma duygusunun şimdiden tadını
çıkarıyordu.
Doktor hastaneden çıkarken devamlı kontrollere gelmelerini
tembihlemişti. Onun için hiç aksatmıyorlar düzenli olarak kontrollere
gidiyorlardı. Erkek evlatları olacağını öğrendiklerinde Nurettin’in heyecanı
bir kat daha artmıştı.
– Oğlum olacak oğlum diyerek babasına ilk müjdeyi verip
elini öpmüştü.
Anne ve babasına Cennet kahve yaptı. İkisi de gelin
kızlarının kahvesini pek bi severlerdi. Sobanın başında kahvelerini içerlerken
Cennet akşam yemeği yapmak için mutfağa yönelmişti. Tam bu sırada aşağı kapı
adeta kırılacak gibi çalınmaya başlandı.
– Veysel Emmiiiiiiii
Nurettin’in işyerinden arkadaşının babasıydı kapıyı çalan.
– Hayırdır Dursun ne oluyor
Diyerek kapıyı açtı ihtiyar. Ama yüreği titremişti. Geline
belli etmek istemiyordu ancak bu telaşlı kapı vurma pek hayra alamet değildi
ya.
–Emmi Nurettin çalıştıkları inşaattan düşmüş. Bizim oğlan
arayıp haber verdi. Hastaneye kaldırmışlar.
Yer gök o anda sanki
birleşti. Kapıdan baktıklarında köyde
bir koşturma olduğunu gördüler. Hemen komşulardan birisi arabayı aldı geldi.
Üstlerine bir şey bile almadan arabaya koşmaya başladılar. Cennet karnı
burnunda koşamıyordu.
– Beni bekleyin anaaa!
Cennet’in yüreğine
bir bıçak saplanmıştı sanki ağlasa ağlayamıyor, haykırsa haykıramıyor. Anasının elini tutup gidene kadar dua
ettiler.
Hastaneye vardıklarında acı gerçeği öğrendiler.
Yetişememişlerdi. Yarinin yareninin soğuk yüzünü görmek için çırpınıyordu.
Nurettin altıncı kattan düşmüş düşer düşmez Hakka yürümüştü. Arkadaşı bunu
söyleyememişti. Nasıl denirdi baba olmanın heyecanı ile daha fazla iş
yapabilmek için koşturup duran Nurettin’in ailesine…
Doğuma bir hafta kalmıştı.
Baba olacağım baba diye sevinerek gezen Nurettin’i kara topraklar
sarmalayacaktı. Oysa Nurettin oğlunu kucaklamayı hayal ediyordu. Toprakla
kucaklaşmayı değil.
Cennet türkü olup yağardı akşam Nurettin’i gelene kadar.
Artık sevda türküleri değil ağıtlar yakmaya başlamıştı.
Bana bu muydu senin çıngıraklı
gehvâre nazın
Hırçın kader hırçın felek bana
mı vurdu pervazın
Seninle gülmek seninle ölmekti
yaşamaktı gayemde
Ben nasıl güler yaşarım bu çirkef
âlemde
Cennet yürek dolusu ağıtlar yakarken cenaze işlemleri bitti.
Köyün mezarlığına defnetmek için hazırlıklar yapıldı. Öğlen namazına müteakip
kaldırdılar cenazeyi.
Sabaha kadar Cennet’in ne gözyaşı bitti tükendi ne de içinde
ki acı. Birden bir sancı ile ürperdi. Ne olduğunu anlamıştı.
– Daha vakit var
kınalı kuzum daha var. Anaa bi bak hele.
Anacığı acıyla zaten uyuyamamış gelinin ünlemesini duyunca
telaşla yanına gitmişti. Yüzünün solduğunu görünce hemen komşulara haber saldı
araba hazırlandı. Hastaneye gidildi. Daha vakit vardı ama ana yüreği anlamıştı
gelini acıya dayanamamış erken doğum başlamıştı. Belli etmedi
– Sakin ol kızım
sakin ol sabret doktor şimdi bakar.
Doktor muayene edince doğumun başladığını söyleyerek içeriye
aldılar cenneti.
Anası kapıda dualarla bekliyordu. Allah oğlunu almış ertesi
gün acısını dindirsin diye torununu ona gönderiyordu. Kadere bak diyerek dua
etmeye başladı.
Cennet odasına alındığında
– Ana adını
Kemalettin koyalım. Nurettin Kemalettin olsun diyordu.
Odayı bir sessizlik kapladı. Dedesinin adıydı Kemalettin.
Baba kokusunu hiç duymamıştı. Üstelik kader bu yan dedesi de babasız büyümüştü.
Sanki Nurettin bunu biliyor gibi dedesinin adını koymak istediğini söylemişti
Cennet’e. Bunu öğrenen Cennet ne diyeceğini bilemedi. Oğlunu döşüne bastırarak
içli içli bir ağıt tutturdu.
Eve geldiğinde babasının yaptığı beşiğe yatırdılar minik
Kemalettin’i. Resmini baş ucuna astılar. Görmese de hissedecekti. Kırkı çıktığında mezarlığa gitti. Oğlunu
anlattı. Seni çok özledim diyerek ağlayarak dualar okudu Nurettin’e.
Kemalettin bebek çok usluydu. Annesini hiç üzmüyor adeta
onun acısına merhem olmak için gülücükler atarak bakıyordu. Evin neşesi, acının
merhemi olmak için erken geldim der gibi herkesin sevgilisi oluvermişti.
Günler günleri aylar ayları kovaladı.
Aradan beş yıl geçti.
Kemalettin
yaşıtlarına göre daha boylu poslu güzelce bir çocuk olmuştu. Kırlarda koşa
oynaya geçiyordu günleri. Yalnız Kemalettin’in cildi kuruyor gözlerinin altı
şişiyor çabuk takati kesiliyordu.
Cennet bunu düşünüyor ama, ana babası evham yapıyorsun
diyorlardı.
Ama durum gittikçe kötüleşmeye başladı. Ayak bilekleri
şişmeye idrarından kan gelmeye başlamıştı.
–Baba bu böyle olmayacak çocuğun gözlerinin altı şişti,
geçer dediniz ama idrarından kan geliyor bir doktora gidelim.
– Sende ne büyüttün ya bu çocuk hastalanır geçer.
Onları dinlemeyerek sabaha hastaneye gittiler. Çocuğun
böbreği çalışmadığını böbrek nakli olduğunu öğrendi.
– Doktor bey ben
veririm böbreğimi
Cennet’e de tahliller yapıldı. Sonuçlar için on beş gün
verildi. O zaman zarfında eve gitmelerini söyledi doktor. Cennet durumu olduğu
gibi evdekilere anlattı. Ancak onlar üzüldüklerini bile söylemeyip kendi
kafasına göre neden iş yaptığını, hastaneye nereden para bulacaklarını söyleyip
bağırıp çağırdılar. Yıllardır yanlarındaydı
Cennet onlara gelin değil kız olmuştu. Nurettin varken davrandıkları
gibi davranmıyorlardı. Ama yinede onları yalnız bırakmamış yanlarından ayrılıp
baba ocağına dönmemişti.
Demek ki artık orada
durmasına gerek yoktu. Eşyalarını toparlayarak baba ocağına döndü. Ama aklı
fikri oğlundaydı. On beş gün sonra hastaneye gitti. Böbrekleri uyuyordu.
Hastane masrafı için kolundaki bilezikleri bozdurdu. Nakil gerçekleşti. Oğlu
hayata dönmüştü.
O zamandan sonra Veysel
Emmi ve Nurten Teyze bir daha arayıp sormadılar onları. Kemalettin
önceleri bayramlarda gitti ama soğuk davrandıkları için çocuk gitmek istememeye
başladı.
Kemalettin çok başarılı bir öğrenciydi. Okulu dersleri
seviyordu. İlk okulu çok güzel okuyunca burs vermişler ve orta okul ile liseyi
yatılı olarak okumuştu. Annesini başarıları ile gururlandırıyor aldığı
takdirler ve ödüllerle ona dünyaları veriyordu. Üniversiteyi de burslu
kazanarak okumuştu.
Ancak yaz tatillerinde geldiğinden annesinin son halini
bilmiyor annesi de o geldiğinde durumunu belli etmiyordu. Cennet’in tek böbreği
çalışmaz hale gelmişti.
Kemalettin en son köye geldiğinde annesinin halini hiç
beğenmedi. Anacığım seni İstanbul’a götürüp bir muayene ettireyim. Anası ne kadar yok dese de arabasına attığı
gibi annesini evine götürdü. Giderken bile
– İşinden gücünden olacaksın diyordu Cennet.
Kemalettin ise annesine evlendiğini söylememişti. Utanıyordu
nasıl diyecekti. Üstelik çocukları da vardı. Nasıl anlatacaktı. Anası bir şey
demezdi demesine de üzülürdü. Habersiz evlendiği için.
Gerçek çok farklıydı. Kemalettin annesinden utanıyordu.
Eşine ve onun ailesine annesinin öldüğünü söylemişti.
Eşine ve çocuklarına köyde ki teyzem diye tanıştırdı.
Annesini çatı katında bir odaya yerleştirdi.
– Anne kusura bakma
sana teyze gibi davranacağım
Gözlerinin yaşla dolduğunu görmesin diye oğlu camdan
dışarıya baktı. Usulca yerine oturdu. Arkasına baktığında Kemalettin odadan
çoktan çıkmıştı. Derin bir iç çekti. Belki oğlu kadar okumamıştı ama ondan
utandığını da anlamayacak kadar da cahil değildi.
– Ah oğul yürek
ateşim oğul. Babasız olduğunu bilme diye gözyaşımı gizlediğim oğul…
Cennet Nurettin öldükten sonra günü gününe her şeyi yazmaya
başlamıştı. Yanında getirmişti günlüklerini çıkarıp okumaya başladı. Oturduğu
yerde elinde defter uyumuş kalmıştı. Birden bir sancı ile uyandı. Saate baktı. 02.00
baya geçti. Birkaç adım atsa acaba sancı geçer miydi? Ama ne yapsa bir türlü
geçmiyordu. Ayak seslerinden çocuklar uyanmış ağlamaya başlayınca Kemalettin ve
karısı da uyandı.
– Bu kadını getirdin gece kuşu mu bu ya bu ne ses insan
misafir olduğu evde gecenin bir saati uyanıp gezer mi? Nasıl uyuyacak bu
çocuklar. Git sustur şu kadını!
Annesinin yanına öfke ile çıkan Kemalettin hiç ne olduğunu
sormadan kadına bağırıp çağırmaya başlar. Kadıncağız ancak ağlıyor bir şey
demiyordu. Kemalettin neden sonra ne yaptığını fark ederek sustu annesine
baktı.
– Ağrım var oğul!
Sözleri havada yankılandı adeta. Neden ağrısı vardı diye
düşünmedi bile.
– Sabah hastaneye
gönderirim seni. Şimdi yat uyu, tüm evi ayaklandırdın.
Sabah olduğunda kapıya gelen taksiye binip hastaneye gitti.
Yanında kimse yoktu.
– Ah Nurettin keşke
seninle bende ölseydim.
Doktor durumunun kötü olduğunu söyleyerek hastaneye yatırdı.
Aradan üç gün geçtikten sonra oğlu yanına geldi. Annesinin halini görünce
soğukluğu bir kat daha arttı. Annesi ise öperek koklayarak üstüne toz
kondurmadan büyüttüğü evladının nasıl bu hale geldiğini düşündü. Okumuş
mesleğinde ilerlemiş gayette başarılı ve zengin olmuştu. Onun bu halleri ile
hep gurur duymuş hiçbir zaman hiçbir şey beklememişti. Şu soğuk hastane
odasında bile tek isteği biraz sevgiydi. Bir
“anacığım” diyerek sarılsa sanki tüm acıları bitecek yeniden yürüyüp
beraber çıkacaklardı.
Doktor annesinin durumunu ayrıntıları ile anlattı. Böbrek
iflas etmişti. Bir böbrek vardı ancak ameliyat ve nakil biraz masraflıydı.
Kemalettin biraz düşünmek istediğini söyledi. Oysa onun böbreği iflas ettiğinde
annesi düşünmeden benden alın demişti.
Günlerce ziyaret edilmeden buz gibi odada öylece yattı
Cennet. Oğlunun hasretiyle tutuştu. Torunlarına bir kere bile sarılıp
öpemediğini düşündü kahroldu.
Bir gece Nurettin geldi. Haydi, Cennetim gel! Yeter bu kadar
acı.
Sabah olduğunda odaya giren hemşireler Cennet’in güzelliği karşısında şaşırıp
kaldılar. Kararan yüzü, çatlayan dudakları gitmiş bembeyaz bir ten pespembe
dudaklar gelmişti. Saçlarını okşayarak
– Cennet hanım ilaç
vaktiniz
Diyen hemşire buz gibi olduğunu fark edince doktora haber
verdi.
Doktor oğlunu aradı.
– Anneniz vefat etti. Cenazeyi gelip alabilirsiniz.
Rengi atan eşine karısı
–
Hayırdır Kemalettin.
–
Teyzem ölmüş cenazeyi alıp köye gönderip
geliyorum
Hastane de işlemleri bitirip annesinin cenazesini bir
arabayla köye gönderen Kemalettin’in yanına doktor gelerek
– Kemalettin bey anneniz ile sohbet ettiğimizde benden sonra
bunları oğluma verir misiniz? Demişti. Emanetini size teslim ediyorum. Başınız
sağ olsun
Doktor günlüğü
okumuştu. Doktorun bu hali Kemalettin’i şaşırtmıştı.
– Hayrola doktor bey bu haliniz ne
– Allah senin gibi
evladı kimseye vermesin!
Kemalettin ne diyeceğini bilemez. Yutkunur.
Eve gidemez hastane bahçesinde bir banka oturur okumaya
başlar. Babasının nasıl öldüğünü annesinin onu dünyaya getirirken çektiklerini,
hastalanışını…
Hastane odasında yaşadıklarını böbreğini vererek oğlunu
hayatta tutmaya çalıştığını bunun için baba ocağına dönmek zorunda kaldığını
oğlunu okutmak için tarlada tek böbrekle ırgatlık yaptığını
Okudukça anlar, okudukça yıkılır, yıkıldıkça ağlar.
– Anammmmmm !
Feryadı hastane duvarlarında yankılanır. Köylü diye utandığı
anası sayesinde şu an yaşadığını anlar. Ve onun hastalanıp ölmesinin tek
böbreği olmadığı için olduğunu. Başını hangi taşa vursa taş bile irkilir dile
gelip
– Bana başını vurma hayırsız evlat
Der.
Analar canlarından can vererek dünyaya getirdikleri
evlatları için her türlü ezaya cefaya katlanırlar bunu yaparken of bile
demezler.
Rabbim hepimize hayırlı evlat nasip etsin.
ÂMİN