Kınalı yapıncak ölüm,
Teğet geçen mahremin yazgısı
Birikmiş her düş,
Külliyen sıfatsız
Ölüm sonrası diriliş.
Lal sunumunda hatıratın;
Kır saçlarında
Şafağı atmış doğanın
Ve muzip kaderin
Tescili
Yine Tanrı’nı armağanı:
Her ağıt,
Her kahır,
Her köşk kendince sırça
Yine mabedin yazgısı
O iki kapılı han
Bir ara durakta mola veren
Zaman ve insan.
Hani, yükselen ay’da terennüm
Misali kızıl çehre?
Hani, yükselen burcun
Hangi göstergesi ise
Kâhinin elindeki küre?
Topla, dökülen kırıklarını:
Topallayan kaderin
Yas’a dönük yüzünü
Avuçla da git:
Kambersiz düğünlerin müridi
Kızıl goncanı da al git, sevgili.
Gelmeni ben istemedim
Oysaki bozguna uğrattığın ruhumu
Sana sunmuştum
Tam da tan vakti:
Uyduruk düşlerimi de mimlemiştim
Girerken kaderin koynuna
Akçıl hasretini
Yine uzanan deli göğün
Kaçıncı katında
İkame ettiğini unuttuğum meleklerin
Hangisi ise
Benim gibi kırık ve yaralı.
Şimdi makberim de sensin
Yeni doğumumu müjdeleyen
Tanrı’nın verdiği her hüküm
çerçevesinde
Dumura uğrayan yüreğin
İskeletine konan o küçük serçe kadar
Yalnız ve aciz:
Sulu sepken nidaların bitiminde
Yitik bir şarkıdan fazlası
Olabilirdim.
Hele ki;
Kerevetine çıktığım masalların
Yaşamış ve ölmüş ilk kahramanı.