SENİ BATIRRIM GIRIM OSMAN
Dalakçı köyünden olan Gırım Osman, kardeşi Tarran
Ahmet'le (Ahmet'i anası Tarran adıyla namlı bir pehlivana benzettiğinden bu
adla sevip okşardı) küçük yaşta babaları ölünce yetim kaldı. Onları dayıları
büyüttü.
Pek öyle fazla tarlaları olmadığından çiftçilikle karınları doymadığı için
iki kardeş askere gidene kadar el kapısında bazen gündelikçi amele, bazen de
çiftçi durarak geçimlerini temin ettiler. Osman askere gidince sıhhiye
bölüğüne ayrıldı, orada gördüğü talimden sonra da usta birliklerine dağıtıma
gitti. İğne yapmayı, yaraya pansuman sarmayı ve buna benzer çeşitli tedavi
yöntemlerini askerlere uygulaya uygulaya işini öğrenip teskeresini alıp
köyüne döndü. Köyde ufak tefek basit yaralanmalara, hasta olanlara yardım
amacıyla koştu veya onun askerde sıhhiye olduğunu bilenler ona gelip tedavi
oldular.
Asker dönüşü tedarik ettiği kutusunda cam ve parlak madenden yapılma şırınga
ve ona geçirilen bir iğnesi vardı.
İğneyi zor bela temin ettiği gazocağında ısıtıp mikrobunu kırıyor, şırıngaya
takıp cam tüpü küçük cam testeresiyle kesiyor, içindeki penisilin suyunu
şırıngaya çekerek gelen hastalarına enjekte ediyordu.
Yanında taşıdığı iğne kutusundan dolayı köylüsü Dumanın İsmeyil, kutulu
doktor diye ona takılmaktan geri kalmıyordu. Sıhhiyeliği Dalakçı'dan dışarı
taşmış, çevre köylere başta Karacaören olmak üzere Boztepe, Araplı, Horla,
Seyfe, Badılı, Gümüş Kümbet, Köpekli, İnaç gibi yerleşim yerlerine
yayılmıştı. Hastalıklar genelde yöresel olduğu için tedavisi olumlu neticeler
veriyor, bu yüzden namı da yayıldıkça yayılıyordu. Neredeyse doktordan çok
doktor olarak tanınmaya başlamıştı.
Artık Osman'ın tek geliri ve sermayesi bu yoldan olmaya başlamış, kapısının
önü atla, eşekle, at arabasıyla ulaşan hastalardan geçilmez olmuştu.
Osman arada bir Mucur'a, Kırşehir'e geliyor, uğradığı doktorlara şuram
ağrıyor, buram ağrıyor diye muayene oluyor, adı geçen hastalıklara dair
tedavi yöntemlerini öğreniyor, uğradığı eczanelerden hangi hastalığa hangi
iğnenin, hapın iyi geldiği bilgisi uğraşı içine giriyordu. Zamanın doktorları
Laz Doktor, Sami Bey, gerek Adem Bey ne de olsa vizite ile muayene ettikleri
için gelen hastaların yerine göre paraları muayene olmaya yetmiyordu.
Hele Sami Bey'in hastayı muayene etmeden hasta kaçar diye kapıyı arkadan
kilitlemesi, adını beğenmemesi, Arapça kökenli diye azarlaması gelenleri
canından bezdirir olmuştu. Bu durumlardan dolayı hasta sahipleri genelde
Gırım Osman ve onun gibi köylerdeki sıhhiyelere yöneliyorlardı.
Çocuğu olmayan kadınlardan tut ki verem, sıtma, safra kesesi, mide, ciğerler,
baş dönmesi, nezle, grip, soğuk algınlığı, bel ağrısı, tüm eklem ağrıları,
dolama, çıban, etyaran, ince hastalık, yarımca, kara yamalık, yanı kara gibi
bir sürü rahatsızlıklar onun bilgi alanına giriyordu. Sırta şişe çekmede
üstüne yoktu. Tek el atmadığı kırık, çıkık işleriydi ki onu da Karacaören'de
Memiğin Osman'a ya da Hacı Nuru'nun Halil’e havale ediyordu. Kiminin parası,
kiminin duası ona yetiyor, işler tıkırında olduğu için geçim derdi olmuyordu.
Bazı hastaları sen verem olmuşsun diye köyüne göndermiyor, gözetim altında
tutuyor, o hastada uzak ya da yakın akrabalarının yanında günlerce aylarca
kalıyor, ev sahibini canından bezdiriyor, somurtular başlıyordu. İhsan,
Karacaören’de Hacı Hasan'ın yağız, delikanlı, yakışıklı ama pek esmer olduğu
için Gara lakabı takılmış oğluydu. Gara lakabı da tanım da yetmiyordu. İllaki
dedesine takılan Balak lakabı öne konmazsa Garalık fayda vermez, Balağın Gara
denmezse onu kimse tanımazdı.
Gara; ağzı iyi laf yapan, şakadan, şakalaşmadan geri kalmayan, eşin-dostun
yardımına koşan fakir bir ailenin çocuğu olduğu için geçimini bazen
amelelikle, bazen çiftçi durmakla, bağ bellemekle, bazen kötü zayıf eşeğiyle
dağda yün karşılığı çobanlara leblebi, üzüm, fıstık, sigara satmakla temin
eden biri idi. Köyünde herkes onu sever, sayar, çelikçiler (çanlı hayvan
ticareti yapanlar) çevre köylere alışverişe giderken Gara'yı da yanlarına
alırlardı. Gara onlara yardımcı olur onlarda bunun karşılığında beş-on lira
verirlerdi.
Gara, gittiği köylerde bazen ahraz rolü yapar, bazen mandıraları olan zengin
birisi olarak kendisini tanıtır, bazen de nükteli konuşmalarına tatlı yanları
karıştırarak dinleyenleri gülmekten kırıp geçirirdi. Gara, arada bir
hastalanır diğer köylüleri gibi Dalakçı’ya Gırım Osman'a gidip tedavi oluyor, onun durumunu bilen Osman ağası da muayene için ücret almıyordu.
Son zamanlarda bu gidiş gelişler hız kazandı. Gara, ilk önceleri hastalığını
ciddiye almamış, gençliğinin verdiği cesaretle "aman canım nasıl olsa geçer
atlatırım" diye doğru dürüst muayene olmamıştı. Aradan geçen yıllar içerisinde
hastalık kanser illetine varıp dayanmış. Ankara'da muayeneye götürdükleri
doktor gerçeği onun yüzüne söylememiş, ama ailesi durumdan haberdardır.
Rahatsızlaştıkça Gırım Osman'a gidiyordu. O da Gara'nın hastalığını öğrenmiş,
ama yüzüne karşı dememekte, verdiği geçici ağrı kesicilerle Gara'yı başından
savmaktadır. Gara yine bir gün Gırım'a muayene olmaya gitmiş, fakat artık
Gırım Osman onunla ilgilenmemekte, bu duruma da Gara kızmakta, karşılıklı söz
takışmaları olmaktadır. Gırım Osman artık yaşlanmış sabır melekeleri
zayıflamış, yine de Gara'ya "kanser olduğunu, bu yüzden tedavinin fayda
vermeyeceğini" diyememenin ezikliği ve siniri içerisindedir. Gara ya " bana bir
daha muayeneye gelip masraf etme, artık seni muayene etmem, evime uğrama" diye
yarı tehditkar davranır. Duruma içerleyen Gara, ben fakirim de onun için beni muayene etmiyor bu dürzü yanılgısına kapılarak "SENİ BATIRRIM GIRIM OSMAN" diye bağırıp oradan hışımla uzaklaşırken " elinden geleni ardına koma ulan dürzü sen kim oluyon da beni batıracaksın"diyen Gırım
Osman'ın sesini duymadı bile.
Gara, her zaman ki gibi çelikçilerle köylere gitmekte, her gittiği köyde de "Gırım Osman öldü" diye haber yaymaktadır. Şimdi ki gibi haberleşme imkanları olmadığından işin bir oyun olduğunu bilmeyenler eşek, at, at
arabası gibi ne bulduysa binip Dalakçı köyüne Gırım Osman'ın evine başsağlığı
için yollara dökülmektedir.
Gırım Osman'ı karşılarında sağ salim görenler kadar Gırım Osman ve ailesi da
şaşkınlık içerisindedirler. Misafirler çok uzak köylerden geldikleri için hem
yorgunlar, hem aç ve susuzlardır. Onlara yatacak yer ayarlamak, yedirip
içirmek hayli külfete mal olmaktadır.
Günlerce gelenlerin arkası kesilmediğinden onlara hizmet aileyi hem yormuş,
hem maddi, hem manevi huzursuzluğa itmiştir.
Bir gün Gırım Osman ile hanımı bahçede otururlar iken hanımı fırsatını bulmuş
ona olanlardan dert yanmaktadır.
- Osman Efendi nedir bu başımıza gelenler? Ne yemek yetiyor, ne ekmek, ne de
misafirleri yatıracak yatak-yorgan. Bu yaygarayı kim çıkarır, başımızda esen
bu tufan neyin nesidir? Gelenlere hizmet etmekten canımızdan bezdik.
Başını iki eli arasına almış olan Gırım Osman düşüne düşüne kafayı bir sağa
bir sola çevire çevire neredeyse kafayı yiyecektir. Birden sağ eliyle
şakağına öyle bir şamar atar ki değme gitsin... "Aman hanım, Karacaören li
Balağın Gara'ya sen kim oluyorsun da beni batıracak sın diye boyumdan büyük
laf etmiştim. Aman gidin getirin de Gara'yı muayene edeyim ki bu durumdan bir
an önce kurtulalım oda bir daha böyle yapmasın"derken gözlerinin feri açılmıştı.
GERÇEK YAŞANMIŞLIKLAR 01 10 2011 ERDOĞAN ÇALIŞKAN.
Öyküleri şahısları küçük düşürmek, mirasçılarını rencide etmek için yazmıyorum.